Kaç yıl oldu hatırlamıyorum.. Ankara Operası'nın ünlü tenorları vardı. Şimdi sadece Ankara'da değil, ülkede Genel Müdür Murat Karahan'dan başka tenor yok ya, neyse.. O ünlü tenorlardan Şenol Talınlı aradı beni. "Hıncal Ağbi" dedi. "Üç Tenorlar olarak İstanbul'da konser vereceğiz.."
Şenol, Ayhan Uştuk, Aydın Çınar..
Onları şimdi masal olan efsane "Yaşamdan Dakikalar"da konuk etmiştik de nasıl harika tepkiler almıştık.. Beylikdüzü'nde imiş konserleri..
Uçtum tabii.. Ve İstanbul'un Bulgar sınırına en yakın semti Beylikdüzü'nde hayat boyu unutamayacağım bir manzara ile karşılaştım.
Opera Konseri'nde seyirci kısmı tıklım tıklım doluydu. Yüzlerce insan.. Kadın, erkek, çocuk..
Sadece onlar mı?. O oturma alanının etrafı yemyeşil kırsal.. Piknik alanı.. Orada binler var.. Örtülerini açmışlar, yiyecek, içecekleri yaymışlar, hem opera konseri dinliyor, hem keyif çatıyorlar..
Beni gören Belediye Başkanı da geldi yanıma.
Kendini tanıttı. Bilgi verdi..
Beylikdüzü insanı için bu geniş yaşam alanını planlamış yapmışlar. Açık Hava Konser Salonu..
Çevresi, piknik alanları ve çeşit çeşit botanik bahçeleri..
Binbir bitki, çiçek.. En dışta açık kapalı restoranlar, kafeler.. Her yaz Klasik Müzik ve Caz Müziği Festivalleri düzenliyorlarmış..
İşte belediyecilik bu.. Halk adamlığı bu.. Halkı olduğu yerden alıp, basamak basamak yükseltmek bu.. Opera ve caz konserine koşacak ve orada keyifle eğlenecek bir topluma ulaşmak bu.
"Aceleniz yoksa kalın, konserden sonra size bu 'yaşam alanı'nı gezdireyim" dedi. Kaç saat sürdü o gezme bilmem, ama nasıl keyif, nasıl gurur, nasıl mutluluk, vakit nasıl geçti anlamadım..
..Ve sevgili okurlar, o Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu idi, işte..
O İmamoğlu, İstanbul Belediye Başkanı seçilince, nasıl keyiflendiğimi bu sütunlarda okudunuz.
Bugünlerde de, uğradığım akıl almaz hayal kırıklığını okuyorsunuz.
"İstanbul için ne yaptın İmamoğlu?.. İstanbul halkına 'İşte bunu İmamoğlu yaptı' dedirten ne yaptın?" diye sordum.. Gık yok.. Ne ondan, ne benim vergilerimle maaş alan basın danışmanlarından..
Söyleyecek bir şeyleri olsa, coşarlardı bilirim.
Çıt yok..
İmamoğlu'nun bildiği "Yaptırmam" demek..
Bildiği, artık park yapmak değil, mevcut parkı yok edip yerine beton binalar dikmek..
Bakın bugün niye yazıyorum..
Yazın Beylikdüzü'nde, Bulgar sınırına en yakın İstanbul'da opera ve caz festivalleri yapan İmamoğlu, açlıktan nefesleri kokan müzik sanatçıları için ne yaptı?. Elinde dağlar gibi imkân varken hem de..
Kapalı salonlar tonla.. CRR başta. Açık hava salonları tonla.. Açık Hava Tiyatrosu başta..
İstanbul'un en önemli belediyeleri CHP'de, yani kendi partisinde.. Şişli, Beşiktaş, Kadıköy, Sarıyer, Bakırköy, Maltepe başta.. Buralardaki tonla salona, açık havaya yirmi yıldır giderim..
Topla ilçe başkanlarını.. Yap bir müzik seferberliği.. O açık ve kapalı alanlarda iklime göre etkinlikler düzenle.. Çalsınlar, alkış alsınlar.
Hem moralleri düzelir, hem de sadaka gibi değil, sanatları karşılığı para alırlar.
Kadir Topbaş zamanında büyük salonlar en iyi şekilde kullanıldı. Ama küçük alanlarda, üç beş kişilik guruplar, minik ve sıcak seyirciye çalıp söylediler..
Kadıköy İskelesi İstanbul Kitabevi, salonu ve terası mesela.. Tekfur Sarayı avlusu mesela..
Yerebatan, Şerefiye sarnıçları mesela.. Seni birkaç defa çağırdım. Dostumsun ya.. Adım atmadın..
Sen Büyükşehir'e gittikten sonra Beylikdüzü'nün yeni belediyesi, işi senin bıraktığın yerden aldı.
Konserlerine gene koşarak gittim. Harikaydı ama sen adım atmadın, kendi kurduğun sisteme..
Çünkü aklında artık Beylikdüzü yoktu.
İstanbul da yoktu, İmamoğlu.. Daha geldiğin gün gösterdin aklında ne olduğunu.
İtirazım yok. Tersine.. İnsanın kendine büyük hedefler koymasını severim. Ama büyük hedeflere, basamaklar başarı ile çıkılarak ulaşılır.
Tepeden paraşütle inilmez.
Öyle çıkanlar, çıktıkları hızla inerler..
İstanbul büyük hedeflere ne kadar layık olduğunu en iyi gösterecek ilimiz. İki Yunanistan, iki buçuk Bulgaristan büyüklüğünde bir nüfusu idare etmekten güzel siyaset sahnesi olur mu?.
Ama sen iki senedir Kuzguncuk rezaletini çözmeyi beceremedin. Geldin, gezdin, gördün ve gittin. Gidiş o gidiş.. Ben hâlâ ayni ordayım. Rezillik daha da arttı.. Bir daha gelir misin, onu da göstereyim mi?.
Benim sana göstereceğim çok rezillik var..
Peki sen beni alıp "Şunu ben yaptım" dediğin, diyebileceğin bir yere götürebilir misin?.
İstanbul'un neresinde imzan var, İmamoğlu?.
Ne yaptın, benim o harika Beylikdüzü Başkanımı?. Ne yaptın ha?.
***
TÜRKİYE'DE FUTBOL FEDERASYONU VAR MI?..
Türkiye'de Futbol Federasyonu var mı, yok mu, bugün göreceğiz.. Başkan Nihat Özdemir, Avrupa 2020 elemelerinde, hezimete uğrayan, rezil olan, ezilen ve tükenen (Bunlar benim laflarım değil, Türk spor medyasının ortak manşetleri) Milli Takım'la ilgili Teknik Direktör Şenol Güneş'le buluşmuş, ondan rapor istemişti. Bu rapor üyelere dağıtılacak ve perşembe günü, yani bugün yapılacak toplantıda, eylülde başlayacak 2022 Dünya Kupası Elemeleri için karar alınacaktı.
"Şenol Güneş'le tamam mı, devam mı?" kararı..
Ama Atilla Gökçe kardeşim dün manşetten yazmış.
"TFF Başkanı Nihat Özdemir'le 2020 ve sonrasını konuştum. Satır başlarını aktarayım:
ŞENOL GÜNEŞ GÖREVDE
- Katar 2022 Dünya Kupası eleme maçlarındaki pozisyonumuz grup liderliği. Şenol Hocamızla yoğun bir program uygulayacağız."
Atilla'nın bu "Telefonla konuştum" yazıları zaman zaman netameli çıkar. İnşallah gene öyledir.
Ama doğru ise.. Nihat Özdemir, Şenol'la devam edeceklerini gerçekten Atilla'ya, tüm Türk medyasına değil, sadece telefon eden bir yazara açıkladıysa, bu sadece onun ayıbı olmakla kalmaz, tüm Futbol Federasyonu üyelerinin ve ilgili kurulların bir kukla olduğunu da ortaya koyar. Ülkede Şenol üzerine kıyametler koparken, bir gazetecinin kulağına fısıldayarak işi oldubittiye getirmek, sadece kamuoyunu değil, tüm Federasyon ve bağlı kurul üyelerini hiçe saymak ve "Siz adam değilsiniz" demektir.
Ben gene de bu ihtimalin varit olmadığını, Atilla'nın daha önce de benzerini görmüştük, bir yanlış anlamaya kurban gittiğini, Nihat Özdemir'i de kurban ettiğini düşünmek istiyorum.
Ülkenin Şenolcu spor müdürlerinin en ünlüsü Mehmet Arslan (Hürriyet) can kardeşimdir. Dün her türlü rezilliği çekinmeden yazdı.. Ama sonunda kıvırdı.
"Hoca değiştirmekle bu iş çözülmez. Şenol devam etmeli.. Sistem değişmeli.." Okuyanlar amacın "Her türlü rezilliğe rağmen Şenol kalmalı" demek olduğunu anladı. Dedim ya..
Müdürler bu, bu ülkede..
Oysa önemli bir noktaya parmak basmıştı Mehmet.. "Şenol kalsın" demekle yetinmeyip, sadece "Kalma bahanesi" olarak ortaya attığı "Sistem değişikliği"ni de yazabilseydi. Yazamadı. Çünkü yazsa öyle bir sistemin başında Şenol'un olamayacağı ortaya çıkardı. Ama yazan çıktı. Euro 2020 hezimeti, rezaleti, skandalı, ezikliği (Bunların hepsi Türk spor medyasının manşetlerinden alınma sözcüklerdir, benim değil) üzerine yazılmış tonla yazı okudum. Benimkiler dahil.. Bu en güzeli idi. Okuyun, göreceksiniz..
HaberTurk yazarı Serdar Ali Çelikler, muhteşem yazarken, çözüm de önermiş. Örnek vererek hem de "Niye onlar öyle de, biz böyleyiz" anlatmış ve "Bu iş sadece Şenol değil, Türk antrenörle olmaz. Yabancı gelmeli" demiş..
Bakın neden demiş.. Okuyun Serdar'ı ve siz karar verin!.
***
FEDERASYON ÜYELERİ MUTLAK OKUYUN, LÜTFEN...
(İşte Serdar Ali Çelikler'in, artık ne yazık ki sadece dijital yayın yapan HaberTurk'teki harika yazısı.) UEFA'ya bağlı 54 federasyon var. Cebelitarık - Kosova - Faroe Adaları - Lihtenştayn - San Marino - Andorra gibi takımları çıkarttığımızda 48 takım kalıyor. Malta - Moldova - Belarus - Lüksemburg - Estonya - Litvanya - Letonya - Arnavutluk - Azerbaycan - Kazakistan gibi alt seviye futbol takımlarını da çıkardığımızda geriye 38 takım kalıyor. Bu 38 takımın 24'ü Avrupa Şampiyonası'na katılıyor. Yani AVRUPA ŞAMPİYONALARINA KATILMAK ARTIK TÜRKİYE ÖLÇEĞİNDEKİ
ÜLKELER İÇİN BAŞARI DEĞİL GEREK ŞART.. 38 tane ülkenin 24'ünün içine giremiyorsan hiç kendini "Ben futbol ülkesiyim" falan diye kandırma.
Gittik ve daha maçlar tamamlanmadan 24. olduk. Son iki Avrupa Şampiyonası'na ülkenin en değerli 2 hocası ile gittik. İkisinde de son 16'ya kalamadan geldik. Edirne'nin ötesinde sürekli dayak yiyoruz. Komünist rejimlerinin dağılıp yeni sistemler kurma telaşları / iç savaşları / yıkık ekonomileri olduğu dönemde rahatlıkla yendiğimiz ülkelerin takımlarını artık yenemiyoruz. Macaristan - Slovakya - Slovenya - Hırvatistan hatta hatta Romanya.. Hem onlar kurumsal olarak toparlandı hem de biz geriye gittik.
Futbol artık özellikle son 5-6 senede tamamen taktik oyunu oldu. Neredeyse basketbol kadar müdahale edilebilen bir yapıya dönüştü. Eskiden maksimum yüzde 30'larda gösterilen hoca etkisi 50'lere, 60'lara çıktı. Oyunun her anı, rakip hocanın her müdahalesinin ardındaki her durumda taktik değişimler isteyen bir oyun haline geldi.
Taç antrenörleri; kalecinin ayakla oyun kurma setlerini çizen antrenörler, bek antrenörleri gelişti. Analistler bile 'rakip' ve 'video analisti' diye ikiye ayrıldı. Dünya bu yöne giderken kendi içlerinde bir lobi oluşturan; yabancı hocalara yaşama şansı vermeyen, aslen kendilerine de Türk futboluna da bir katkıları olmayan Türk teknik direktörler, kapalı bir kutu içinde günü kurtardılar. Ama artık Y ve Z kuşağı bunların çoğunun yetersizliğini; eksikliklerini; iletişim hatalarını görüyor. Hepsi Premier Lig'i, Bundesliga'yı, birçoğu tüm dünya futbolunu takip ediyor.
Bu kuşağa artık klasik Türk teknik adam ezberlerini anlatamazsınız. Ya gelişeceksiniz ya da yoldan çekileceksiniz. Türk teknik adamlar kendi mesleki hayatlarının son demlerine girdiklerini görmeliler.. Avrupalı meslektaşlarının çok ama çok gerisinde olduklarını kabul edip gelişmeye açık olmalılar. Taktik yoksa hiçbir şey yok artık. Mesele budur. Bu tatmini sağlayamayan her Türk teknik adam, mesleki ölümünü tadacaktır.
***
AH MEVLÜT AH!..
Euro 2016 hezimetinden sonra, bu defa finallere bile gidemeden yaşadığımız 2020 rezaleti eklenince, spor dışı yazarlar da konuya eğildiler. Biri de genç arkadaşım Mevlüt.. Mevlüt Tezel.. Günaydın ekimizde yazmıştı önceki gün.. Şöyle girmiş yazısına..
"Genç ve yetenekli bir jenerasyon yakaladık diye sevindiğimiz A Milli Futbol Takımı, Avrupa Futbol Şampiyonası'nda 0 puan ve -7 averaj ile tarihinin en kötü turnuva sonucunu aldı.
Turnuva öncesi 'Futbolun filozofu' diye methiyeler düzdüğümüz Şenol Güneş'in şimdi istifası isteniyor."
Yani Mevlüt "İstifa" isteyenlerden değil. Peki neden istemiyor. Yazmış onu da..
"Peki, Güneş giderse yerine kim gelecek? Kariyeri yükselişte olan, milli takımı emanet edebileceğimiz yerli bir teknik direktör yok. Kariyerli bir yabancı hoca macera mı olur? Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da var!"
Bak Sevgili Mevlüt..
Sana cevabı dünyaca ünlü Türk Mizahı Kahramanlarından Bektaşi Baba versin..
Babanın önüne iki şişe şarap koymuşlar..
"Baba" demişler. "Sen bu işin uzmanısın. Bu iki şaraptan hangisi iyi?."
Baba, birini kafasına dikmiş, bir yudum almış, ötekini göstermiş..
"O iyi!.."
"Aman Baba!. Onu tatmadın bile.."
"Gerek yok" demiş, Baba, elindeki şişeyi göstererek..
"Bundan kötüsü mümkün değil olamaz.."
***
TEBESSÜM
Gene unutulmaz Eyüp Karadayı'dan miras dosyadan..
" Anneciğim, Adem bana evlenme teklif etti!.."
Ne güzel.. Peki ama kızım, neden bu kadar üzgünsün!?.."
"Sorma anneciğim, adam ateist, cehenneme bile inanmıyor!.." "İlahi kızım, üzüldüğün şeye bak.. Hele sen onunla bir evlen.. Bir aya kalmaz, evvel Allah ikimizin arasında cehenneme en çok o inanır!?.."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Devrimcinin ilk görevi, kendisini eğitmektir. Ernesto Che Guevara
Yorum Yazın