Cumhurbaşkanı Erdoğan, her fırsatta Türkiye'nin ekonomi hedefinin dünyada ilk 10 ekonomi arasına girmek olduğunu söylüyor. Bu sadece bir büyüme hedefi değildir. Başka devletlere oranla büyüme hedefidir.
Yani tek başına ihracatı artırmak yetmez. Gayri safi milli hasılayı artırmak yetmez. Kişi başına geliri artırmak yetmez. Mesela, kişi başına geliriniz 2 bin dolardan 15 bin dolara kadar çıkabilir. Ama dünya sıralamasında yeriniz hâlâ 25'inci sıraysa aslında diğer devletlere oranla büyümediniz, küçüldünüz demektir. Uluslararası ticaretin altın kuralı budur.
Sizin ne kadar kazandığınız tabii ki önemli olabilir, ama asıl önemli olan başkalarına oranla ne kadar kazandığınızdır. Çünkü ilk 10'a girmek, ilk 10'dan en az birinin düşmesini gerektirir. Bu da başka devletlere oranlara daha kazançlı bir ekonomi modeli oluşturmaktan geçer. Tabii ki bunun anahtarı da cari fazla vermektir. Eğer cari fazla vermiyorsanız, kişi başına gelir veya ulusal gelir artmış olsa bile göreli olarak kaybediyorsunuz demektir. Her yıl mesela 50-60 milyar dolar civarında bir cari açığınız varsa, her yıl başkalarına oranla 50-60 milyar dolar fakirleşiyorsunuz demektir.
Para kavramı mutlak bir kavram değildir. Bir değişim aracıdır ve toplumsal etkileşimin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla hep göreli olarak değerlendirmek gerekir. Benim kaç paramın olduğu önemli değildir. Başkalarına oranla kaç paramın olduğu önemlidir. Benim fakir veya zengin olmamı belirleyen, başkasına göre ne kadar param olduğudur.
Diyelim ki, 1 milyon Mars liranız var. Zengin veya fakir olduğunuzu anlayabilir misiniz? Tabii ki hayır. Başkalarının kaç Mars lirası olduğuna bakmak zorundasınız. Daha somut bir örnek verelim. Dünyadaki ulusal ekonomilerin değerini ve sıralamasını bilmediğimizi varsayalım. Bir devletin 5 trilyon dolar gayri safi milli hasıla yaptığını düşünelim. Bu devletin zengin mi fakir mi olduğunu yine bilemezsiniz. Başka devletlerle kıyas yapmak zorundasınız.
İşte uluslararası ticaretin asıl hikâyesi tam burada gizlidir. Dünya ekonomik sisteminin bir "yarı çevre" ülkesi olarak üretici değil tüketici olmaya devam ederseniz her yıl cari açık verirsiniz. Zenginleştiğinizi sanırsınız ama en iyi ihtimalle yerinizde sayarsanız en kötü ihtimalle o sistemin kölesi haline dönüşürsünüz.
Bu nedenle becerebilen ve cesaret edebilen her devletin asıl amacı cari fazla vermektir. Ancak kendinde becerecek kudreti bulamayanlar sömürü ve kontrol ilişkisine mecbur kalır. Büyük devlet olmanın yegâne şartı, kendi kendine yeterli olmaktır. Kendi kendine yetemeyenlerse kendini devlet zannedebilir ama egemen değildir. İlk 10'dakilerin insafına kalmıştır.
Osmanlı bunu ilk başta keşfedemedi. Keşfettiğinde ise çok geç olmuştu. Erken Cumhuriyet döneminde uygulanmaya çalışıldı fakat uluslararası konjonktür müsaade etmediği için Türkiye'nin de nefesi yetmedi. Şimdi yeni bir deneme zamanı. Hem uluslararası konjonktür müsait hem Türkiye artık daha güçlü.
Bunun dışında yapılan ekonomi tartışmalarının neredeyse tamamı ayrıntıda boğulmaktır. Önce bu hedefi benimseyip benimsemediğinizi düşünün, sonra da varsa daha iyi olduğunu düşündüğünüz yöntemler, onları söyleyin. Bence her Türk vatandaşı için gerçek bir sorumluluk işte budur.
Yorum Yazın