Kemal Kılıçdaroğlu konuştukça batmaya ve beraberinde başkalarını da batırmaya devam ediyor. Seçim öncesi CHP’nin garabet siyaseti tartışılıyordu, seçim sonrasında da değişen bir şey yok… Türkiye’nin gündeminde gece-gündüz sürekli CHP var. CHP’nin, Türkiye yararına muhalefet geliştirme özelliği bundan önce olmadığı gibi bundan sonrada olması mümkün gözükmüyor. Hem Kemal Kılıçdaroğlu ve onun kadrosunun kapasitesi hem de CHP yönetimini ele geçirmeye çalışan muhterislerin çapsızlığı bunun için yeterli delildir. CHP’nin de zaten Türkiye’nin geleceğini düşünme gibi derdi yoktur. CHP’nin şu an da görünen mevcut tek derdi “koltuk korumak, koltuk kapmak” olarak özetlenebilir. Yani “Kasap et derdinde, koyun can derdinde” deyimi CHP’de vücut bulmuştur.
Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz günlerde yine bir televizyon programına çıktı ve o yaptığı yorumlarla yine bol bol baltayı taşa vurdu. Baltayı taşa vurmak da onun ustalığı oldu.
Biliyorsunuz, son haftaların bir diğer gündemi de Ümit Özdağ’ın Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı ittifaka dair arka plan açıklamaları olmuştur.
Çenesi düşük Ümit Özdağ “Söz vermek değil, yazılı mutabakatımız var. Biz İçişleri Bakanlığı dahil üç bakanlık ve Millî İstihbarat Teşkilâtı konusunda Kemal Bey'le mutabık kaldık.” demişti.
CHP sözcüsü Faik Öztrak ise “2 genel başkan arasında yapılan bir protokol daha vardı. Her iki protokolde de 3 bakanlık ve MİT müsteşarlığına dair bir düzenleme ve madde yer almamaktadır" türünden açıklamalarıyla sürekli inkâr ediyordu.
Bu konuda ilk defa konuşan Kemal Kılıçdaroğlu olayı kabul ederek hem Ümit Özdağ’ı hem de Faik Öztrak’ı şu sözlerle çok kötü gömmüştür:
"Evet var. Bu protokolle ilgili konuşmam doğru değil. İki kişi arasında yapılan ve iki kişinin namusuna teslim edilen protokoldür. Benim bu konuda konuşmam en azından ahlaki olarak doğru değildir. Öztrak da protokolü bilmiyor ki. Danışman dahil kimse bilmiyordu"
“İki kişinin namusuna teslim edilen protokol, benim konuşmam ahlaki değil” diyerek Ümit Özdağ’ın namus ve ahlak anlayışına göndermede bulunuyor ve böylelikle Faik Öztrak’ı da bilmediği konularda ahkâm kesen “CHP sözcüsü” durumuna düşürüyor.
Asıl mesele, %2,23 oyu olan Ümit Özdağ’a 3 bakanlık ve MİT Müsteşarlığı verdiyse, %8,8 oyu olan HDP’ye neleri verdi?
HD(P)KK’lı Sırrı Sakık, “Kemal Kılıçdaroğlu kapalı kapılar ardında HDP’ye verdiği sözleri kamuoyuna deklare etmeli” derken, tarihe not düşürme uyanıklığı adına boşa konuşmuyordu.
CHP’nin içyapısını çok iyi bilen gazeteci İsmail Saymaz her şeyin farkında olarak “Şu saatten sonra Cumhurbaşkanı, Ümit Özdağ’a onu vermiş, HDP’ye ne verdi diyecektir yani. Bu saatten sonra dert anlatamazsınız.” sözleri zaten bu sürecin özeti olmuştur.
Ümit Özdağ, namusuna teslim edilen bir konuyu ortalığa saçmıştır. Peki, esas sorulması ve bilinmesi gereken “Kılıçdaroğlu, HDP’ye ne verdin?”’nin cevabı olmalıdır?
MİT Müsteşarlığını Ümit Özdağ’a veren Kemal Kılıçdaroğlu, Genelkurmay Başkanlığı’nı ve Emniyet Müdürlüğünü de HDP’ye veren protokol mü yapmıştır?
Ümit Özdağ’ın, namusu ve ahlakı (Kılıçdaroğlu’na göre) ayaklar altına almasıyla, “2 kişinin bildiği sır değildir” sözü tekrar doğrulanmıştır.
Tam böylesine bir süreçte hatırlatmakta fayda var. Biliyorsunuz Kemal Kılıçdaroğlu, yerel seçim öncesi HDP’li Ahmet Türk ile ittifakın zeminini belirlemek için gizlice buluşmuş ama onların bu görüşmesi deşifre olmuştu. Ahmet Türk, bu açığa çıkan görüşme sonrası katıldığı bir programda görüşmenin içeriğini şöyle ifade etmişti.
Ahmet Türk: "Evet inanıyorum ki söylediklerimiz biraz etkili olur. Çünkü söylediklerimiz doğru şeylerdi. Yapılması gereken şeylerdi. Sayın Kılıçdaroğlu’nu biliyorsunuz. Öyle çok açık konuşmaz."
Yavuz Oğan: Dinledi mi sizi?
Ahmet Türk: "Tamam ama söylediklerimi hep onayladı. Yani yapılması gereken, yürütülmesi gereken politikalar konusunda karşı çıkmadı."
***
Ahmet Türk’ün, Kılıçdaroğlu hakkında söylediği “Öyle çok açık konuşmaz." ifadesinin içeriğini sanırım “Saman altından su yürütür” şeklinde doldurmak gerekiyor.
HDP ile olan ilişkilerini, Amerika’da 8 saat ortadan kayboluşunu, maskeli kişilerin kendine kaset getirişini, 2013 yılında FETÖ’nün imamlarıyla Amerika’da kahvaltı yapışını ve daha birçok konuyu “Saman altından su yürütme” olarak görebiliriz. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “oldu” dediği de “olmadı” dediği de hep şüphelidir veyahut kapalı kapılar ardında yaptığı her görüşme de şaibelidir.
Peki, Ümit Özdağ “iki kişinin namusuna emanet edilen” anlaşmayı niye deşifre etti? Aslında onun amacı da “Kemal Kılıçdaroğlu gibi birini destekleme lekesini” bakanlık, makam ve koltuk gibi göz boyama araçlarıyla tartışılır olmaktan çıkarmak ve toplumdaki güce, makama tapma anlayışıymış gibi tiyatro çevirerek “Bakın bakın boşa desteklememiş” düşüncelerine pas vermektir. Yoksa iki kişinin namusuna emanet edileni böyle ortalığa saçar mı ahlaklı bir adam?
Sinan Oğan ne demişti?
"Ümit Özdağ'a, Erdoğan'ı destekleyeceğimi söyledim. Kendisi de bakanlık verirse Erdoğan'ı destekleyeceğini, olmazsa tarafsız kalacağını söyledi."
Sonuçta Ümit Özdağ tarafsız kalamadı. Koltuk uğruna yahut kendisine verilen görev yeri talimatıyla Kılıçdaroğlu’nu destekledi.
Kısa bir süre önce “Kılıçdaroğlu kazanırsa HDP ile desteğiyle kazanır. HDP desteğiyle geldiği için ve devam ettiği için bunlara Kılıçdaroğlu dokunmaz. Bir süre sonra Suriyelilerin yoğun yaşadığı yerde karışıklık çıkar. O zaman bu belediyeler birleşir ve çıkan karışıklığa karşı uluslararası destek ve PKK desteği isterler. Ve Türkiye iç savaşı başlar." açıklamalarını yapıp, terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı HDP ile Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemesinin lekesi büyük olduğundan ve kendini unutturmak için Kemal Kılıçdaroğlu’nu ateşe atıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’na vuran çok olduğu için “Ben dikkat çekmem” düşüncesiyle bir de o vuruyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, “kazanan” olmak için herkese bol kepçeden dağıttı. Ümit Özdağ’da bakanlık koltuğu için PKK ile yan yana geldi. Bunu kim unutur veya kime nasıl unutturabilirler?
Yorum Yazın