Vilnius'taki NATO Zirvesi, Soçi Zirvesi, Yeni Delhi'deki G 20 Zirvesi ve New York'taki BM Zirvesi...
Dünden bugüne hangi uluslararası toplantıyı referans alırsanız alın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın mesajları, "daha adil bir dünya, terörle ve İslamofobi ile mücadele, barış ve sürdürülebilir güvenlik" üzerine...
Bugün elimizde iki ayrı Büyükelçiler Konferansı'nın metni var. İkisi de yakın zamanda gerçekleşti. Ankara'daki toplantıda Başkan Erdoğan, Paris'teki toplantıda ise Fransa Cumhurbaşkanı Macron diplomatlarına hitap etti.
Fransa Büyükelçiliği'nin gönderdiği, Macron'un 30 sayfalık nutku ile Erdoğan'ın konuşma metni arasındaki fark, eski dünya düzeninin sahipleri ile yeni dünya nizamının habercileri arasındaki farkları gösterecek kadar belirgin.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Büyükelçilerimize verdiği mesajlar, "Dünya beşten büyüktür" ve "Daha adil bir dünya mümkün" temasını içeriyor, bazı Avrupa ülkelerinde tahammül edilemez boyutlara varan İslam düşmanlığıyla mücadeleye odaklanıyor ve sonra şu ortak payda etrafında şekilleniyor:
"Üç kıtanın kalbinde yer alan Türkiye, hadiseleri tribünden seyredemez. Sahada ve masada güçlü olmak bizim için tercih değil mecburiyettir. Bunun yolu da yapıcı, aktif ve dengeli bir dış politikadan geçiyor... Gerilim peşinde koşmadığımız gibi onurlu, sabırlı, kararlı ve basiretli bir tavırla baskılara da boyun eğmiyoruz. Diplomasinin tüm imkânlarını, sert ve yumuşak güç unsurlarını kullanarak Türkiye'nin menfaatlerini korumanın derdindeyiz."
Elysee Sarayı'ndaki uzun anlatımında ise Macron, kısmen gerçekçi tespitler yapsa da maalesef sorunlu önerileriyle dikkati çekiyor. Örneğin,
Uluslararası düzene yönelik meydan okumaların Avrupa'yı zayıflatma riskini barındırdığını söylüyor. Lakin... Küresel örgütleri yeniden inşa etmek yerine, mevcut sistemi koruyacak önlemleri akla getiriyor.
AB'nin; ABD ve NATO'ya bağımlılığını hem kabul ediyor hem de eleştiriyor. Avrupa için stratejik özerklik reçetesi yazıyor. Fakat ilk adımda, Fransız ordusunu Avrupa'nın en etkin silahlı gücüne dönüştürmekten bahsedip, temel problemlere teğet geçiyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı'nda Avrupa'nın takındığı ortak tutumu övüyor. "Barış, mevcut durumu tanıyan bir ateşkes anlamına gelemez" diyerek Rusya'ya onurlu bir çıkış yolu göstermiyor.
Batı Balkanlar'a dönük AB genişlemesine değiniyor. Entegrasyon olmadan genişlemeye gitmeye karşı çıkıyor. Ama eskimiş AB'yi yeniden küresel aktör yapabilecek kapasitedeki Türkiye'ye dair tek laf etmeyip stratejik körlük sergiliyor.
Kafkaslarla ilgileneceklerini belirtirken, Minsk Üçlüsü bağlamında Karabağ sorununu neden yıllarca çözmediklerini izah edemiyor.
Irak, Suriye ve İran'a dönük bölgesel ajandasını açıyor. Suriye için tutarlı argümanlar ileri sürüyor. Terör örgütleriyle mücadelede şartı ile mültecilere sağlanması gerekli garantileri hatırlatıyor. Lakin sığınmacılar ve düzensiz göç meselesine karşı askeri yaklaşım dışında kalıcı çözüm getiremiyor!
Fransa'nın Afrika'daki askeri rolünü, yerel idarecilerin çağrısına bağlayıp, bir tür meşruiyet üretmeye çabalıyor. Fransa karşıtı duyguları, neo emperyalist ağların manipüle ettiğini öne sürüp, özeleştiri vermekten kaçınıyor.
İklim ve bio-çeşitlilik alanlarında ise dünyayı en çok kirleten ve sömürgeci geçmişi olan ülkelerin hesap vermesini gereğini kabul etmiyor. Bunun yerine Afrika ve Amazon bölgesindeki ormanlara ve karbon yutaklarına odaklanıp, Batı kaynaklı kirliliği temizlemeyi düşünüyor.
Listeyi uzatmak mümkün...
Elbette her ülke, kendi çıkarlarına göre uluslararası perspektif sunar. Ama BM Güvenlik Konseyi, AB, NATO gibi zeminlerde karar verici konumda olan ülkelerin, kaosa doğru sürüklenen küresel yapıyı, makyaj düzenlemeleri ile korumaları mümkün olmadığı gibi sert gücü ön plana çıkararak bugünkü konforlarını garanti etmeleri de artık imkânsız.
Yorum Yazın