Pazar günü Ali Sami Yen'de derbi var..
Dünya derbilerinden biri.. Galatasaray-Fener.. Ama bu defa derbiyi takımlar değil, hocalar oynayacak.
Takımlar olsa, Galatasaray tek favorim olurdu.
Çünkü..
Fatih Terim'in elinde, nerdeyse ayni gün ayni saatte biri Fener, biri Beşiktaş'la oynayacak kadar geniş ve lüks bir kadro var..
Ve bu kadro, lider Trabzon'dan 9 puan geride, 4'üncü.
Vitor Pereira'nın elinde ise, Ali Koç'un saçma sapan alım satımları ile çoğu on para etmez, Vitor'un oyun sistemi içinde çok kritik yerlere de adam bulunmaz bir sepet..
Bu kadro da liderin 10, Galatasaray'ın 1 puan gerisinde 7'nci.
Perşembe saat 10.30 itibarıyla bahis durumları şöyle..
İddaa, yani resmi siteler..
Galatasaray 1 liraya 1.90 veriyor.
Fener, 2.85..
Beraberlik 3 lira..
Yurt dışı, meşru kumar sitelerinde de durum aşağı yukarı ayni.. Yani, Türkiye ve dünya "Bu maç berabere bitmez" dercesine birleşmiş.. En büyük parayı "0" oynayanlar kazanacak...
Telefonlarımıza düşen genelde Uzakdoğu kaynaklı ama Kıbrıs üzerinden oynanan yasa dışı sitelerde görünüm ise, "Galatasaray favori" diyor.
Fener ve beraberlik büyük para veriyor.
Niye uzaklarda kesin favori Galatasaray görünürken, Türkiye'ye yaklaşınca bu ihtimal düşüyor?.
Davulun sesi uzaktan hoş geliyor da ondan..
İşte bu sebeple ben "İyi düşünün" diyorum..
Öyle "Top yuvarlaktır.. Derbide tahmin yapılmaz.. Derbide favori olan kaybeder" palavralarına sığınmasın medyamız. Herkes, altına imza koyduğu yazıya ve attığı başlığa, neye inanıyorsa onu yazsın.
İşte ben yazıyorum.
Favorim Fenerbahçe..
Çünkü bu maçı, takımlar değil, hocalar oynayacak.
İkisi arasında büyük fark var..
Vitor, kazanmak için oynuyor her maçı, Fatih kaybetmemek için.
Vitor, elindeki kadrodan, kazanmak için seçtiği 3'lü sisteme göre en iyi ekibi çıkarmak için hâlâ arama yapıyor. Çünkü çok geç geldi Fener'e..
Milli maç arası ilk defa nefes alma fırsatı buldu.
Fatih, Galatasaray'da nerdeyse ezelden beri, ama eski Fatih değil. Beynine işlemiş "Türk" nefreti hâlâ bitmedi. Hâlâ on para etmez yabancıları kullanıyor.
Türklere, hele de gençlere, ancak ve ancak elindeki yabancı sakat ya da cezalı olunca sıra geliyor.
Bu farkı kanıtlayan örneği hafta içinde yaşadık ve yazdım.
Muslera'ya atılan geri paslar ve topu ayakla kullanmayı bilmeyen Uruguaylı yüzünden on yıldır rakibe ne pozisyonlar vermiş ve goller yemiş takımı ve kalecisini hiçbir düzeltme yoluna gitmeden ve "Gık" demeden izlerken, hem de bir özel maçta, geri pasta ayakla vuruşunu yanlış yapan genç ve Türk kaleci İsmail Çipe'yi önce tribünden bağıra çağıra azarladı.
Sonra aşağı inip sahadan kovdu. Genç kaleciyi bitirdi, bile bile..
Bu farklı muamelenin sebebi ne sizce?.
Bir de.. Türk oyuncular Fatih'e güvenmiyor.
Harikalar yaratsalar bile, yabancının sakatlığı ve cezası bittiği an, mesela ertesi maç kenarda oturacaklarını biliyorlar ve öyle de olduğunu görüyorlar.
İkincisi.. Geçen yıl şampiyonluğu 1, tek bir gollük farkın averajı ile kaybeden Fatih, bu sene iyice korkak takım yapıyor ve iyice korkak oynatıyor.
Amacı sadece ve sadece yenilmemek.
Bu yüzden, hücum futbolu demek olan 3'lü savunmayı asla denemedi. Elinde bu ülke için harika 3 santrfor varken, "ikili santrfor" taktiklerini aklına getirmedi.
Nerdeyse 4-6-0 oynadığı maçlar oldu, ama mesela eldeki kadroya en uygun 4-4-2'yi, hatta daha da cesur 4-2-4'ü aklına bile getirmedi.
Bu takım nasıl olursa olsun, ilk 11'de kesin oynayacak Ömer ve bence yılın en iyi transferi Alparslan'ı öldürdü. Oysa Alparslan, Milli Takım hocası Kuntz'un bile bulamadığı "ön libero" için harika adamdı. Türk oynatmaz, öldürürse nerden bilecek ki Alman?.
Fatih Terim, pazar günü mesela şöyle bir kadroyu sahaya sürebilir mi?.
Muslera - Van Aanholt, Nelsson, Marcao, Ömer - Kerem, Alparslan, Taylan, Feghouli - Halil, Mostafa..
Fener'in en zayıf yanı savunması.. Sahip olduğu topu yüzde 80 kendi sahasında 2 stoper, kaleci üçgeninde aptal paslarla vakit geçirmeye, yani beraberliğe razı olduğu için, taçları, hatta rakip yarı sahadaki frikikleri bile geri kullanmaktan vazgeçip, iki bekini, önlerindeki kanat adamlarıyla hızlı ikili hücumlara çıkarabilir mi?. Bu hücumlarda topu, Fener'in en iyi olduğu hava savunmasına aptalca ortalarla (Orta devri bitti. Artık pas var. Havadan pas, yerden pas..) ziyan edeceğine, yerden kısa paslarla yaklaşma ve şut pozisyonunda mesafeye bakmadan şut atmayı ezberletebilir mi?. Gol için kalenin içine orta yapmak ya da o kalabalığın içinde kısa paslarla daha da yaklaşmayı denemek aptalca olmuyor mu?. Fatih'in adamları "gelişine vurma"yı bilmiyorlar mı?. İlle rakibe ve kalecisine vakit kazandıracak topa basma, durma, dönme ve ölme eşeğim ölme bir kaleciye pas gibi üfleme şutu..
Ama bütün bunlar ve daha fazlası "Hele bir yemeyelim de, arada bir tane atarsak ne âlâ" kafası ile olmaz..
Diyelim oldu ve maçın son 10-15 dakikasına girildi. O zaman Fatih, Muslera'nın önündeki 10 kişiyi de 18'in içine çekiyor. Maç tek kale ya da duvar tenisine dönüyor.. O zaman Fener olmaya gerek yok. İkinci kümeden bir takım gelse, onun bile gol şansı var..
Ki Fener'in hiçbir takımda olmayan bir üstünlüğü de var. Gole ihtiyacı olduğu son dakikalarda, hakem düdüğü çalana dek, çılgınca bir hırs ve inatla oynuyorlar. İstatistiklere bakın, 80'lerden sonra, hatta uzatma dakikalarında en çok gol atan takımın Fener olması, onların bu hırsı kadar, rakiplerin aptalca çekilmesinden. İki stoperi bile santrfor gibi oynayan takıma, ikinci, üçüncü golleri atmayı, o korkak yüreklerin hiçbiri düşünemiyor bu ülkede.
Nasıl düşünsünler.. Fatih bile öyle oynuyor..
Dahası.
Fatih durmadan duran toptan ve kornerden gol yiyor. Hatta kendi attığı taçtan bile gol yiyor, ama on korner attığı maçta korner pozisyonu yok..
Bunların da önlemini yıllardır alamadı. Çünkü yanında, kendi bilmediği şeyi (Bilmek zorunda da değil.. 30 yardımcı hoca ile çalışan Liverpool hocası her şeyi biliyor mu) bilen adamı barındırmıyor. Onun istediği, tribüne hoş görünen, ama her dediğine eyvallah diyen, alkış tutan eski kahramanlar..
Ümit gibi.. Hasan Şaş, Selçuk, Necati gibi..
Taç için topu eline alan, her taçta en az 20, 30 saniye ziyan ediyor. Çünkü "Kime atayım?" diye etrafa boş boş bakıyor. Sonunda ve genelde rakibe atıyor.
Taç atmayı öğrenemedi Galatasaray..
En büyük yanlış, eksik ve facia..
Yardımlaşma yok bu takımda..
Adamın biri topu alıyor. Etrafa bakıyor. Kendini gösteren yok.. Büyük takımda böyle durumda en az 3 kişi olur. Top sahibi en iyi gelişme için tercih şansına sahip olur ve zekâsını kullanır. Bizde seyredin, herkes eli belinde topu tutan ya da süren adamı seyrediyor, "Bakalım ne yapacak?" diye.. Oyun kurucu etrafta oyunu kuracak arkadaş göremezse ne kuracak?. Pişti masası mı, Fatih Terim?.
Bu takıma yıllardır, yardımlaşmayı ve oyunun gelişmesinde başrolü oynayacak "top sahibine kendini gösterme"yi de öğretemedin..
O zaman, Vitor'un "kazanmak için" oyun kurması yeterli, korkak Fatih'in "duran" adamlarını yenmesi için..
Galatasaray'ın umudu mu?.
Milli Takım'ın Alman hocası, Fatih Terim'e özellikle, Türkleri ve gençleri nasıl kullanacağını öğretebilmişse birazcık, o zaman, işte o zaman Vitor'un puan alması, futbola değil, şansa, hakeme ve VAR'a kalır..
***
ÖYLE BİR NUTUK Kİ...
Önce Cumhuriyet Bayramı, sonra 10 Kasım..
Arada doğum günüm.. Sürpriz bir armağan aldım.
Üzerinde "Nutuk - Gazi Mustafa Kemal Tarafından" yazılı bir kutu.. Açınca üç ciltli kitaptan oluşan harika bir NUTUK koleksiyonu ile karşılaştım.
Bu çok çok özel armağan, İzmir'den, sporun, kültürün, sanatın ve uygarlığın sponsoru dostlar kurumu Folkart'tan gelmişti.
Folkart, bir yapı şirketi; ama dönem dönem imzasını attığı kalıcı kültür projeleriyle büyük bir hizmeti gerçekleştiriyor. Hiç unutmuyorum.
İzmir'de Folkart Gallery'de geçtiğimiz yıllarda, Türkiye'de hiç görülmemiş kapsamda çok önemli bir Atatürk sergisini gezmiştim.
Sergide çok sayıda obje, Atatürk'ün özel hayatında iz bırakan eşyaları ve bir bölümü hiç yayınlanmamış 150 Atatürk fotoğrafı yer alıyordu.
"Büyük Dâhi / Gazi Mustafa Kemal" isimli bu sergiyi gözlerim dolarak, duygudan coşarak izlemiştim. Yazmıştım da size..
İzmir halkının kocaman bir sevgi seliyle karşılaşan sergi, büyük bir yankı yaratmış, Türkiye'nin hafızasına yaptığı yolculukla, geride çok derin bir iz bırakmıştı. Hatırladığım kadarıyla, birkaç kez süresi uzatılmış; bir yıla yakın açık kalmış sergiyi tam 200 bin kişi gezmişti.
Bu sevgi rekoruna öncülük yapan Folkart, kuruluşunun 15. yılında, hem Atatürk'ü çok anlamlı, kalıcı bir şekilde anabilmek, hem de Türkiye'nin hafızasına yeni parlak bir not düşmek için, yine ayakta alkışlanacak bir iş yapmış.
Folkart Yönetim Kurulu Başkanı, çok sevgili dostum Mesut Sancak, yüzlerce yıl sonra bile her kütüphanede en ayrıcalıklı yeri alabilecek çok özel bir Nutuk Koleksiyonu'nun ortaya çıkmasına öncülük yapmış.
Projenin direktörlüğünü Fahri Özdemir üstlenmiş.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 1927'de okuduğu Nutuk'un TBMM üyeleri için hazırlanan "özel nüsha"sının tıpkı baskısı, bu özel nüshanın Prof. Dr. Zafer Toprak tarafından "Latin harflerine çevirisi" ve ayrı bir kitapta "egemen ulus anlayışını içeren yorumu" koleksiyonda üç özel cilt olarak yerini almış.
Sevgili dostum Mesut Sancak, özel mektubunda ne güzel ifade etmiş..
"Kurumumuzun kuruluşunun 15. yılında;
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk'u, Cumhuriyet Türkiye'sinin kuruluşunun taçlandırıldığı, Kurtuluş Savaşı'nın derin izlerini süren, en temel tarihsel tanığı olma özelliğini taşıyan NUTUK, bu ülkeyi gelecek nesillere emanet eden bir anlayışın, kutsal bir belgesidir." Türkiye'nin en önemli, en değerli Cumhuriyet tarihçilerinin başında gelen Zafer Toprak hocamızın koleksiyonun ayrı bir parçası olan kitabı da, sanki NUTUK'u daha iyi anlama kılavuzu gibi.
Folkart, bu müthiş, bu çok değerli Nutuk Koleksiyonu'nu özel olarak numaralandırıp 1500 adet bastırmış.
Sevgili Mesut, beni yine duygulandırdın.
Gözlerim yine doldu. Son yıllarda aldığım en güzel armağan oldu bu.. Var olasın!.
Emek veren herkese kocaman teşekkürler.
Ayrıca..
Ünal Ersözlü dostumuzdan haberi aldım. Önümüzdeki ay yine Folkart Gallery'de, İbrahim Çallı sergisinde buluşmak üzere!.
***
TEBESSÜM
(Bugün de gene hem tebessüm edin, hem düşünün..)
Komşu- Sen nasıl oluyor da hep doğru yolu seçiyorsun?.
Öbür komşu- Sen niye benim iki yol gördüğümü farz ediyorsun?.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Umut, yıldız gibidir. Güneşin pırıl pırıl ışığındaki keyifte değil, gecenin zifiri karanlığındaki sıkıntıda görünür. C.H. Spurgeon
Yorum Yazın