Eskiden dillerden düşmeyen bir şarkı vardı: “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar/yeryüzünde sizin kadar yalnızım/Bir haykırsam belki duyulur sesim/Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım”
Şarkıyı dinleyen herkes kendi yalnızlığının derinliklerine iner, hüzünlenirdi.
Bazen kalabalıklar arasında Robinson’uz. Çoğu zaman yürüdüğümüz yol bizi yalnızlaştırır. N. Atsız, kutsal yolların bizi bir yalnızlığa götürdüğünü “Bir kemiğin ardından saatlerce yol giden, itler bile gülecek kimsesizliğimize” diye dile getirir.
Herkesin gittiği yoldan gitmemek, ya da zirveye çıkmak yalnızlığa sürükler insanı. “Sürüden ayrılanı kurt yer” diye korkuturlar bizi, kalabalığa karışmamızı isterler. Ya da “yalnızlık Allah’a mahsustur” diye yalnızlığın kutsal bir makam olduğu beşer olarak yerimizi bilmemiz gerektiği söylenir.
Aslında her insanda bir yalnızlık duygusu vardır. Ama herkes kendi başına yaşar yalnızlığını. Özdemir Asaf’ın dediği gibi yalnızlığı kimse paylaşamaz, paylaşırsa yalnızlık olmaz.
Bir gün Gustave Janouch, sohbet esnasında Franz Kafka’ya şöyle bir soru sorar:
-Gerçekten o kadar yalnız mısın?
Kafka evet anlamında başını sallar.
Gustave Janouch vurgulamak ister:
-Kaspar Hauser kadar mı?
Kafka acı acı güler:
-Onunkinden de beter… Ben Franz Kafka kadar yalnızım!
Eğer kalabalıklar yoruyorsa insanı ve kirlemişse insan ilişkileri, yalnızlık acı da olsa tercihe değerdir.
Yorum Yazın