Önceki gün nereden geldiği belli olmayan bir haber ortalığı karıştırdı.
Özeti şuydu:
Her gün 10 bin adım atmanıza gerek yok, 4 bin 400 adım yeterli... Araştırmanın kaynağı da taş gibi sağlamdı: Harvard Üniversitesi...
Öyle olunca da zaten hazır olan ruhumuzu anında rehavet kapladı.
*
Dün sabah Prof. Melih Us aradı... Hani COVID sırasında yıldızı parlayan hoca.
“Sen o araştırmanın ayrıntılarını okudun mu” diye sordu.
Hayır sadece haberi üstünkörü okumuştum.
Prof. Melih Us “Ben sonuna kadar okudum, durum pek öyle anlatıldığı ve yazıldığı gibi değil” diyerek durumu 7 madde halinde özetledi:
*
BİR: Bir kere yeni haber değil. 2019 yılında JAMA dergisinde yayınlanan bir çalışma...
*
İKİ: Ortalama yaşı 72 yaş olan kadın hasta grubunda yapılmış.
*
ÜÇ: 16 bin 741 kadında 7 günlük adım sayısına bakılmış. Doğru: İlk sonuç şöyle: Günde ortalama 4 bin 400 adım atanlar ile 2 bin 700 adım atanlar karşılaştırıldığında ölüm oranı azalıyor.
Yani “Evet ama yetmez” durumu var.
*
DÖRT: Ama o cümlenin devamı var: 7 bin 500 adım atanlarda ise ölüm oranının daha da azaldığı tespit edilmiş.
*
BEŞ: Çalışma 70 yaş kadın grubunda sadece adım sayısını 1 haftalık zaman diliminde ölçmek şeklinde tasarlanmış. Oysa ölüm oranını bu yaş grubunuzda etkileyebilecek çok faktör var.
*
ALTI: Bu araştırmaya bakarak, konuyu sadece adım sayısına indirgersen çok yanlış bir şey yapmış olursun. Egzersizin yoğunluğu, sıklığı ve süresi diğer önemli faktörlerdir. Aktif bir yaşam tarzı bütün tıp kılavuzlarında önemi en çok vurgulanan konulardan biridir.
*
YEDİ: Bilimsel verileri bu şekilde yanlış yansıtmak yerine halkı spora ve aktif yaşama teşvik etmeliyiz. Yaşa ve bünyeye uygun şekilde düzenli spor yapmak kendinize yapacağınız en iyi yatırımdır.
*
Hocanın hafif fırça şeklindeki konuşması biterken tabii ki aklımdaki soru şuydu:
Bu durumda adım meselesi ne olacak?
Önceki gün 10 bin adım diyorduk. Dün 4 bin 400 adım oldu. 24 saat sonra 7 bin 500 adıma çıktık. Yarın yine 10 bin adım mı?
BAĞ YOLU YÜRÜYÜŞ ÖLÇÜLERİM: 5 KM, HANGİ RİTİM VE NABIZ NE
Kendi payıma uzun zamandır adım saymak yerine mesafeye bakıyorum.
Kendi kendime uyguladığım program şu:
Günde 5 km yürüyüş.
Yürüme ritmim 5 km’yi 48 dakikada yürümek.
iWatch’daki “kardiyo fitness” ölçüm: 37.4 ile 38 arasında bir rakam.
Nabzımı 115’e kadar çıkarıyorum...
Yaz aylarında yürüyüş dışında 1 saat 15 dakika yüzüyorum.
Boy 1.81. Kilomu 78’de fikslerim. Aslında 76’ya inmek istiyorum ama o zaman yüzüm çöküyor.
PANDEMİ BEZGİNİ BİR YAZARIN BUGÜNLERDEKİ RUH HALLERİ
GAZZE OLAYLARI: Beni çok üzüyor, içimi acıtıyor ama itiraf edeyim ilgilenemiyorum, seyredemiyorum, zaplıyorum...
*
İSRAİL VAHŞETİ: İsrail’in yaptığına kızıyorum, öfkeleniyorum, içimden Netanyahu’ya küfürler ediyorum ama nedense kendimi Filistin taraftarı olarak da göremiyorum...
*
FENERBAHÇE HABERLERİ: Çok ilgimi çekiyor, Emre Belözoğlu ne olacak, kalacak mı gidecek mi, çok merak ediyorum, fikrim var ama fikrimi söylemek istemiyorum...
Birinciliği Beşiktaş’a kaptırmamıza nedense üzülemiyorum, ama ikinciliği Galatasaray’a kaptırmış olmamıza nedense deliriyorum...
ORDU DUVARLARINDAN SONRA YİNE NEW YORK KAPAKLARINDA
TÜRKİYE’nin dünyaca en tanınmış çizerlerinden biri Gürbüz Doğan Ekşioğlu...
Pandemi döneminde olağanüstü şeyler çizdi ve Instagram hesabından paylaştı.
Gürbüz’ün daha önce yanılmıyorsam iki kedi çizimi New Yorker dergisinin kapağında yer almıştı.
Şimdi yeni ve harika bu çizimi yeniden derginin kapağına çıktı.
Ordulu bir sanatçı ve şehrin duvarlarında da eserleri var.
Bir sanatçının yerelden küresel evrene geçişi işte böyle olur.
YILIN GASTRONOMİ SORUSU
PİZZANIZIN ÜZERİNDE ANANAS HARİKA BİR FİKİR Mİ YOKSA NE
GASTRONOMİ tarihinin en ilgi çekici tartışmalarından biri 1962 yılında başladı.
O yıl Sam Panopoulos isimli 20 yaşında Yunan bir genç ülkesini terk edip Kanada’ya yerleşti.
Orada bir restoran açtı ve ne olduysa işte o restoranın mönüsüne koyduğu bir yemekten sonra başladı.
*
Yunan bir gençti ama tartışmaya neden olan yemeği ne ahtapot, ne kalamar, ne balık ne de musakka ile ilgiliydi...
Aslında yaptığı klasik bir pizzaydı. Hamurunun yanında klasik malzemelerini kullandı.
Mozarella peyniri, jambon vs yani...
Ama o pizzanın üzerine sıra dışı öyle bir şey koydu ki, gastronomi dünyası ikiye bölündü, yeme içme tarihinin “soğanlı menemenden” bir önceki en büyük tartışması başladı.
*
Yunan restorancı pizzanın üzerine ananas dilimleri koydu.
Adını da “Hawaiian Pizza” koydu...
Aradan 60 yıl geçti ve dünyanın en etkili dergilerinden Economist bunu yine gündeme taşıdı.
Ananaslı pizza muhteşem bir tat mı...
Yoksa felaket mi...
2 BAŞBAKAN ANANASLI PİZZA YÜZÜNDEN BİRBİRİNE GİRDİ
ECONOMIST grubunun yayınladığı “1843” adlı kültür ve sanat dergisi 10 Mayıs’ta çıkan yeni sayısında gastronominin en büyük kutuplaşma konusunu geniş biçimde incelemeye ayırdı. Tartışmanın en alevlendiği yıllar 2014-2017 arasıydı.
Time dergisi 2014’te ananaslı pizzayı “Tüm zamanların en etkili 13 pizzasından biri” seçti.
2017 yılında ise konu siyaset sahnesine taşındı.
İzlanda Başbakanı Guoni Th. Johannesson “Elimde imkân olsa bu feci pizzayı yasaklardım” dedi.
Cevabı bu pizzanın icat edildiği Kanada’nın başbakanı Justin Trudeau’dan geldi.
“Hayatımın sonuna kadar bu büyük ve leziz Kanada pizzasını savunacağım” dedi.
Benim fikrimi sorarsanız... Onu sonraki yazıda kritik bir soru ile anlatacağım.
PEKİ LAHMACUNUN ÜZERİNDE ANANAS NASIL FİKİR OLURDU
PİZZAYI çok severim.
Ama lahmacunu daha çok severim.
Dün 1843 dergisinde bu tartışmayı okurken tabii ki sivri zekâm hemen o konuya dokundu: Madem ananas pizza üzerinde iyi gidiyor, lahmacun üzerinde nasıl olurdu?
Uzakdoğu mutfağında acı, ekşi ve tatlı tatların yan yana karışık halde sunulmasını çok seviyorum...
Ama lahmacun üstü ananas...
Doğrusu karar veremedim.
Konuyu Vedat Milor’a havale ediyorum.
Yorum Yazın