Pazar günkü köşe yazımda, beni mutlu eden, hatta kaybettiği oyuncağını bulmuş çocuklar gibi ağlatan iki olaydan bahsetmiştim.
Birisi, Türk Dünyası Korkut Ata Film Festivali'nde ödül vermek için sahneye davet edilip, kısacık konuşmasında, "Buradan hepimiz ellerimizi kaldırıp Doğu Türkistan'da Uygur Türkleri kardeşlerimize selam yollayalım'' ifadesi, diğeri ise Sayın haluk Bilginer'in sosyal medya hesabından merhum Sezai Karakoç hakkında yaptığı paylaşım...
Yazı yayınlandıktan sonra, kimi okurlarım Sayın Haluk Bilginer adını taşıyan hesabın fake- feyk hesap olduğunu ilettiler, kimileri de yazımı düzeltmemi istediler.
Ancak, ben yazımda bilerek düzeltme yapma ihtiyacı hissetmedim ve düzeltmedim!
Çünkü, özellikle sosyal medyada, o kadar çok çirkinlikler var ki!
Oysa çirkinlik, bırakın bizim medeniyet, kültür normlarımızı dini, dili, ırkı ne olursa olsun eşrefi mahlukat insana asla yakışmamakta!
Sosyal medyada kullanılan bu dil, ne Anadolu coğrafyasına ne İslam Medeniyetine ne de Türk Kültürüne yakışmak bir yana, kimseler kusura bakmasın, ama utanılacak bir halde!
Bırakın, birinin ayıbını örtmeyi, yakışıksız, ahlaksızca küfürler, hakaretler, iftiralar gırla...!
Oysa, dinimiz ahlak dini...
İftiranın, dedikodunun günahı, her akıl sahibince malum...
Adeta her birimiz, medeniyetimizin kilometre taşlarından Mevlana'nın öğütlerinden habersiziz!
Ağzımızı her açtığımızda da mangalda kül bırakmaz, Hazreti Pir'den dem vururuz!
Oysa, hiçbirimiz (istisnaları tenzih ederim), "Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol'' öğüdü gereğince, üslubumuzu belirlemiyoruz!
''Eline, beline, diline sahip ol'' diye öğütleyen Hünkar Hacı Bektaş Veli değil mi?
Ya, ''Biz gelmedik kavga için, bizim işimiz sevgi için, gönüller yapmaya geldik'' diyen Yunus Emre...?
Bütün bunlardan habersizler, ama Mevlana'nın ''Gitme'' sini, nedense herkes sosyal medyadan paylaşmakta(!)
Gelelim, Sayın Haluk Bilginer adına açılan fake- feyk hesabından yapılan paylaşımı, düzeltmeme sebebine.
Birincisi paylaşım, güzele dair bir paylaşımdı, ondan düzeltmedim!
Güzel bir vatan coğrafyasında, dünyanın en güzel yürekli insanlarıyla beraber yaşarken, güzelliklere bu kadar susamış olmamızı kabul edemediğim için düzeltmedim!
Beni daha iyi anlamanız için, Hazreti Pir'e ait bir menkıbeyi arz etmek isterim...
Şems alır başını gider ve Hazreti Pir dostunun gidişine çok üzülür...
Her devirde olduğu gibi değerlerin ve kişilerin üzerinden, kişilerin duygularının üzerinden geçinenler sınıfı, durumu fırsat bilip harekete geçerler...
Dönemin geçinenler sınıfı mensupları birer birer Hazreti Pir'e gider, ''Şems'i gördüm'' der ve Hazreti Pir'de kaftanını çıkarıp verirmiş!
Durumu gören oğlu Bahaeddin Veled, ''Sana yalan söylüyorlar'' dediğinde, Hazreti Pir, ''Ben kaftanımı onun yalanına verdim, doğru söyleseydi canımı verirdim'' der!
Ben yalanına meftun oldum, ya gerçeğine...?
Ne yapalım, bu güzel vatanda, bu güzel milleti güzelliklere hasret bırakanlar utansın!
Efendim, yarın 24 Kasım Öğretmenler Günü...
Ben, Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden merhum dedem Ahmet Yenilmez'in adını taşıyorum. Beni ilk tiyatro sahnesine çıkaran da dedemin öğrencisi Saygıdeğer Öğretmenim Osman Kurucu ve çocuklarımın anası da bir öğretmen...
Şimdiden, başta dedem olmak üzere ebediyete intikal etmiş öğretmenlerimize rahmet, hayatta olanlara iki cihanda da mutluluklar dilerim.
Biz biz olalım, öğretmenlerimizin öğrettikleri üzere hayatımızı dizayn edelim, derim.
Çünkü, onlar kocaman kocaman hatalarımızı örtüp, ufacık meziyetlerimizi ortaya çıkarmak için, iğne ile kuyu kazan insanlardır!
Yorum Yazın