Yediğimiz içtiğimizden tutun da söylediğimiz sözden, giydiğimiz elbiseye kadar hemen hemen her şeyin ismi de cismi de tabiatı da değişti!
Mesela, "Gardaş memleket nere" sorusu vardı bir zamanlar, aldığın cevaba göre de, "Öyle mi, peki neresinden" sorusu gelirdi !
Hele ki, hemşeriler aynı ilçeden iseler hangi mahalle , hangi köy derken, "Kimlerdensin?" sorusu sorulduysa, bu sorgulamanın neticesi sımsıkı kucaklaşmaya kadar giderdi! Şimdilerde, sizi bilmem, ama ben kendi başıma alışverişe gidemiyorum, ne gideceğim yeri, ne adını biliyorum, hadi bildim diyelim yine yetmiyor, ne nereden alınır onu da bilmiyorum da ondan..!
Sadece ben mi..?
Akşamcı takımı bile aynı dertten mustarip!
Düşünsenize, memleketinin şehir gazozunu, hadi bir de sarı gazozla siyah gazozu bilen biri, şu anda içecek raflarından ne alabilir ki?
Dahasını da diyeyim, güler misiniz, ağlar mısınız siz karar verin!
Ben eve ekmek almaya da korkuyorum, çünkü, "Gluten" diye bir şey çıkmış!
İlkokul son sınıfa kadar anasının pişirdiği mısır ekmeği ile büyümüş, Ramazan ayında alınan unun yufka yapımından artan kısmıyla anasının ekşi maya ile yaptığı tava ekmekten ötesini bilmeyen biri olarak, şimdiki raflardan hangi ekmeğin glutenli, hangisinin glutensiz olduğunu nasıl bilip de alacağım?
Yaşı kırkın altında genç insanlarla yaptığın sohbetlerde, yukarıda saydığım soruların ilkinde kalıyorsun!
Çünkü, ilk sorunuza alacağınız cevap, "Şuralıyım, ama ben hiç görmedim" oluyor, tutulup kalıyorsunuz!
İşte, ondandır ki, Sılayı Rahim can çekişiyor!
İnsanlığın başına bela Covid19 olmasaydı, nice insan memleketini, köyünü, atasının mezarını göremeden ölecekti!
Allah muhafaza Sılayı Rahim ölürse ....!
Yüreğinizi daraltmak istemem, ama şu kadarını diyeyim, cemiyette taciz, tecavüz, cinayet, milletler arasında soykırıma varan katliamları yaşadığımızın da idrakinde olalım!
Korkudan, tel örgülü, yüksek duvarlı evlerde, gezen polis devriyesine rağmen, sınır kapısını andıran kapılarda özel güvenlik, yetmedi sokağının her bir karesi kameralı, mapushanelerde bile olmayan çelik kapılı sözüm ona evlerde (kale misali) yaşıyoruz!
İnsan, ister istemez düşünüyor, kim mahpus diye?
İçimizde, hanemizde, site bloklarında, rezidanslarda bir savaş hali mi yaşıyoruz ne?
Bu tabloyu değiştirmeye bir tek kelime yetecek biliyor musunuz?
Helalleşme!
Evet, helalleşme!
Savaşı, barış bitiremedi!
Kırk kere denendi bitmedi!
Anamın sacda pişirdiği mısır ekmeği ile kurduğu sofranın üç adı vardı, düğün sofrası, cenaze sofrası, bir de küskünlerin, mağdur ile mağrurun helalleştiği Halil İbrahim sofrası!
Neden mi?
Barış masasına oturanlar, her biri bir eli ya arkasında ya da cebinde otururlar masaya, oysa helalleşmeye koşanların her iki eli de yanlara açılmış olur!
Hülasa, son günlerde dillere pelesenk, "Barış" kelimesi de son günlerin modası glutenli ekmeğe benziyor!
Ne dersiniz?
Şöyle, seksen üç milyonun oturacağı bir Halil İbrahim Sofrası güzel olmaz mı?
Yorum Yazın