Arkadaşlarla bir araya geldiğimizde, ülkede gündem olan bir konu üzerinde konuşmaya başlar ve konudan fazla sapmadan aynı konuyu konuşarak bitirirdik. Şimdi ise hangi konudan bahsedeceğimizi şaşırdık. Çünkü gündemdeki konuların ardı arkası kesilmiyor, daha biri üzerine düşünemeden bir diğeri geliyor. Gelen konu gideni aratıyor, giden konu, merak etmeyin yakında benden tekrar konuşacaksınız diyerek, halının altına süpürülüyor. Sanırım, sadece bizde değil, tüm dünya benzeri gündemlerle meşgul oluyor, ediliyor. Ben de bugün, birden fazla konuyu ele almaya karar verdim.
Öncelikle, geçen günlerde ülkemizde yaşanan Ayçiçek yağı yağmasından bahsedelim! Bir televizyon kanalının Ayçiçek yağı hakkındaki spekülatif haberinin ardından, bir Ayçiçek yağı yağmalaması yaşandı. İnsanlar beşer onar adet 5 litrelik Ayçiçek yağlarına, yarınlar yokmuşçasına hücum etti. Piyasanın belki de dört beş ayda satacağı yağı, millet bir gecede bitirdi. Bu anormal yağma süreci yüzünden Ayçiçek yağı piyasasının dengesizleşmesi zaten beklenen bir durum. Peki, bu nasıl ve neden oldu? Olayın birkaç gün öncesinde, sıvı yağ ithalatındaki %36 olan gümrük vergisi sıfırlandı. Dolayısıyla, gelecekte ülkemize giriş yapacak olan sıvı yağlar, daha ucuza halkla buluşacaktı. Bu durumun öncesinde marketler tarafından yüksek gümrük vergisi ile alınmış olan yağlar da ister istemez, yeni piyasaya göre satılacaktı. Büyük marketler mamullerini yüksek miktarlarda aldığı için, elinde büyük stok olanlar sıkıntıya düşecekti. Peki, ne oldu? Sihirli bir değnek misali, bir televizyon kanalı yağlar hakkında spekülatif bir habere yer verdi. Sonuç, zincir marketler ellerindeki yağları bir gece de eritti! Olan yine televizyon haberlerine itimat eden tezcanlı vatandaşlarımıza oldu. Vatandaş, bir senelik belki daha fazla yetecek yağı, evinde depoladı. Satan razı, muhtemelen gazı veren de razıdır, peki ya alanlar, önümüzdeki süreçte yağları aldıklarından belki daha uygun fiyata raflarda görünce, ne kadar razı olabilecekler?
Yine, haberlerde duyup görüyoruz ki, Ukrayna ve Rusya savaşıyor. Ve bu iki ülke, dünyaya en fazla tahıl üretip satan iki ülke. Çok değil yakın zamanda, dünya iki büyük savaş tecrübe etti. Bu savaşlarda insanoğlunun inim inim inlediği asıl mesele, gıdaya ulaşım oldu. Bir nevi kıtlık... Bu kıtlık meselesinden, İkinci Dünya Savaşı'nda en çok çeken de Ukrayna oldu. Ukrayna'nın ürettiği malzemenin büyük bir kısmını ister istemez stoklayacağı, ilkokul çocuğunun bile yapabileceği bir öngörü olur. Zaten, neredeyse ülkenin tamamı Rus güçleri tarafından kuşatıldığı için, malların ülkeden rahatlıkla çıkamayacağı da aşikar! Yalnızca Moldovya kapısı açık kaldı, o da ne kadar sürer belli değil. Rusya ise neredeyse dünya çapında bir ambargoya maruz kalıyor. Bu durum, Rusya'nın da ne olur ne olmaz diyerek, en azından temel gıda maddelerindeki ihracatını kısmasına sebep olacaktır. Türkiye tahıl ithalatının büyük bölümünü, Rusya ve Ukrayna'dan sağlıyor. Tahıl tedarikinde problem kendini göstere göstere geliyor. Bunun sonuçları aylar sonra ortaya çıkacak gibi, peki kucak açıp bu tehlikeyi bekleyecek miyiz? Aslında, ferasetli bir politika ile önüne geçilebilecek bir durum. Türkiye yakın tarihe kadar tarımda kendi kendine yetebilen bir ülke idi. Böylesi uluslararası sorunlu dönemlerde acil müdahale şarttır. Bol karlı geçen bu kışın hemen ardından, ekim yapılmayan verimli arazilere büyük teşviklerle veya direk devlet eliyle buğday ekimi yapılabilir. Hasat dönemi çok uzun sürmeyen bu tarım, ülkenin ilerideki uluslararası stratejilerini bile pozitif yönde etkiler. Ayrıca mısır ve Ayçiçek gibi ürünler için de benzeri bir politika izlenirse, olası savaşa dahil olmamayı da başarırsak, ihracatta elimiz güçlenebilir.
Yakın tarihlerde planlaması eskilere dayanan bir uygulamaya, "Paris İklim Anlaşması"na, neredeyse tüm ülkeler imza attı. Anlaşmanın amacı karbon salınımını en aza indirgeyerek, sözde küresel iklim krizinin önüne geçmek. Hani, şu devasa fabrikalar dururken, ineklerin gazına kafayı taktıkları mesele! Bu mesele, sadece büyükbaş hayvan popülasyonunu düşürmeye yönelik zararlar getirmeyecek, içerisinde bizzat yaşadığımız durumların da sebebi olabilecek. Mesela, akaryakıt zamları.... Küresel mekanizma, attığı tek bir taşı yalnızca tek bir kuş için kullanmaz. Çıkan savaş, küresel çapta bir ekonomik krize yol açar, küresel çapta bir gıda krizine yol açar, aynı zamanda küresel çapta bir akaryakıt krizine de yol açar. Adamların köpeksiz köyde değneksiz gezmesi sonucu, vuracakları kuş sayısını arttırabiliriz. Fakat, her geçen gün acı bir şekilde hissettiğimiz akaryakıt zamları, yalnızca bizim ülkemizde değil, dünya çapında kendini hissettiren bir durum. Her ülkede olan Dolar bazlı zam, Türk Lirası kurunun düşük olmasından kaynaklı, bizde daha fazla hissediliyor. Peki, bu durum kime yarar? Küresel iklim krizi ile mücadele kılıfı altında yeni teknoloji elektrikli araçlara, hızla tüm dünyayı geçirmeye çalışan devasa üretici şirketlere... Yollarda tek tük görmeye başladığımız elektrikli araçlar, gerek yakıt tedariki gerekse araçların fiyatlarından dolayı fazla yayılamadı. Fakat bu durumda, akaryakıtla çalışan araçların fiyatları ve akaryakıt fiyatları hızlıca bir geçiş süreci yaşatacak gibi duruyor.
Değinmek istediğim bir konu da sosyal medyada karşılaştığım İtalya Temsilciler Meclisi Üyesi Giorgi Meloni Hanım'ın Batı'ya yaptığı şu serzeniş. Olduğu gibi yazacağım:
"Emmanuel Macron'un sorumsuzluğuna yazıklar olsun. Libya'yı bombalayanlar onlardı. Çünkü İtalya'nın Kaddafi ile enerji alanında özel ilişkilerinin olması onları endişelendiriyor. Aynı anda bizi bu hale getiren göç dalgalarının önünde bulduk kendimizi. Bu arada Fransa, Afrika'yı sömürmeye devam ediyor. 14 ülkede para birimi bastırıp üzerlerini damgalıyor. Ve çocukları madenlerde çalıştırıp hammadde edinmeye devam ediyor. Fransa nükleer reaktörleri için kullandığı uranyumun yüzde 30'unu Nijer'den çıkarıyor. Ve Nijer nüfusunun yüzde 90'ı elektriksiz yaşıyor. Bize ders vermeye kalkma Macron. Çünkü Afrikalı'lar senin politikan yüzünden kıtalarını terk etmek zorunda kalıyor. Çözüm Afrikalıların Avrupa'ya göç etmesi değil. Aksine Afrika'nın Avrupalılardan kurtulmasıdır. Sizde ders almayı kabul etmiyoruz. Yeterince açık mı?"
Evet, yeterince açık. Ben demiyorum, İtalyan Meloni söylüyor. Hanımefendiyi söylediklerinden dolayı tebrik etmekle beraber, İtalya'nın Kuzey Afrika'daki kabarık defterine de bir gün değinmesini tavsiye ederim. Neticede görüyoruz ki, Batı kendi kendisini gayet iyi tanıyor. Görünen o ki, Avrupa devletleri arasında da sular ısınıyor. Önümüzdeki günlerde batının kirli yüzünün, yine kendileri tarafından dünya gündemine taşınacağını tahmin ediyorum.
Velhasıl kelam, bunlar hızla değişen, günlere sığmayan gündemlerin sadece bir kısmı idi. Hızlı yaşanan, hızlı tüketilen ve hızla tükenilen dünyamızda biraz yavaşlayıp, gündemin içinden kendimizi çekerek, ne oluyor diye, hem kendimize hem çevremize sormamız gereken süreçlerden geçiyoruz.
Yorum Yazın