Senelerden beri hasrettim bu görüntüye.. "Senelerdir" dediğim, nerdeyse yarım asır..
Ben bu mesleğe başladığım ve maçları, televizyon olmadığı için sadece çıplak gözle izleme şansımızın olduğu günlerde, seyirci, hemen her takımın seyircisi, tribünde şöyle bağırırdı..
"Yenilsen de yensen de, taraftarın seninle.."
Sonra o seyirci değişti. Tribünlere alkışlamak değil, sövmek, söverek içini boşaltmak isteyen bir seyirci kitlesi gelmeye başladı. Önce rakibe sövmeye başladılar. Sonra kendi takımlarına, kendi oyuncularına da sövmeye giriştiler..
Kimsede "Yenilsen de" diyecek yüz de kalmadı, hak da..
Geçen hafta, Trabzon'un uzun bir sakatlıktan dönen gencecik yıldızı, Milli Takım'ın umudu Abdülkadir Ömür'ü, hem de dönüşünün ilk maçında ağlattı, Trabzon(!) taraftarı..
Onun arkasından, devre arasında soyunma odasına, hem de kendi sahasında 2-0 yenik gitmeye hazırlanan Beşiktaşlı oyuncuları, taraftarları kapalı tribün önüne çağırdı, uzun uzun tezahüratla..
Takım oraya gelince de ayağa kalkıp alkışladılar hep beraber..
Beşiktaş maçı 2-1 yenik bitirdiğinde ayni sahne, daha da büyük coşku ile tekrarlandı. Tıpkı Beşiktaş kazanmış gibi..
O eski tezahürat, "Yenilsen de, yensen de" geri dönmüştü.. Hem de lafla değil, eylemle..
O seyirci Beşiktaş'a kaybettiği maçı kazandırdı işte.. Gönüllerde kazandırdı..
Tabelada her takım defalarca kazanır.
Çoğu da unutulur gider..
Ama böylesi bir "gönül zaferi" unutulmaz.. Ders olur..
"Bu benim takımımın son maçı değil.. Onlar gene defalarca sahaya çıkacaklar, defalarca oynayacaklar. Bu statta, Beşiktaş Park'ta oynanan her maça ben 12. oyuncu ile çıkıyorsam eğer, sahadaki 11'e hep sahip çıkmalı 'Bu iş burada bitmedi. Siz bana güvenin, hep güvenin, hep yanınızda, hep arkanızda olacağım' demeli, dediğimi de göstermeliyim" dersi..
Bu derse o kadar, ama o kadar ihtiyacımız var ki..
*
Yukarda "Vodafone Arena" lafını kullanmadım, "Beşiktaş Park" dedim. UEFA resmi sitesi, maç hakkında haber yaparken "Beşiktaş Park" adını kullanıyor. Yani Avrupa Futbol Federasyonu için Dolmabahçe Stadı'nın adı "Beşiktaş Park" tamam mı?
UEFA demişken..
Onlar "Maçın en değerli adamı" olarak, ilk golü atan, ikincinin de asistini yapan 18 yaşındaki Jude Bellingham adlı İngiliz oyuncuyu seçtiler.
Jude, attığı golle, Şampiyonlar Ligi'nde gol atan en genç İngiliz oldu, ayni zamanda. (18 yaş, 78 gün.) UEFA sitesi, Dortmund kalecisi için de şöyle yazdı:
"Kaleci Kobel, Şampiyonlar Ligi'nde ilk maçına çıktı bu gece.. Ve sakın abarttığımızı sanmayın. Kobel, Dortmund tarihindeki ilk maça çıkan tüm futbolcuların tartışmasız en iyisiydi."
Kobel'in Batshuayi'nin müthiş şutunu kurtarışı da, Şampiyonlar Ligi'nde çarşamba gecesinin en güzel kurtarışları arasına alındı.
Yani Dortmund maçı, atanları ve tutanlarıyla kazandı, Beşiktaşlı okurlarım..
***
YABANCI KARARI DA DOĞRU, KUNTZ DA!..
Türkiye Futbol Federasyonu, Şenol Güneş'i anlaşarak göndermekle doğru karar verdi.
Şenol ayrılıp gittikten sonra susup kendini unutturacağına, saçma sapan konuşmalarla, hâlâ onu savunanlara gaz vermeye devam etmek isterken saçmalayarak kararın ne kadar isabetli olduğunu kanıtladı.
Federasyon, ne yaptığını, ne işe yaradığını kimsenin bilmediği Selim'in yerime, "Milli Takım Sorumlusu" görevine Almanya'da, o ünlü Alman ekolü ve disiplini içinde yetişmiş Hamit Altıntop'u seçerek de doğru karar verdi.
Hamit Altıntop içerde, aralarında Aykut Kocaman'ın bile olduğu, medyanın zarf atma usulü içinde aday gösterdiklerine, yani "Adları konuşuluyor" diye kendi adaylarını yazdıklarına bakmadan doğru Almanya'ya gitti. O da doğru karardı.
Şu anda, Fatih Terim ve Mustafa Denizli gibi en iyi, benzersiz en iyi hocalar Milli Takım'ı yüklenecek durumda değillerdi.
Ötekilerin hiçbiri de, ne oyunculara, ne Türk futbol camiasına güven verecek durumda değillerdi. Yerli kim gelse harcanmaya adaydı.
Takımın başına biraz da mecburen bir yabancı getirilmesi gerekiyordu.
Almanya doğru karardı. Derwall başta, Alman ekolü hocaları Türkiye için çok yararlı şeyler yapmışlardı. İkincisi..
Almanya'da Türkler en büyük azınlıktı ve bugün hele, nerdeyse tamamı yurt dışı Türklerinden oluşan Milli Takım için hocanın Almanya'dan seçilmesi de doğruydu.
Altıntop, Alman 21 (U21) Altı Milli Takımı'nda görev yapmış, Almanya'yı Tokyo Oyunları'na hazırlamıştı.
Futbolculuğu da fevkalade başarılıydı. Santrfor Kuntz, iki defa Bundesliga'da, Bochum ve Kaiserslautern'de gol kralı olmuş, 1991'de "Yılın Futbolcusu" seçilmişti.
Daha da iyisi.. Kuntz Türkiye'de, Beşiktaş'ta futbol oynadı. (1995/96). Yani çok da yabancı değil, Türkiye'ye..
Bütün futbol hayatını kaleci olarak geçiren, aklında fikrinde "Önce gol yememek" olan Şenol'dan sonra, öncelikli işi gol atmak olan ve bunu da çok iyi başaran bir santrforu seçmek de doğruydu. Dünya artık hücum futbolu oynuyor.
Nihayet uyandık..
Peki bunca doğru, Kuntz'un başarılı olacağının garantisi mi?.
Futbol tarihimiz gösteriyor ki, değil!.
Hocanın seçimi, kalitesi başkadır, uyumu başka..
Ülkeye uyumu.. Takıma uyumu başta.. Dünyanın en iyi radyosunu alın. Frekans uymuyorsa, en sevdiğiniz radyoyu dinleyemezsiniz. Ama komşunun oğlu, kendi el yapısı radyoda dinler, duyarsınız.
Hamit Altıntop/Kuntz ikilisine sabırla destek olarak bekleyeceğiz.
Beklemeliyiz!.
***
YAZIK ETMİŞLER MARDİNLİ'YE...
Bedri Usta, hayatta en sevdiğim dostlarımdandır. Yıllardır onun değiştirmeyi ve yenisini açmayı çok sevdiği dükkânlarına taşındım durdum..
Harika kebapları ve mezeleri için desem olmaz.. Beni Bedri Usta'ya çeken şey, onun doyulmaz sohbeti oldu hep..
Telefon ettiğimde yer ayırtmak için, kaç kişi gidiyorsak onu söyler ve "Artı bir" diye eklerdim. Kendisi de bizimle oturacaksa giderdim çünkü.. Ötesini İstanbul'da pek çok mekânda bulabilirsiniz.. Ne kebapçılar, hele de Adana kebapçılar var..
Ama benim için Bedri Usta bir tane..
O çarpıcı Mardin / Adana şivesi ile anılarını tekrar tekrar dinlemekten bıkmadım.. Öyleki, o anlatmasa ben anlattırırım mesela bin defa dinlediğim, hayatında ilk defa uçağa binmesinin hikâyesini..
O enfes Mardin / Adana karışımı şivesiyle nasıl keyifli anlatır ve nasıl keyif bulaştırır masaya "Yeşil Otobos" derken..
Etraf keyifli olunca, masadaki yiyecekler de daha lezzetli oluyor. Ağız tadı beyinden geçiyor çünkü..
Geçen hafta gittiğimizde, masaya bir kitap koydu Usta..
"Ustalıkla Pişer Hayat" adı..
Altında "Bedri Usta / Mardin Filozofu" yazıyor. Bedri Usta'nın çoktandır söylediği kendi kitabı bu yani..
"Mardin Filozofu" gerçekten doğru laf.. O Mardin'den başlayan yaşanmışlık içinde, Bedri Usta bir filozoftur gerçekten.
Gülerken düşündüren filozof!.
Onun, benim için en harika yemeği "Adana tava" ısmarlamıştık..
"Meze de yığma masaya ki, onlarla doymayalım, tavanın hakkını verelim.." Bekleyeceğiz tabii. Önce hazırlanacak, vakit alır. Sonra fırına verilecek, vakit alır.. Beklerken kitabı aldım elime, karıştırmaya başladım. Okuyorum, rastgele açtığım sayfaları..
İlk sayfada dondum kaldım. Başka sayfaları açtıkça, buz kestim..
Kitap "Anlatı" şeklinde yazılmış. Öyle uzun söyleşi falan değil.
Usta anlatmış. Biri onun ağzından yazmış..
Güya onun ağzından yazmış..
Bizim o Mardin / Adana aksanı ve şivesi ile dünya tatlısı anlatan ve bana her defasında dinleten, beni son yıllarda durmadan Kalamış'a çeken Bedri Usta gitmiş, enfes bir İstanbul şivesiyle konuşan, ödüllü bir İstanbul Devlet Tiyatrosu Sanatçısı gelmiş, o anlatıyor..
Yahu olur mu?. Böyle bir cinayet nasıl işlenir?.
Bu Bedri Usta falan değil.. Bu Özlem..
Özlem kim mi?. Bilmem. Kapak içinde iki "Özlem" var çünkü.
Yayın Koordinatörü Özlem Esmergül ve Editör Özlem Yalkut..
Bedri Usta anlatmış. Bunlar, yeniden yazmışlar. Düzeltmişler(!) güya, ama kimse kızmasın, o anıları, o yaşam öyküsünü "piç" etmişler..
Kitabın kapağında en altta "Ateşe atılan yalnızca kebap değildir" lafı yazıyor, Mardin Filozofu'nun.
Doğru demişsin, Bedri Ustam..
Bu defa ateşe atılan senin kitabın!..
***
MAKSAT BAŞKA YÜKSEL!..
Yüksel Aytuğ kardeşim, Ronaldo'nun 12 yıl sonra döndüğü Manchester United'de attığı gol sonrası sevincini gösteren resimde, arka tribünlere takılmış. koca tribünde bir, sadece bir kişi cep telefonuna davranmışmış.
"Jennifer Lopez'in Türkiye konserinde, etrafımdaki herkes video çekiyordu. Yahu J-Lo'nun yüzlerce konseri, elindeki telefonun arama motorunda duruyor zaten. Hazır kadın, kanlı canlı önünde dururken, onu niye cep telefonu ekranından izliyorsun?" diyor.
Aslında haklısın Yüksel, ama unuttuğun bir şey var.. O, üstelik bin defa "Program sırasında telefon kullanmak yasaktır" uyarısına rağmen, hatta ayağa kalkıp video çekenlerin amacı, daha sonra seyretmek değil ki?. Ceplerindeki uygulamalara koyup, gelmeyenlere hava atmak ve beğeni almak.. "Bak ben ordaydım" havası ya da kompleksi.. Tabii o sırada video çekmeyip eşe dosta canlı yayın yapanlar da ayrı..
Sosyal medyadan niçin nefret ediyorum, niçin cebimde hiçbir, ama hiçbir "Hıncal Uluç" uygulaması yok.. Whatsapp dahil?.
***
TEBESSÜM
Yargıç, önce davacı kadının perişan yüzüne baktı.. Sonra da dönüp sanığa sordu:
"Karını fena halde dövüp suratını dağıtmışsın!. Hiç utanmadın mı be?.
Neyle vurup bu hale getirdin kadıncağızı?"
Sanık, başın öne eğip "Sadece mendilimle vurdum hâkim bey!.." deyince hâkim daha da hırslandı..
"Yahu!.. Bu nasıl mendilmiş öyle" diye terslenirken kadın atılıp söze karıştı:
"Bu uğursuz, öteden beri burnunu hep elinin dışıyla sildiği için yumruğuna mendil der, sakın inanmayın!."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Kitap her ne amaçla kullanılırsa kullanılsın, insana düzgün yürümeyi ve dik durmayı öğretir." Sunay Akın
Yorum Yazın