Söz vardır, hani bir çırpıda anlatmak istediğini anlatır.
Bazı sözler de vardır ki, mesela, "Çok gezen mi çok okuyan mı bilir?" gibi, kahir ekseriyetin üzerinde ittifak edemediği sözlerdir bunlar. Çünkü bunlarda hüküm tecrübe ile alakalıdır, bir başka ifadeyle, bizzat yaşanan yaşandıkça kesin hükme varılan sözlerdir bunlar ve pek zengindir dilimiz bu yönden.
An geliyor, duyduğumuz bir söz, kıymık gibi saplanıveriyor insanın beynine!
"Yok, yok sen doğru bildiğin yolda yalnız kalsan da devam et" diyor insan kendi kendine, fakat bakıp gördüklerinden bazı resimler de inanın, insana ağzı dolu dolu dedirtmiyor bu sözleri!
Farkındayım sadece benim anlayabileceğim bir tablo çıkardım karşınıza...
İşin doğrusu, işin içinden çıkamıyorum!
Daha yakın zamanda Sadi Somuncuoğlu vefat etti, cenaze cemaatine şöyle bir baktım da...!
Oysa, daha hükme varamadığım, baktıkça gördükçe, ne bir tek soru ne de diyecek bir söz bulamadığım cenazelerden bahsediyorum!
Arif Şirin, hani namı diğer Ozan Arif, Kadir Baran bunlardan bir kaçı.
Arif Şirin, yani Ozan Arif olmasaydı, 12 Eylül 1980 ağır darbesinin altından kalkmamız belki de imkansız olurdu!
Biçare, yokluk içinde, yokluğu yetirmek zorunda olunan zamanda, Ülkücü harekete can simidi olan kasetleri...
Biliyor musunuz, o dönemlerde sabahlara kadar çift kasetli teyplerle kaset çoğaltıp, sarıp, teşkilata verilip, çevriliyordu !
Hiç unutmam, İzmir Çankaya'da bulunan MÇP il teşkilatında küçük bir odada bu kasetler satılırdı.
Çalınacak kapı olmayan, yoku yetirmek zorunda olunan 80'li yıllar...
Ya, Kadir Baran Başkan...
Her yere yetişmek zorunda olan Türk Federasyonu Genel Başkanı Kadir Baran.
Son nefesini huzur evinde verdi!
Cenazesine baktım baktım, gördüğüm resmi tanıyamadım, tanıyamamak bir yana içim ürperdi!
Ben, o cenazede miydim?
Hayır, gidemedim!
Benim gitmemem, gidememem eksiklik olsa da gördüğüm manzara düşündürücüydü!
Sadi Somuncuoğlu... Başbuğ'dan kalan son emanet...!
İşte, bakıp gördüğüm bu resimlerin ürpertisiyle boğuşurken, Azerbaycan Karabağ'da II. Karabağ Savaşı şehitlerimizden 13'ünün emaneti 13 evlat, Karabağ'dan testilerini doldurup, Çanakkale 'de 107 yıl önce şehit olmuş dedelerinin mezarlarına döktüler, boşalan testilerini 57. Alay Şehitliği'ndeki çeşmeden doldurup, şehit babalarının yanına döndüler.
İstanbul Havalimanı'nda bir şehit eşi, "Biz son üç yıldır ilk kez gülümsedik" dedi.
Eşlerin en büyüğü 45, çocukların en büyüğü 14 yaşlarında idi.
Yüreğime, 26 kıymık daha saplanmış halde, Almanya Nizamı Alem Federasyonu' nun davetine icabet için Almanya'ya uçtum!
Davetin sebebi, merhum Muhsin Yazıcıoğlu...
Beynimin en acıtan kıymığı...
Konuşmacılar, merhum Başkan'ın oğlu Sayın Furkan Yazıcıoğlu ve avukat Kemal Yavuz...
Furkan kardeşimi gördüğümde kıymık öyle bir zonkladı ki...!
Sarılıverdim kardeşime, çekilip bir köşeye dinlemeye başladım konuşmaları.
Dinledikçe, beynim sanki kıymık sağanağına uğradı!
Furkan Yazıcıoğlu babasını kaybetmiş bir evlat olmanın ötesinde, belki de Ülkücülerin ağabeyi Muhsin Başkan'ın en inanmış tek Alpereniydi!
Suikastte dair çok şey anlattı!
Ama, Furkan Yazıcıoğlu her ne kadar suikast sonrası süreci anlatsa da aslında, "Ülkücüler Muhsin abiniz öldürüldü" deyip, yüzümüze baktı baktı baktı...!
Bakma, bakma öyle Furkan kardeşim!
Babanın rehberi merhum Mehmet Akif Ersoy'un mısrasını, üstüne alınıp, bana küfür ettiren olur diye, "Bizde" nin yerine, "Bende " yazarak, paylaşayım:
"Bende (Bizde) leşten daha hissiz, daha kokuşmuş can var".
Öyle bir kıymık saplandı ki beynime...!
O suikaste uğrayan ben olsaydım, O, yani Muhsin Başkan, böyle benim yaptığımı mı yapardı?
Oyyyy deyip, susuyorum!
Yorum Yazın