aSpor'un Pazar akşamları yayınladığı "Takım Oyunu"nu ilk defa sabırla sonuna dek izledim. Genelde maç bittikten sonra, ara sıra Rıdvan Dilmen'i izlerdim. Ama o yaptığı Aykut Kocaman Destanı programından sonra, onun samimi görüşlerini yansıtmadığına, kendi kişisel hesapları içinde konuştuğuna inandım. O konuşmadan iki hafta sonra kovulan Kocaman'ı Milli Takım Hocası yapmak isteyen oymuş meğerse... Kendisi de futbolun başına geçmek üzere...
Tek izlediğim Rado da bitti..
Bu defa Rize-Galatasaray maçında öyle bir hakem katliamı yaşandı ki, ben hatta bugünkü yazımın başlığını da atmıştım, kafamdan...
"Holigan Fenerli Rize Başkanı Tahir Kıran'ı, Hakem Ali Palabıyık gömdü!.."
Ama içimden bir ses "Birlikte yıllarca 'Kale Arkası' yaptığın Erman Hocayı da bir dinle" dedi, bana...
Bize maça gelen herkes gitmişti zaten. aSpor kanalına geçtim... Gerçekten izlemek için sabır gerek... Bir defa ertesi gün hafta başı... İş ve okul günü. Özellikle gençler için önemli...
Herkesin merak ettiği, Erman Hoca'nın yorumları... Ama bitmez tükenmez konuşmalar, bitmez tükenmez, araya giren 15'er dakikalık reklam yığınları...
Nihayet Erman Hoca'nın ekran başına gelişi...
Ama orda bile her pozisyon iki üç dakikada bitecekken, işi beşli tartışmaya dökerek uzattıkça uzatmalar...
"Bu program hiç bitmeyecek" derken gece yarısına doğru Galatasaray maçı bitti.
Fener maçı yorumlarını bekleyemedim artık.
Kapadım ve yattım...
Ama yatarken "İyi ki Erman Hoca'yı merak etmişim de kalmışım ekran başında" dedim...
Erman'ın programını sadece reklamlar değil, bir de Fatih Terim böldü... Fatih Hocam'ın basın toplantısı nedense gecikmiş... Ona bağlandı aSpor ve Fatih Terim'i dinledim...
Acaba kaç gazeteci dinledi?.. O saatten sonra baskıya yetişmez, görüşler. Üç satırla özetlerlerse iyi... Ama salı gazetelerinin hepsini elden geçireceğim...
Bakalım o konuşmayı, içerdiği tüm gerçeklerle ele almaya cesaret eden birisi çıkacak mı?..
Yani Fatih Terim gerçeğini, Fatih Terim'in sözlerine dayanarak açıklayacak tek yazarımız olacak mı?.. Bugünkü yazımı uzun tutmamın sebebi aslında bu şüphe...
*
Fatih Terim'i, yakın aile dostluğumuza rağmen en çok eleştirenlerden biriyim biliyorsunuz...
"Fatih gibi bir Usta, 2000 yılının UEFA Şampiyonu Galatasaray'ını yaratan adam, gözünün önündeki gerçekleri nasıl görmez" diyordum ya...
Görmüyormuş gerçekten... Çünkü Fatih Hocam maçları kendi beynindeki takıntılara bağlı olarak bambaşka görüyormuş meğer...
"İlk yarı çok güzel oynadık" dedi, diyebildi inanır mısınız?.. Öyle görmüş çünkü.
İnanarak söylüyor, bu yüzden...
Belhanda'sının yerine koyduğu Babel'i ve Feghouli'si ile gene o ağır, yana geriye oyunlarla takımın hızını bilerek kesmesinin sebebi, ne demekse "Set Oyunu" kurmakmış meğer.
Ve takım gene ne demekse "Çok karakterli bir set oyunu" oynamış... En çok bunun için mutlu olmuş... Bir de Feghouli ve Babel'i tekrar kazandığı için...
Güler misin, ağlar mısın?.
Fatih Hocam bir kez daha soruyorum, Ziya Paşa gibi...
"Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın?.." "Erken gol bulmak bizim en büyük arzumuz.
Rakip o zaman 10 kişiyle kapanmaktan vazgeçmek zorunda kalıyor. Biz de çok rahat hücuma çıkıyor, gol yolları buluyoruz. Kapalı savunmalarla boğuşmuyoruz" diyen sen değil misin?..
Daha beşinci dakikada golü bulmadı mı, holigan Fenerli ve güya Rize Başkanı Tahir Kıran'ın "Malum takımı gömeceğiz" sözleri, tahrikleri ve hakaretleri üzerine. (Nihat Özdemir Başkan(!), Tahir Kıran nam zat, Fenerdaş'ın galiba... Sahada kan isteyen bu sözler tedbirli PFDK'ya sevk değilse, ey Rize Cumhuriyet Savcısı, bu laf 6222'yi hem de nasıl ihlal değilse, söyler misiniz bu ülkede 'SUÇ' nedir?) Evet evet, sadede dönelim.
Fatih Hocam, zaten fena halde tahrik edilmiş, golü de erken bulmuş takımın bir de senin lafınla, seni çok memnun eden futbol oynamışsa, nasıl olmuş da 3'ü isabetli, 2'si dışarı 5 şut atabilmiş bu 45 dakikada? Ve erken gol atıp tam istediğin gibi rahat oyun fırsatı bulmuşken, o çok beğendiğin Set Oyunlu devreyi 2-1 yenik bitirmiş?..
Maçı özetlerken durmadan evlatların Feghouli ve Babel'i, beyin yıkar gibi tekrar ettin durdun. Çünkü amacın onları "Kazanmak", Galatasaray'ın kazanması değil... Belhanda/Feghouli yüzünden Galatasaray'a kaybetirdiklerin yetmemiş gibi, şimdi de Feghouli/Babel ikilisini takıma yerleştirmeye çalıştığını, onun için bu ikiliyi durmadan kullanıp, onlar gol atsın ya da asist yapsın da "Ben demedim mi" diyesin diye çırpınıyorsun...
Yapmadıkları, yapamadıkları, tonla hata yaptıkları halde, gene ısrarla bu ikiliden söz ederek kendini ele verdin Fatih Hocam...
İlk yarı muhteşem oynayan bir Galatasaray görmüşsün... O Galatasaray'ı, set oyununu sen Florya'da çalıştırmışsın. Onları anlattın, durdun.
Hayır, yanıltmadın kimseyi hocam... Seni dinlerken kafama dank etti ki, kendini savunmak için gerçeklerin tam tersini söylemiyorsun...
Maçı gerçekten öyle görüyor ve o ilk yarı rezaletini "İyi" sanıyorsun.
"Golü çalıştığımız gibi attık" dedin..
Peki "Israrla ve inatla çalışmadığınız yerlerden başına gelenler?.." Onlar için "Oyuncu hataları" dedin. İyi mi?
Atarsan senin çalıştırdığın yerden, yersen "Oyuncu hatası..." Sende özeleştiri yok hocam.
Sen hep doğru, hep haklısın çünkü. Yenen sen, yenilen oyuncular...
Peki, bu Muslera'ya verilen o anlamsız geri paslar yüzünden maçı nerdeyse kaybediyordun...
Muslera ayakla top kullanmayı bilmiyor.
Bil-mi-yor?.. Peki sen hem de ta santradan Muslera'ya geri pas yapılmasına niye engel olmuyorsun?.. Kenarda iki de yardımcın var, Selçuk ve Necati... 3 çift gözün üçü de kör olabilir mi?..
O aptal pası, Muslera en aptalca yere vurunca, penaltı ve Galatasaray 10 kişi...
Dakika 88... Dua et de Boldrin o penaltıyı dışarı attı da, sen bunca lafı etme fırsatı buldun...
Yediğin bir gol kornerden... Bu duran toplardan yediğin kaçıncı gol peki?.. Bir takım durmadan duran top, korner golü yiyorsa, bunun suçlusu kim?.. Teknik Direktör ve onun iki Teknik Yardımcısı değil mi?.. Gene güya 3 çift göz...
O gol de çalışmadığın yerden... Senelerdir hep çalışmadığın yerden yiyor ve "Şunu artık bir çalışalım" demiyor, durmadan "Ben çok iyiyim. Hatalar oyuncuların" algısı yaratıyorsun.
Öyle sanıyorsun ki, ikinci yarı başlarken oyuna giren Ömer ve Halil'in senin o ne demekse, tekrar ediyorum "set futbolunu" kenara bırakıp, maça nasıl hız ve hareket getirdiklerinden tek söz etmiyorsun. Aklın ve gözün ısrarla ve inatla içerde tuttuğun Feghouli'n ve Babel'in de...
Peki ilk devre seni o fevkalade mutlu eden takımın 5 şutta kalıp ve 2-1 yenik ayrılırken, ikinci yarıda oyuna giren Ömer/Halil ikilisine ek olarak nihayet nerdeyse oyun biterken Feghouli'nin yerine aldığın Kerem ve Babel'in yerine koymak zorunda kaldığın Morutan'la beraber toplam bu defa 13 şut ve hem de 10 kişi kaldıktan sonra galibiyet golü atmana ne demeli?..
Gerçi Rize Hocası Hamza Hamzaoğlu kardeşim de maçı sana vermek için elinden geleni yaptı. Kendi sahasında oynarken ve rakip 10 kişi kalmışken, Galatasaray savunmasını perişan eden Boldrin ve Umar'ı kenara aldı, yerlerine bek sokup, 11 kişiyle savunmaya çekildi, böylece senin eksik Galatasaray'ın nerdeyse tam takım rakip kaleye kadar doluşma imkanı buldu.
Eee!.. Arka arkaya üç faulün üçüne de seyirci kalan Hakem Ali Palabıyık ve VAR'daki Abdülkadir Bitigen de, dedim ya Tahir Kıran holiganını, kendi sözü ile gömdüler de sen gecenin bir yarısı ekrana çıkıp bu palavraları değil, sen öyle gördüğün için gerçekten öyle sandığın ama aslında kendini itiraf ettiğin, ele verdiğin lafları edebildin...
Daima skora göre yazan, hep büyüklerin yanında olan, özellikle de nedense senden fena halde çekinen ve bilgisayarın başına "Otosansür"le oturan medyam da, tam beklediğim şeyleri yazacak, hakkında bugün... Ya da görmezden, duymazdan gelecek...
Önündeki beş maçtan ikisi derbi... Dışarıda Beşiktaş!.. İçerde Fener!.. Yenersen tabii her şey senin eserin. Zafer senin... Yenilirsen, "Sorumlu benim" kabadayılığı ile başlayıp suçu hem de isim vererek futbolcularına atacaksın...
Bugüne dek yaptığın gibi...
Ama bu 5 hafta içinde, çalışmadığın yerleri de biraz çalış ne olur?.. Muslera'ya geri pası yasakla... Duran toplarda, alan ve adam savunmasını bir arada yaptıracağın, hani o dediğim basketbol savunması, "Zona yakın, kayarak adam adama" oyununu bol çalıştır da, Galatasaray, senin inadın ve ısrarına kurban olarak aptal duran top golleri yemekten kurtulsun... Karşı toplara çok iyi, ama yan toplarda çıkmayı bilmeyen, bu yaştan sonra da öğrenme şansı kalmayan Muslera'ya güvenmeden bir savuna yerleşimini çalışın da, taraftar, kalesine atılan her kornerde "Penaltı" atılır gibi ızdırap çekmesin...
*
Bak Hocam, "Ayrılmak" lafını etmiyorum. Etmem de... Çünkü senin aslında kulübün Futbol, takımın Teknik Direktörü değil, "Fiili Başkan"ı olduğunu dünya biliyor...
Tüm çocukluğunu sana hayran yaşayan Burak Elmas, o hayranlıkla daha seçildiği gün, elini öptü ve biat ettiğini gösterdi.
Otur.. Bol maaşla otur ama, ne olur, ne olur, Rize maçını Fatih Terim gözlüklerini çıkarıp öyle seyret.. O an, canlı bu işe yapamıyorsan, Rize Galatasaray maçının bandını al, odana kapan ve kendi kendine izle ve eleştirini açığa değil, o odada kendi kendine yap...
Çok az ihtimal veriyorum ama, belki, çok küçük harfle "Belki" faydası olur!..
*
KAYIPLAR... KAYIPLAR...
Birbiri ardına dört bir yandan geldi kayıp haberleri...
Önce Oğuzhan Asiltürk... Bu ülkedeki solla, sağın "Tarihi Uzlaşma" denecek şekilde bir araya gelmesini ve Bülent Ecevit'le Necmettin Erbakan koalisyonunun kurulmasını sağlayan iki uzlaşmacının sağda duranıydı Asiltürk.
Soldaki de Deniz Baykal... Kurulan koalisyonda İçişleri Bakanlığı yaptı.
Seveni de vardı, sevmiyeni de... Ama sevmiyenler bile takdir eder, saygı duyarlardı.
Ölümünde de, "Bölünmüş, kutuplaşmış" ülkemizi bir araya getirdi.
Uzun zamandır, en büyük parti liderleri, benzer "Taziye" açıklamaları yapmakta birleştiler. Musalla taşının başında birlikte namaza durdular.
Ne yazık ki medyamız bu "Ölüm Karşısında Birleşme"de bile birleşmedi.
O ayrı. Her açıklamayı koymadılar, her cenazeye geleni resimleyip haber yapmadılar.
Çok yazık. Asiltürk gibi bir "Uzlaşma"cıya yapılmamalıydı bu...
Sonra İlhan Daner... Benim tiyatro sanatını her türlülüsü ile sevmeme sebep kişilerin başında gelir, İlhan Daner... Geleneksel Türk Tiyatrosu ile çağdaşlaşma arasında köprü gibi duran İstanbul Tiyatrosu yazları Ankara'ya, Gençlik Parkı'na gelirdi. Kışları da, İstanbul'a ben giderdim. Öyle hastasıydım, Sururiler'in (Celal, Ali ve Alev). İlhan da o tiyatronun kurucu ve en komiklerindendi. Sonra filmler, diziler çevirdi ama benim için o hep "İstanbul Tiyatrosu"nun harika genci olarak kaldı.
Amerikalılar "The Last, but not list" derler...
"Son olarak ama, liste sonu olarak değil" yani...
Sevgili Nur Germen öyle bir aile dostuydu benim için... Sevgili kardeşim, benim 82 yaşında hâlâ kendi yüzümle, kırışıksız kalmamda tavsiye ettiği yüz kremleriyle baş rolü oynayan Oya'nın ağabeyi, kucağımızda büyüyen Zeynep ve Ayşe Özyılmazel'lerin dayısıydı basketçi Nur... Gidip güneylere yerleşene dek hep buluşurduk.
Hani Elmadağ'da bir lokantada yemek yerken, içeri giren biri bana yumruk atmıştı ya... Nur'la beraberdik... Vuran kaçtı. Nur fırladı peşine düştü.10 dakika ara sokaklarda kaçmış adam. Sonra bir köşeyi dönmüş, kaybolmuş. Yakalayamadığı için üzgün dönmüştü Nur... Yahu ne idüğü belirsiz biri... Bıçağı, silahı olabilir. Peşinde koşulur mu?.. Öylesi dosttu işte...
Üçünüz de ışıklar içinde yatın...
*
TEBESSÜM
Zincir marketler günün konusu. O zaman buyurun size güncel bir şaka...
Bizim evin yakınında bir süpermarket açıldı. Manav bölümünde, sebze ve meyveleri taze tutmak için otomatik bir fıskiye sistemi var. Yaklaştığınızda gök gürültüsü sesi ve yağmur kokusu alıyorsunuz. Süt bölümüne yöneldiğinizde, ineklerin mooolamalarını duyuyor, saman kokusunu hissediyorsunuz.
Yumurta bölümüne saptığınızda, yumurtlayan tavuk gıdaklamaları kulağınıza, tavada yumurta kokusu da burnunuza çarpıyor.
O marketten bir daha tuvalet kağıdı almadım.
*
SEVDİĞİM LAFLAR
Ben çiçeklerin samimiyetine inanıyorum. İster ıssız tenekeye ekin, ister en pahalı saksılara, emeğiniz kadar güzelleşiyorlar. Anonim
Yorum Yazın