Kelimeler, kavramlar bir semboldür. Var olan bir olgu, nesne veya durumu temsil ederler. Bu temsil toplumsal bir kabule dayanır. Örneğin yazı yazarken araç olarak kullandığımız nesneye kalem diyoruz. Kalem kelimesiyle kalemin hiçbir bağı yoktur. Yani kalem kelimesi kalemin kendisi değildir, sadece bizim ona verdiğimiz bir isimdir.
Eskiler “ilim maluma tabidir” demişler. Yani bilginin var olması bilinecek şeyin (olgu, nesne, durum) var olmasına bağlıdır. Malum (bilinecek şey) olmadan ilim olmaz. Bilgi, kelime ve kavramın bilenecek şeyi (olgu, nesne, durum) toplumsal kabule göre temsil etmesi gerekir. Aksi takdirde doğru düşünemeyiz. Çünkü kelimeler kavramların düşüncelerimizin yapı taşlarıdır. Doğru iletişim kuramayız. Çünkü böyle bir durumda kullandığımız kavramlar, kelimeler gerçek bir olguyu, nesneyi, durumu anlatmaz.
Bir pazara gidiyorsunuz pazarcı etiketleri karıştırmış. Portakal etiketini limonun üzerine koymuş, limon etiketini portakalın üzerine koymuş. Peki portakal etiketi limonu portakal yapar mı? Veya limon etiketi portakalı limon yapar mı? Elbette yapmaz buradaki yanlışlığı bir çocuk bile fark eder.
Son zamanlarda moda olan bir yaklaşım var. Olumlu kelimeler kullanalım ki her şey olumlu olsun. Peki nesne, olgu, durum kelimelere göre değişebilir mi? Yani kelimeleri değiştirirsek durumu da değiştirebilir miyiz? Örneğin Kel birine sırma saçlı dersek o kişi sırma saçlı olur mu? Şaşı birine badem gözlü dersek o kişi badem gözlü olur mu? Elbette olmaz.
Bu konu nereden aklıma geldi. Gülse Birsel’in senaryosunu yazdığı “Yılbaşı” isimli filmi izliyorum. Filmin bir sahnesinde şöyle diyaloglar geçiyor. “Madde bağımlılığı demiyoruz, maddeyle savaş diyoruz. Bayan demiyoruz kadın diyoruz. Estetikçi demiyoruz estetik cerrah diyoruz. Hasta demiyoruz, danışan diyoruz. Pavyon demiyoruz müzikhol diyoruz.”
Bir kişisel gelişimciyle sohbet ediyorum. “İnsanın bir durumu bir konuşmayı algılarken dışardan gelen bilgiler önce önyargılarımıza çarpar” diyorum, hemen araya giriyor. “Önyargı demeyelim, geçmiş deneyimler diyelim, Çarpar demeyelim buluşur diyelim” diyor. Ben sohbeti kesiyorum. Çünkü kavram bilgisi için ona saatler harcamam gerek.
Peki bu etiket değişimleri mevcut durumda bir değişiklik yapıyor mu? Elbette hayır. Nasıl ki verdiğimiz örnekte limon ve portakal etiketini değiştirdiğimiz zaman onların niteliklerini değiştiremiyorsak, burada da mevcut durumun niteliklerini değiştirmiş olmayız.
Son zamanlarda “erken seçim mi, seçim takviminin güncellenmesi mi?” tartışması sürüyor. Temel kanunlarda “tanımlar” başlığı altında o kanunda geçen kavramların açıklanması yer alır. Çünkü bir kavramın günlük dildeki anlamı ile kanunlardaki anlamı farklı olabilir. Örneğin sükût etmek günlük dilde kabul etmek anlamında iken (Sükût ikrardan gelir) Ceza hukukunda kabul etmemek anlamındadır. Bir kanun yorumlanırken tanımlar başlığı altındaki açıklamalar dikkate alınarak yapılır. Erken seçim ya da seçim takviminin güncellenmesi seçim kanununda tanımlar kısmında açıklanmışsa bu açıklamalarla yorum yapılır. (Bildiğim kadarıyla bu iki kavramda seçim kanununda düzenlenmemiştir.) Açıklanmamışsa TDK sözlüğündeki anlam dikkate alınır. Kanunda belirtilen seçim tarihinden önce yapılan bir seçim, erken seçimdir. Seçim tarihinden sonra yapılan bir seçim gecikmiş bir seçimdir. Seçim tarihinin güncellenmesi ise net bir ifade değildir. Yani zamanında seçim mi, erken seçim mi gecikmiş seçim mi olduğu hakkında bir durum belirtmez.
Kavramların, kelimelerin olgu, nesne ve durumu yansıtmaması durumunda nasıl bir sosyal kargaşa doğurduğunu izah etmek için bu örneği verdim. Hukuksal kavramların siyasi kavramlarla değiştirildiği yerde uzlaşma zemini bulmak mümkün değildir. Çünkü artık kavramlar, kelimeler nesne, olgu ve durumu yansıtmamaktadır.
Bir zamanlar Özürlüler İdaresi Başkanlığında görev yaparken sempozyumlarda, toplantılarda sürekli kavram tartışmaları olurdu. Sakat, özürlü, engelli kavramları konusu gündeme gelirdi. Sakat ve özürlü kelimesi kullanılmasın, engelli kelimesi kullanılsın şeklinde ısrarla savunanlar olurdu. O dönemler Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Başkanı Faruk Öztimur bu tartışmalara şu örneği verirdi. “Bu kavramları değiştirerek bizim durumumuzu değiştiremezsiniz. Farzı muhal sakat, özürlü, engelli demeyelim. Bizim gibilere orkide diyelim. (Kendisi ortopedik engelli idi) Ancak toplumsal bilinç ve davranışlar değişmezse, yine aynı şekilde davranırlarsa bize orkide demelerinin ne anlamı olacak? “Dedikten sonra “sakata gelmeyelim” diyerek esprisini yapardı.
Kelimeleri olumlu yapmaya çalışarak hayatımızı düzeltemeyiz. Algı yönetimini değil, olgu yönetimini doğru yapmalıyız. Hayatımızı düzelterek kelimeleri de olumlu yapabiliriz. Olumlu davranır, iyi niyetli düşünür, dünyaya ve hayata güzel bakarsak, kavramlarımız da güzel olacaktır.
**
(Yazı biraz uzun oldu. Merak ediyorum, kaç kişi yazıyı sonuna kadar okuyacak.)
Yorum Yazın