Erkek organı şeklinde bir demir kafes...
Çocuk tacizinin sembolik mahpushanesi...
Dün Gürbüz Doğan Ekşioğlu çizmiş ve Instagram hesabından paylaşmış...
Elmalı’da hepimizin içini paramparça eden o iki çocuğun dramı daha güzel nasıl anlatılabilirdi ki...
*
İki küçücük çocuk...
Ahlaksız, vicdansız, kapkara bir ailenin, yakınlarının kendilerine yıllardır yaptığı cinsel tacizi çöpten insanlarla çizerek anlatmışlar...
Ahlaki çöküşün en trajik çizgi romanı haline getirmişler...
Tam da en iyi bildikleri dille...
Çocuk diliyle...
*
Instagram’da günlük çizgileri ile artık benim için morali, ahlakı, özgürlüğü, hürriyeti, insan haklarını temsil eden bir sosyal medyanın başyazarı haline gelen Gürbüz Doğan Ekşioğlu da onu alıp tüylerimizi dimdik edecek bir çizgiye çevirmiş...
İşte bu çizgiye...
Orada duygusuzlaşan bir toplumun, vurdumduymazlaşan bir adaletin, bananeci bir düzenin, ‘Benim çocuğuma dokunmayan ahlaksız bin yaşasın’ diyen bir zihniyetin utanç verici sonucunu göreceksiniz.
*
O ahlaksız anne ve baba dışarıda...
Hayatları mahvedilmiş o iki çocuk hâlâ, kahrolası bir erkek vahşetinin ördüğü bu demir parmaklıklar arkasından bakıyor bizlere...
Hepimize...
Bilin ki çocuklarımıza bu iğrenç hapishaneyi hep birlikte inşa ettik...
Yıllardır süren vurdumduymazlıkla, kolektif bir bananecilikle, toplu bir duyarsızlıkla...
*
Sizlerden ve Gürbüz’den özür dilerim...
Bu çizgisinin tamamını koyamadım buraya...
Erkek olarak utandım, bizleri temsil eden bir organın masum çocukların üzerine kapanmış bir demir parmaklık haline gelmesinden...
*
Ama siz lütfen girin Instagram’a tamamını görün bu ıstırap çizgisinin....
O çocuklarda bunları yapan büyükleri serbest bırakanlar...
Siz de girip bakın...
Çünkü artık toplum olarak utanmaya ihtiyacımız var...
FAŞİST SUBAYLARIN BIYIK BURMALARI ARASINDA ŞAHANE MALENA YÜRÜYÜŞÜ
SON 20 yılın en büyük İtalyan yapımlarından biri Malena filmiydi... 2000’de gösterime çıkan Giuseppe Tornatore’nin filmi İtalyan-Amerikan ortak yapımı olarak gerçekleşti.
İkinci Dünya Savaşı’nda faşist orduya subay olarak katılıp Habeşistan seferinde kaybolan bir subayın kasabada yalnız kalan güzel karısını anlatıyor.
Filmin müziğini geçen yıl kaybettiğimiz Ennio Morricone yaptı. Şahane bir ana temadır filmin müziği.
Tabii ki filmi film yapan Malena rolünü oynayan Monica Belluci...
Filmin çekildiği yıl 35 yaşında...
Geçenlerde Sophia Loren’in “Dün Bugün Yarın” filmindeki yürüyüşünden söz etmiştim...
Burada da Mussolini’nin subaylarının önünde bir Malena yürüyüşü var ki...
Faşizmin sultası altındaki kasaba bir podyuma dönüşüyor.
Seyretmeye değer...
Komiser Montabello dekorlarını sevdiyseniz bunu da çok seversiniz.
Tek arızası...
Filmin yapımcısı ve sanat danışmanı Harvey Weinstein...
Hani şu feci tacizci adam...
Şu sıralar hapiste...
Jenerikte adını görünce biraz tuhaf oldum.
THIS IS POP
İSVEÇLİLER NEDEN ÇOK İYİ POP MÜZİK BESTECİSİ VE SÖZ YAZARIDIR
BENİM gibi pop müzik ve rock hastaları için çok güzel bir yeni belgesel var.
“This is Pop...”
Sekiz bölümden oluşan belgeselin her bölümü bir temaya ayrılmış. İkinci bölümü İsveç’i anlatıyor... Ne alakası var diyeceksiniz... Orada öğrendim ki dünyada en çok pop müzik bestesi ve sözü yazılan ülkeymiş İsveç.
Bu eğilim Abba’yla başlamış... Ace of Base ve Pink’le devam etmiş.
Bu arada 1970’li yıllarda ve sonrasında, Denniz Pop adlı bir yapımcının kurduğu “Cheiron” adlı stüdyodan kimler kimler çıkmış:
Backstreet Boys, Britney Spears, Bon Jovi, NSYNC ve daha birçok sanatçı en önemli plaklarını orada yapmış. Peki neden böyle oluyor?
İsveçli bir yapımcı şöyle açıklıyor: “Uluslararası piyasaya çıkabilmek için İngilizce söylemek, bestelemek lazım. Ama İngilizce bizim ikinci dilimiz. Çok komplike sözleri kolay okuyamıyoruz. Dolayısıyla basit sözler yazmalıyız. Bu da akılda çok kolay kalan sözler ortaya çıkarıyor. O da şarkıları başarılı yapıyor...”
EN ÇOK 1 NUMARA ŞARKIYI KİM YAZDI
- DİZİDE şöyle ilginç bir bilgi verilmiş. Pop müzik tarihinde en fazla 1 numaraya çıkmış şarkı yazan besteci Paul McCartney’miş. İkinci sırada John Lennon varmış. Üçüncü sıradaki besteci ve yapımcı ise Max Martin adlı İsveçli bir müzik yapımcısı...
İŞÇİ SINIFININ OASİS’İ BURJUVAZİNİN BLUR’U
- “THİS is Pop” belgeselinin bir bölümü de “Brittpop” adı altında İngiliz rock müziğine ayrılmış.
Orada iki grup özellikle anlatılıyor.Biri Manchester orjinli “Oasis”, öteki Londra kökenli “Blur...”
Oasis, İskoçya sınırındaki sanayi devrimi şehri Manchester’in işçi sınıfının grubu olarak şöhret yapıyor... Devamlı bira içen, kötü çocuklar yani... Blur ise Londra burjuvazisinin, İngiliz gururunun temsilcisi... Aralarında müthiş bir savaş var... İngiliz tabloid gazeteleri günlerce onların kavgalarıyla atıyor manşetlerini...
Bana sorarsanız...
1974 yılında, “Kahramanlar’da işçi çocuğu olarak doğdum, bir burjuva olarak ölmek istiyorum” demiştim.
Ama itiraf edeyim, Oasis’çiyim... Tabii ki Wanderwall, hiç bıkmadan yıllardır dinlediğim şarkı... Sadece Spotify’da 1 milyar 177 milyon kere dinlenmiş... Blur’un en çok dinlenen şarkısı Song 2’nin 2012 remaster’ı ise 428 milyon kişi tarafından indirilmiş. Yaşasın işçi sınıfı ve onun sokak çocukları...
ÖNCE AYAKTA MİLLİ MARŞ SONRA DİZ ÇÖKÜP KINAMA
NE Fransızım, ne İsviçreli... Ama önceki akşam Fransa ile İsviçre arasında öyle bir maç seyrettik ki...
Hem Fransız oldum, hem İsviçreli...
İki milli takım için de heyecanlandım...
*
Önce şunu söyleyeyim.
Euro 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda devrimler yaşanıyor.
Bir kere, milli takımların futbol kalitesinin ulusal liglerdeki kulüp futbolunu bile geçmekte olduğunu görüyoruz...
Ama asıl bir başka devrim var ki, onu anlatmak istiyorum.
*
Maç bittikten sonra iki milli takımın ilk 11’lerini önüme koydum...
Önce yarı finale kalan İsviçre takımına baktım:
- Breel Embolo...
- Haris Seferoviç...
- Xherdan Shakiri
- Granit Xhaka
- Ricardo Rodriguez
- Manuel Akinji
- Nico Elvedi
- Yedek kulübesinde Mehmedi...
İlk 11’den 7’sinin ismi İsviçre kökenli isimler değil...
*
Sonra Fransa milli takımının ilk 11’ine baktım.
- Kylian Mbappe
- Karim Benzama
- N’Colo Kante
- Presnel Kimpembe
- Paul Pogba
İlk 11’in 5 ismi bildiğimiz klasik Fransız ismi değil...
Göçmen ailelerin...
*
Avrupa’nın yeni milli takımları bu şampiyonada yeni bir şey yapıyorlar. Önce ülkelerinin milli marşları çalınırken ayakta hep birlikte söylüyorlar...
Sonra maça başlamadan önce diz çöküyor ve ırkçılığı kınıyorlar.
*
Evet, futbolun kozmopolit milli takımları gizliden bir devrimi yapmaya başladı.
Dünyayı kana bulayan, “Çetnik” zihniyetli etnik milliyetçiliğin sonudur bu...
Hitler’in feci mirasını işte bu kozmopolit yurtseverlik silecektir tarihten...
Futbolun sadece futbol olmadığını bütün dünyaya gösterecekler...
Tıpkı üzerinde LGBT tişörtle fotoğraf çektiren Galatasaraylı futbolcu Taylan Antalyalı gibi...
MADEM ORASI TÜRKİYE’NİN ASCOT’U ORADA HİÇ ERKEK SEYİRCİ YOK MU
- GAZİ Koşusu’nun ardından yayınlanan haberlere bakıyorum... Kazanan at ve biniciden çok, katılanların giydiği kıyafetler anlatılıyor.
Gerçekten güzel kıyafetler...
Bakıyorum, sadece kadınların kıyafetlerini gösteren fotoğraflar var. Oysa Ascot’ta kadın kıyafetleri kadar erkeklerinki de önemlidir. Gazi Koşusu’nda hiç mi kadınlar gibi özel kıyafet giyen erkek yoktu?
Yani erkekler sadece düğünlük lacileri veya günlük gri kıyafetleri ile mi geliyorlar...
Hatta tişörtleriyle...
Kafaya koydum. Gelecek yıl daha yakından izleyeceğim Gazi Koşusu’nu...
Gerekirse kendim özel kıyafetle gideceğim...
Yorum Yazın