Bugün yapılacak İstanbul il kongresi ile birlikte AK Parti’nin ilk kongreleri tamamlanacak. 24 Mart’ta ise büyük kongre yapılacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2023 seçimlerine hazırlayacak kadroların ortaya çıkması açısından bu kongreyi çok önemsedi. Hatta pandemiye rağmen kongrelerin üzerine titredi. Çünkü Erdoğan, 2023 seçimlerini Türkiye’nin kader seçimi olarak görüyor. Büyük kongrede AK Parti kadrolarının önemli ölçüde yenilenmesi bekleniyor.
Ancak AK Parti kongresi yaklaştıkça, bir formül el altından servis edilmeye çalışılıyor. O nedenle bu yazı bir erken yazı olarak kabul edilebilir. AK Parti kongresi yaklaştıkça şu tartışmayı daha sık yapacağımız anlaşılıyor: Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ile AK Parti Genel Başkanlığı’nın bir arada olmasından dolayı memnun olmaması, bu nedenle kongrede genel başkanlıktan ayrılarak AK Parti Genel Başkanlığı’nı güvendiği bir isme bırakacağı şeklindeki iddialar. Bazı isimler de konuşuluyor. Ama o isimlerin bu modelden haberi yok.
GEÇMİŞTE UYGULANDI
Parlamenter sistemin gereği olarak Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca partisinden istifa etti. Yeniden servis edilmeye çalışılan bu model, Anayasal zorunluluk gereği uygulandı. Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırım dönemleri yaşandı.
ERKEN BİR YAZI
Erken yazı dedim. Çünkü burada Erdoğan’a bir tuzak kurulmak isteniyor. AK Parti, Erdoğan’dan, Erdoğan AK Parti’den koparılmak isteniyor. Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni en çok da partisinin başına geçmek için istedi. Geçmişte Özal ve Demirel’in partilerinden ayrıldıktan sonra yaşananları gördü. Ayrıca parlamenter sistem döneminde bu modeli test etme imkânı buldu. AK Parti Genel Başkanlığı konusunun Erdoğan’ın kırmızı çizgisi olduğunu biliyorum. Bunun doğru olduğuna da inanıyorum. O nedenle sureti haktan görünen bu formülün AK Parti’yi Erdoğan’ın elinden almak için bir tuzak olduğunu düşünüyorum.
MECLİS İLE ANAYASA MAHKEMESİ ARASINDAKİ YETKİ TARTIŞMASI
ANAYASA Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu’yla ilgili ikinci ihlal kararını Meclis’e göndermesi üzerine TBMM Başkanı Mustafa Şentop, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bu şekilde tembihte bulunması, bir nasihatta bulunması, öğüt vermesi Anayasa Mahkemesi’nin çok açık bir yetki aşımıdır” diye tepki göstermişti. Şentop, Anayasa Mahkemesi’ne tavzih yazısı yazacağını belirtmişti.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın “Meclis’e bildirim münhasıran milletvekillerine ait olan kanun teklif etme yetkisine bir müdahale olmadığı gibi kuvvetler ayrılığı ilkesine de herhangi bir aykırılık oluşturmamaktadır” demesine rağmen, Meclis Başkanı Şentop’un, Anayasa Mahkemesi’nin yetki aşımı içinde olduğu görüşünü koruduğu anlaşılıyor. Şentop, milli iradeye hiçbir kurumun telkin ya da tavsiyede bulunamayacağı görüşünü savunuyor. Ayrıca Şentop’un bu görüşe yeni sahip olmadığı anlaşılıyor.
ANAYASA MAHKEMESİ’NE İADE
Çünkü Meclis’in Anayasa Mahkemesi’ne iade ettiği bir karar daha var. O da Anayasa Mahkemesi’nin 29 Ocak 2021 tarihinde Meclis’e bildirdiği Sabri Uhrağ kararı. Meclis 3 Şubat tarihinde bir üst yazı yazarak Anayasa Mahkemesi’ne iade etmiş.
NEDEN İADE?
Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri Murat Şen imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na gönderilen yazıda, “Bilgilerini ve gereğini arz ederim” deniliyor.
Meclis’in ilk itirazı buradaki, “gereğini” cümlesine yapılıyor.
Anayasa Mahkemesi’nin Sabri Uhrağ kararı, mülkiyet hakkıyla ilgili bir ihlal iddiasına dayanıyor. Anayasa Mahkemesi ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılıp yeni ihlallere neden olmayacak bir yasal düzenleme yapılması gereğine işaret ediyor. Yasa yürürlükte olduğu sürece yeni ihlallere neden olacağının altı çiziliyor.
Bu ilk değil. Anayasa Mahkemesi 2019 yılında Y.T.’nin sınır dışı edilmesiyle ilgili kararda, yapısal sorunlar tespit etmiş, pilot karar kabul edilip Meclis’e bildirilmiş. Meclis bu konuda yasal düzenleme yapmış.
İŞTE O CÜMLE
Daha önce böyle bir yöntem izlendiğine göre Meclis, Sabri Uhrağ kararını neden geri çevirmiş?
O soruya yanıt arayacağız.
Anayasa Mahkemesi’nin Sabri Uhrağ kararında bir düzenleme yapılması ihtiyacına işaret ediliyor. “Başvurucunun da aralarında olduğu bu durumda olan kişiler yönünden tazminat hükümlerine ilişkin düzenleme yapılması hususunda keyfiyetin TBMM’ye bildirilmesi gerekir” deniliyor. Ama Anayasa Mahkemesi’nin, “Ancak makul bir süre içinde böyle bir düzenleme yapılmaması durumunda başvurucunun Anayasa Mahkemesi’nden maddi ve manevi zararlarını talep edebileceği ayrıca belirtilmelidir” cümlesi ikinci rahatsızlık noktasını oluşturuyor.
ÜÇÜNCÜ CÜMLE
“Yapısal sorunun çözümü için keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bildirilmesine” cümlesi de rahatsızlığa neden olan üçüncü ifade olarak kayıtlara geçiyor.
MECLİS’İN YANITI
3 Şubat 2021 tarihinde TBMM Genel Sekreteri Mehmet Ali Kumbuzoğlu imzasıyla Anayasa Mahkemesi’ne gönderilen iade yazısında kanun teklif etme yetkisinin münhasıran milletvekiline ait olduğu belirtilerek, hiçbir makam, organ, merci veya kişinin buna müdahale etme hakkının bulunmadığının altı çiziliyor.
“Yargısal makamların veya TBMM Başkanlığı’nın, belirli bir konuda kanun teklif etmek yahut etmemek konusunda milletvekillerine tavsiye veya telkinde bulunabilmeleri hukuken mümkün değildir” denilerek, Anayasa Mahkemesi’ne iade ediliyor.
Şimdilik Anayasa Mahkemesi ile Meclis arasındaki yetki tartışmasının ciddi olduğunun altını çizmekle yetineceğim.
AKŞENER’E ELEŞTİRİ
MERAL Akşener’in İYİ Parti grup toplantısındaki konuşmasını dikkatli bir şekilde takip ettim. Akşener, AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin’i çıplak aramayla ilgili sözlerinden dolayı sert bir dille eleştirdi. Muhalefet lideri olarak, Özlem Zengin’i eleştirmesi anlaşılabilir bir durum. Muhalefetin hakkıdır. Ancak kendisi de alçakça iftiralara maruz kalmış bir kadın olarak Akşener’den Özlem Zengin’in maruz kaldığı ahlaksız saldırıya tepki göstermesini beklerdim. Akşener, Özlem Zengin’e tepki gösterdi ama Özlem Zengin’e yapılanlara tepki göstermedi.
KADIN DERNEKLERİ NEDEN SESSİZ?
Adı Mert ama kendi namert olan bir avukat Özlem Zengin’e aşağılık bir hakarette bulundu. Bu Özlem Zengin’in şahsında tüm kadınlarımıza yapılmış bir hakarettir. Ancak söz konusu AK Parti Grup Başkanvekili ve başörtülü bir kadın olunca kadın dernekleri de sessiz kaldı. Özlem Zengin’in adı Başak ya da Canan olmadığı için mi tepki gösterilmedi? Oysa Özlem Zengin’e de Başak Demirtaş’a da Canan Kaftancıoğlu’na da Meral Akşener’e de, hangi kadına saldırıda bulunulursa bulunulsun, karşısında durmalıyız.
Yorum Yazın