Dış politika konusu gibi görünse de geride bıraktığımız hafta Madrid'de gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi, aslında iç politika meselesi. Sonuçlarıyla, bundan sonraki süreçleriyle iç siyaseti doğrudan etkileyeceği kesin. Özellikle İsveç ve Finlandiya'nın üyeliğine Türkiye'nin veto kartını şartlı kaldırmasına sebep olan 10 maddelik mutabakat muhtırasında terör örgütlerine yönelik ifadelerin yer aldığı 4'üncü maddenin önemini hatırlatmakta ve ne anlama geldiğini tekrar etmekte fayda var.
İnsan hakları konusunda duyarlılıkları ile bilinen bu iki ülke, bugüne kadar terör örgütlerinin çok rahat barındığı, her tür faaliyeti rahatlıkla yaptığı ülkeler aynı zamanda. Çünkü bu iki İskandinav ülkesinin yasal mevzuatlarında, anayasalarında terör tanımı çok ama çok esnek. Ve NATO Zirvesinde imza attıkları metin, aslında 200 yıllık tarafsızlık politikalarını terkedip bambaşka bir konsepte geçmeleri anlamına geliyor. Şöyle ki; İsveç ve Finlandiya yasalarına göre, terör örgütüne üye olmak, terör örgütü lehine propaganda ve gösteri yapmak, bu örgütler lehine para toplamak suç değil. Ama üçlü mutabakat metninde imzaladıkları taahhütname ile yasalarında köklü bir değişiklik yaparak terörle mücadelede NATO belgeleriyle uyumlu davranmayı, yerel mevzuatlarını bu doğrultuda güçlendirmeyi taahhüt ettiler. Yani yasalarında yapacakları değişikliklerle bugüne kadar suç sayılmayan PKK, PYD, YPG ve FETÖ terör örgütlerinin faaliyetleri, bundan sonra bu iki ülkede de suç kapsamına girecek.
NATO Zirvesi sonrasında gözden kaçan ya da hak ettiği yeri bulmayan bir başka konu daha var. İmzalanan mutabakat metni bundan sonra başka mecralar için de bir referans niteliği taşıyacak ve Türkiye bu kartı sonuna kadar kullanmakta kararlı. Nedir o kart? Bugüne kadar AB ve NATO üyesi ülkelerin çoğunda terör örgütü listelerinde FETÖ, PYD, YPG yer almıyordu. Ama 28 Haziran'da imzalanan metin ile birlikte Türkiye artık fiili bir durum yaratarak "Daha NATO üyesi olmayan iki ülke bile bu örgütleri terör örgütü olarak tanımlayarak böyle bir taahhütte bulunuyorsa, siz de NATO üyesi ülkeleri olarak bunun altına düşemezsiniz" diyebileceğiz. Bu fiili durumun muhatabı olan ülkelerin başında da ABD, İngiltere ve Fransa'nın geldiğini söylememe bile gerek yok sanırım.
HOŞ VE BOŞ HAYAL!
Sözün özü; başından bu yana ilkeli, tutarlı ve kararlı bir duruş sergileyen Başkan Erdoğan ve Türkiye, NATO zirvesine hem damgasını vurdu hem çok önemli kazanımlar elde etti. Ve bu kazanımlar sadece diplomatik değil iç siyasete de doğrudan etkisi, katkısı olacak bir süreci işaret ediyor. Bütün dünya bunun farkında ve bir hakkı cömertçe teslim etti. "Erdoğan eve zaferle dönüyor" manşetlerini atanlar, bugüne kadar ezeli ve ebedi Erdoğan ve Türkiye karşıtlığıyla bilinen yabancı medya. Ama gelin görün ki böylesine milli bir konuda bizim muhalefet partilerinden (Millet İttifakı ortakları) ne müzakere öncesinde ne müzakereler sırasında ne de sonrasında bir destek açıkmaması geldi. Aksine, yabancıların bile ifade ettiği başarıyı gölgelemek ve hatta baltalamak için adeta birbiriyle yarışan açıklamalar yaptılar. Oysa Erdoğan NATO Zirvesi'ne gitmeden önce TBMM'de tüm partilerin imza atacağı bir ortak metinle Türkiye'de siyasetin bu meseleyi bir milli mesele olarak gördüğü ve tek vücut olduğu bir karar alınsaydı, hem işimiz çok daha kolay olurdu hem bu konunun siyaset üstü olduğu dünya aleme ilan edilirdi. Ancak olan biteni görünce, CHP ve İP liderlerinin açıklamalarını duydukça bu beklentimin hoş ve boş bir hayalden öte olmadığını da anlıyorum!
Yorum Yazın