Memlekette (Elbistan’da ) evimizin avlusunda dut ağacı var. Komşuların da evlerinin önünde dut ağacı var.
Bir gün dut ağacının altına oturdum, düşünüyorum. “Neden evlerin avlusuna dut ağacı dikerler?”Ben böyle düşünürken birden dut ağacında yapraklar kımıldadı. Sanki bana gülümsüyordu. “Bunu bilmiyor musun, ne garip?” dedi. Ben “Sadece insan konuşur biliyordum” dedim kendi kendime. Dut ağacı “sadece insanın konuştuğu doğrudur. Ama tabiatta her varlığın bir iletişim dili var. Aslında anlarsanız hepsi konuşur” dedi ve konuşmaya devam etti. “Bazı alışkanlıklarınız var ki, yaparsınız ama bilmezsiniz. Örneğin dut ağacı kadim geçmiş zamanda Türk inancına göre aileye mutluluk getirir. Onun için sadece bir yiyecek değil, mutluluğun da simgesiyiz.”
Bir an şaşırdım. Bitki deyip geçiyoruz oysa ne kadar anlamlıymış. Yanı başımızda durur bize mutluluğu hatırlatırmış da haberimiz yokmuş. Demek ki geçmiş kültürü unuttukça çevremizle olan farkındalığı da kaybediyoruz. Böyle düşünüp “bu dutun verdiği derdi tuttum” dedim içimden
Dut ağacı beni anlamış gibi devam etti.“Mutlu olmanız için hayatı bilmeniz ve ona anlam vermeniz gerekir. Ben kendi yaşantımdan yola çıkarak on maddede hayata dair ders vermek isterim” dedi başladı sıralamaya:
1-Bak şimdi bana, mütevazı kerpiç bir evin avlusunda yaşıyorum. “Niye ben kral bahçelerinde değil de böyle bir yerde yaşıyorum” diye isyan etmiyorum. Tevekkül içindeyim ve verebileceğim meyvenin en güzelini vermekle meşgulüm. Ama insanlar vereceği ürünleri değil konumlarını düşünerek hem isyankâr hem mutsuz olurlar.
2-Köklerim derindedir, onun için rüzgârlardan korkmam. Rüzgâr bana ıslık çalmayı öğretir. Eğer o müziği dinleseniz bize keyif verdiği gibi siz insanlara da keyif verir. İnsanlar, köksüz davranışları nedeniyle her rüzgârdan korkarlar. Kökünüz ve toprağınız sağlamsa sizde korkmayın.
3-Kışın yapraklarımız dökülür, kupkuru dallara döneriz. Baharda tekrar canlanırız. Ölmenin ve dirilmenin birbirini beslediğini insanlara gösteririz. Bizde doğal olan bu durum insanlarda trajedi gibidir. Oysa bu evde ölenler de oldu, doğanlar da oldu. Ama insan nesli yok olmuyor nesil devam ediyor, bizim gibi, telaşa yer yok yani.
4-Bizim hayatımız sükût içinde geçer. Sessizce açar yapraklarımız. Sessizce meyve veririz. Şamatamız, gürültümüz yoktur. Bu, edilgin olduğumuz anlamına gelmez. Sevgiyi de nefreti de hissederiz. Ama bize yönelik bir nefret ve düşmanlık olsa da sükûtumuzla eritiriz. Öfkenin öfkeyi, şiddetin şiddeti beslediğini iyi biliriz.
5-İnsanlar her şeyi maddi olarak düşünüp doğadan sadece teknolojik gelişmeler için faydalanıyorlar. Oysa bizim doğayla mücadele ederek değil doğayla uyum içinde olarak nasıl sağlıklı geliştiğimize bakıp düşünme biçiminde de yararlanabilirler. Böylelikle uyumu, barışı, dinginliği öğrenebilirler.
6-Köklerimizle topraktan yeterince mineral, su alırız. Güneş ışığını yeterince alırız. Her şey ihtiyacımız kadar, denge ve ölçü içindedir. Oysa insanlar denge ve ölçüyü kaçırdığı için hasta olurlar.
7-Bir dut ağacına bakın, hiçbir karmaşa görmezsiniz. Her şey yerli yerinde ve sadedir. İnsanlar sadelikten uzaklaştıkça hayatları çekilmez hale geliyor. Kafaları o kadar dolu ki bir dut ağacının yaprağındaki güzelliği göremiyorlar. . O yaprakta evrenin sırları duruyor oysa. Kafalar sadeleşmeden doğadaki farkındalık gelişmez
8-Dut ağaçlarına bakın çeşit çeşittir. Kara dut, akdut, mor dut, kırmızı dut ve daha birçok çeşidimiz var. Ama hiçbir zaman birbirimize düşman değiliz. Hatta aşı yapıldığında bir ağaçta farklı renklerden dutları görebilirsiniz. Bu zenginliğimizi gösterir. Oysa insanlar renklerine göre düşmanlık yaparlar.
9-Bize bakarak eski insanlar “Dut yaprağı açtı, soyun; döktü giyin” derlerdi. Bizimle zamanı, mevsimleri hisselerdi. Sonra insanlar hayatlarına ve kafalarına o kadar suni şeyler kattılar ki mevsimleri tanıyamaz oldular. Onlar şehirlerin, betonların gri beşinci mevsimini yaşar oldular.
10- Bir İslam bilgesine “Allah’ın varlığına delilin nedir?” diye sorduklarında: “Dut yaprağıdır” demiş ve şöyle devam etmiştir; Çünkü aynı yapraklarını koyun yer süt yapar, arı yer bal yapar, geyik yer misk yapar, tırtıl yer ipek yapar. Tadı, rengi, kokusu ve maddesi bir olan şeyden bu kadar farklı güzellikleri yaratmak, ancak Allah’a mahsustur.
Meğerse dut ağacı, ağaç diyerek geçeceğimiz bir şey değilmiş. Hayatıyla bize bilgelik sunarmış da farkında olmazmışız. Sustum ve düşündüm ama dut yemiş bir bülbül gibi değil, duttan ders almış bir bilge gibi.
(Devam edecek)
Yorum Yazın