Neden konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz? Konuşmak düşünmenin zihinden dışarı çıkmış halidir. Eğer düşünmeyi bilmiyorsak konuşmayı da bilmiyoruz demektir. Konuşmak bir düşünce alışverişiyse düşünme olmadan düşünce alıverişi de olmaz. Yani iletişim olmaz. Burada kastettiğimiz doğru düşünme, doğru konuşma ve doğru iletişimdir.
Beni bu yazıya sürükleyen düşünce, her gün haberlerde siyasilerin konuşmaları ama hiç anlaşamamalarından kaynaklandı. Öncelikle biz toplum olarak düşünüyor muyuz? Yoksa konservatif düşünceleri alıp tüketiyor muyuz?
Düşünmek zihinsel çaba ister ve özgür bir ortam ister. Eğer çocukluktan beri sırasıyla önce ana baba otoritesi sonra öğretmen ve devlet otoritesine uygun düşünme ve davranma bir hayat tarzı haline gelmişse zaten robot ritimli bir varlık haline dönüşmüşüz demektir. Otoritenin baskısıyla düşünmek, onun dışına çıktığımızda zarar göreceğimizi bilmek, bilinçaltımıza düşünmemeyi, sadece şablonlara uyarak ayakta kalabilmemizi telkin eder. Çünkü bu durumda çizginin dışına çıkmak bize tehlikeyi ve zararı işaret eder.
Kültürel olarak "Gemisini kurtaranın kaptan" olduğu, güçlü olanın haklı görüldüğü, menfaatini kollayan kişinin akıllı ve uyanık kabul edildiği bir kültürde objektif düşünme değil, çıkara uygun düşünme gelişir. Çünkü hem zemin ona elverişlidir hem de çıkarcı düşünmek, aptal yerine konmamak ve itibar görmek için daha kolay ve cazip bir seçenektir. Sürekli şahsi çıkarını düşünen bir kişinin objektif doğruyu düşünmesi beklenemez.
Diğer yandan toplum; dini, siyasi ve etnik gruplar şeklinde kamplaşmışsa, kişiler kendi grupları doğrultusunda kitap okuyor, televizyon seyrediyor, medya takip ediyorsa bu tarafgir düşüncelerden de doğru düşünce çıkmaz. Hatta kişiler okudukça, seyrettikçe, takip ettikçe bağnazlaşır ve düşmanlaşırlar. Okumak, seyretmek kişilerin aydınlatmaz bilakis kişilerin kin ve nefretini artırır.
Kısaca; otoriter, çıkarcı ve ötekileştirici anlayışlarla doğru düşünemeyiz, doğru konuşamayız ve doğru anlaşamayız. Öncelikle bu zihniyetin değişmesi gerekir. Bana göre siyasiler sebep değil sonuçtur. Böyle bir toplumdan böyle bir siyasi tablo çıkar. Sebepler değişmedikçe sonuçların değişmeyeceği bir gerçektir.
Durum böyle olmakla birlikte siyasileri dinlerken acaba bakış açımızı değiştirip şöyle yapamaz mıyız?
Haberlerdeki siyasilerin beyanatları, güvenilir kurum veya uzmanların istatistiklerine, raporlarına, anketlerine mi dayanıyor yoksa sadece siyasi bir görüş olarak mı ileri sürülüyor? Siyasi bir görüş olarak söyleniyorsa gerçekliği şüpheli bir iddiadan öte bir şey değildir. Bu nedenle bizim kanaatlarımıza ve düşüncelerimize esas teşkil etmemelidir.
Siyasi beyanatları siyasilerin hayatlarıyla ve davranışlarıyla test ettiğimizde bir tutarlılık görüyor muyuz? Bir Kerkük Türkmen Atasözünde “Nefsinde tecrübe etmediğin işi, aleme tavsiye etme.” Der. Örneğin kişinin kendisi Karun gibi yaşayıp size fakir yaşamanın faziletlerinden bahseden kişiye ne kadar inanırsınız? Kişinin söylediği ile davranışı birbirini tutmuyorsa bu çifte standarttır, iki yüzlülüktür. O halde böyle davranan kişinin sözüne itibar etmek doğru olur mu?
Siyasilerce söylenen sözleri, hayatta deneyimlediğiniz durumlar teyit mi ediyor yoksa tekzip mi ediyor. Söylenenleri, yapılanları deneyimlerinizle, hayatın olağan akışıyla test ettiğinizde birbiriyle uyuşuyor mu? Uyuşmuyorsa kendi deneyimlerinizi ve hayatın olağan akışındaki durumları esas almanız uygun olur. Çünkü Anadolu’da bu durumu anlatan çok güzel bir söz var. “Kızım sana mı inanayım, gözüm sana mı inanayım?”
Sadece kendi siyasi görüşümüze uygun haberleri ve beyanatları mı dinliyoruz yoksa iki tarafı dinleyip doğrusu nedir diye düşünüyor muyuz? Seneca’nın bir sözü var. “Tek tarafı dinleyerek verdiğin karar doğru olsa bile adil olmaz” Bu ilkeye uygun bir bakış açımız var mı?
Öncelikle siyasilerin karşılıklı beyanatları bir ağız dalaşı mıdır yoksa bir gerçeğin açığa çıkması için seviyeli bir tartışma mıdır? Bunu ayırt edebiliyor muyuz? Sonrasında bunu seviyeli bir tartışma kabul edersek karşılıklı atışmalarına taraf mı oluyoruz? Yoksa hakikat nedir diye düşünüyor muyuz?
Bütün bunlar haberleri izlerken aklımızdan geçiyor mu? Yoksa bir tarafa “çok yaşa” diğer tarafa “yuh” çekip oturuyor muyuz? Eğer böyle yapıyorsak kimseye kızmayalım. Atalarımız boşuna söylememiş. “Bitli mercimeğin kör alıcısı olur.” Daha doğrusu kör alıcı varsa bitli mercimeği hep satacaklardır.
Bence düşünme sorumluluğunu üzerimize alalım ve makûs talihimizi değiştirelim.
Yorum Yazın