Ondan söz ederken hep “Sevgili Doğu” diyorum.
O da benden bahsederken hep “Dostum” diyor...
Eee dile kolay değil, 50 yıldan fazla sürmüş dirsek temasımız var...
Hatta bir ara Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a birlikte gitme planı yapmıştık.
Olmadı.
Onun İsviçre mahkemesindeki mücadelesini desteklemiştim.
Önemli bir hukuk başarısı elde etmişti.
*
Ama bakmayın bu muhabbetimize...
Ayrı dünyaların olmasa bile ayrı mahallelerin insanıyız biz...
Doğu Perinçek’ten söz ediyordum...
Geçen gün Haber Türk kanalında Nagehan Alçı’nın sorusuna cevap verirken benim için “Türkiye’nin en Amerikancısı” demiş...
*
“Türkiye’nin en Batıcısı” deseydi hiç itiraz etmez, gönüllü olarak taşırdım o etiketi...
Ama Amerikancılık...
İşte o olmadı...
Neyse bu ilk değil...
Onunla ne ilk ne son tartışmamız bu...
*
Bir zamanlar ben TİP’liydim o yine Aydınlıkçı.. Bizi “Moskovacı” olmakla suçlardı...
Oysa aynı günlerde Moskovacılar da bizi “Anti-Sovyet” olmakla eleştirirdi.
*
Sonra duvar yıkıldı, Moskova komünizmi de altında kaldı.
Doğu ve ekibi beni bu defa Amerikancılığa terfi ettirdi.
Allah için o yine Aydınlıkçıydı.
Yani yine Çinci...
*
Sık sık konuşurduk ama Aydınlık dergisinin her hafta son 2 sayfasında yaptığı haftanın vatanseverleri ve hainleri listesinde ben, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Hasan Cemal ve Hadi Uluengin, 5’in değişmez kadrosuyduk...
*
Şimdi Taliban çetesi geldi.
Doğu hâlâ Çinci.
Üstüne bir de Talibancılığı ekledi.
Onun üzerine bir de Atatürk’ü monte etmeye çalışıyor...
Buna itiraz ettik ya...
Bir anda “Amerikancılıktan”, “En Amerikancılığa” yükseltildik...
Pardon indirildik...
*
O ise hâlâ kıdemli Aydınlıkçı...
Kıdemli Çinci.
Bana da ekibi aracılığıyla hababam saydırıyor.
Alıştık be sevgili Doğu.
Ama bak ikimiz de artık yetmişlerindeyiz.
Yani yaşadığımız her gün Tanrı’nın bize bir bonus’u.
Hadi gel artık şu son meselemizi bir halledelim.
*
Nihai soru şu:
- BİR: Madem “Amigoyuz”, “Amigoluğumuzun” şiddeti açısından bakarsak; ben mi daha Amerikancıyım, sen mi daha Çinci...
- İKİ: Allah göstermesin, asla göstermesin; bir gün yaşadığımız ülkeye de bir Taliban çökse ne yaparsın? Kurtuluş Savaşı deyip, eşine yakınına burkayı, kendine de şalvarı sarığı geçirip bu “Kuvayımilliye”ye mi katılırsın?
Yoksa anında bir ülkenin sınırına mı dayanırsın?
Ve gelelim asıl soruya:
- ÜÇ: Bir başka ülkeye iltica etmek istersen, Çin’e mi gidersin, yoksa bütün Müslüman göçmenleri gibi bir Batı ülkesine mi...
*
NOT: Aman gözünü seveyim, cevap vereceksen ailenin öteki üyelerine, Aydınlık emekçilerine, onların çocuklarına da bir danış istersen.
Özellikle de senin şu “Cumhuriyetçi Kadınlar Kulübü”nün üyelerine...
Biliyorum sen inatçısın, sırf bana gıcıklığına Çin dersin, o yüzden bir de çocuklara sor derim.
MÜTEVAZI ÖNERİ
HEMEN BİR BURKA TABURU KURUP CEPHEYE GİTMELİLER
TALİBAN sayesinde ülkemizin bir gerçeğini daha öğrenmiş bulunuyoruz...
Meğer ülkemizde bir “Cumhuriyetçi Kadınlar Kulübü” varmış...
Bunun basbayağı kadın üyeleri de varmış.
Ve o kadın kulübü geçen gün Taliban’ı destekleyen bir bildiri yayınladı.
Demek ki liderleri Doğu Perinçek’in izindeler.
Türkiye’de demokrasi var. Haklarıdır...
Ama bildiri tabii ki büyük bir tartışmaya yol açtı. Kulübün bazı kadın üyeleri istifa etti... Zaten kulübün varlığını da istifa eden üyeler sayesinde öğrendik.
Bu seviyeli tartışmaya, bir magazinci olarak ben de mütevazı bir katkıda bulunmak istiyorum.
“Cumhuriyetçi Kadınlar Kulübü”nün Kuvvacı kadınları hemen bir “Burka Taburu” kurup cepheye gitmeli ve Taliban saflarında Amerikan emperyalizmine karşı savaşa başlamalı.
Tek merakım şu:
Taburu boş verdim, acaba bir Burka Mangası kurabilirler mi...
EY BÜYÜK ADAM... BÜYÜK BİR ANITA SIĞAMAMAYI MI İSTERSİN... YOKSA KÜÇÜK BİR MEZARA SIĞABİLMEYİ Mİ
HAYATIM boyunca beni en çok etkileyen kitap Albert Camus’nün “Yabancı”sıdır...
O kitabı 1963 yılında, lise ikinci sınıftayken okumuştum.
Aynı yıl okuduğum bir başka kitap da Sartre’ın “İş İşten Geçti”si olmuştu.
*
Camus 1960 yılında bir trafik kazasında öldü.
Önceki gün öğrendim. Sarkozy onun mezarını Paris’te Pantheon’a taşımak istemiş ama ailesi reddetmiş.
“Yabancı” romanının yazarı, Fransa’nın güneyindeki Vaucluse bölgesinin Lourmarin adlı köyünde gömülü.
Köyün öteki ölmüş sakinlerinin mezarlarının arasında sadece küçük bir taştan ibaret bir mezarda yatıyor.
Eşi de onun yanında...
*
O mezarda “Yabancı” romanının ilk cümlesinin sadeliğini ve basitliğini görürüm hep.
“Annem bugün ölmüş, belki de dün, tam hatırlamıyorum...”
Bazıları için edebiyat tarihinin en sert giriş cümlesidir bu...
Benim için ise ölümün basitliğini anlatan çok etkileyici bir cümle...
*
De Gaulle bir zamanlar “Sartre Fransa’dır” demişti.
Camus de öyle...
O nedenle ilk bakışta onların da yerinin Pantheon olduğunu düşünmüştüm...
Ama dün bu mezara uzun uzun baktım ve görüşüm değişti...
Bazen en büyük insanlara en küçük ve en sade mezarlar çok daha yakışıyor...
MASANIN ÜSTÜNDE BU İSMİ GÖRÜNCE ‘HAH İŞTE’ DEDİM
HAFTA sonunda Sadettin Saran’ın davetinde Türk mutfak ürünlerine durmadan yenilik getiren Karaca’nın patronu Fatih Karaca ile sohbet ettim. Çok önemli bir işbirliğine imza attı. Dünyaca ünlü tasarımcı Hüseyin Çağlayan Karaca için yemek takımı dizaynları yaptı.
Çağlayan artık “Chalayan” marka ismini kullanıyor.
21’inci yüzyılda “fashion” kavramını, dar bir “moda” kelimesinin elinden çıkarıp sanata çeviren insanların başındadır.
Onun sahne performansları artık İngiltere’nin en önemli sanat olaylarından sayılıyor.
Onun ismini Karaca ile yan yana görünce “Hah işte budur” dedim.
Kütahya Seramik bir başka ünlü tasarımcı Karim Rashid’le çalışıyor.
Karaca, Hüseyin Çağlayan’a yöneldi... Bence Türkiye’nin mutfak endüstrisine hem sınıf hem çağ atlatıyor.
Google’dan Karaca’nın internet sitesine girerseniz ne dediğimi daha iyi anlarsınız...
DÜNYANIN EN PİNTİ SPORCUSU YANNİS Mİ
BU yıl ABD’de yılın sporcusu hiç şüphesiz NBA şampiyonu olan Milwaukee Bucks’un oyuncusu Yannis Adetekunbo...
Geçenlerde takım arkadaşlarının onunla ilgili sözlerini okudum...
Afrika kökenli Yunan oyuncunun eli çok sıkıymış.
*
İşte bazı örnekleri:
- Takımın öteki oyuncuları her maçta yeni bir çift ayakkabı giyerken o bir sezonda sadece iki çift ayakkabı kullanırmış.
Takımın kendisine verdiği ayakkabıları da ilerde kardeşlerine vermek için evinde saklarmış.
*
- Evine hiç alışveriş yapmazmış. Takımın her gün antrenman öncesi ve sonrası verdiği yemeklerden kalanları, enerji barlarını, çikolataları cebine doldurup evine götürürmüş.
*
- Tek eğlencesi evinde playstation oynamakmış. Geçen sezon bir alışveriş merkezine gittiklerinde yeni nesil bir playstation konsolunu 400 dolar verip almış. Ancak gece uyku uyuyamamış ve ertesi sabah gidip iade etmiş.
*
- Üstüne de hiç giyecek almıyormuş. Bütün sezonu bir hoodie ve sweatshirt’le geçiştiriyormuş. Hatta Milwaukee’de çok kar yağan bir günde paltosuz sokağa çıkmış.
*
- Geçenlerde en yakın takım arkadaşını arayıp “Televizyonum çalışmıyor, ne yapmalıyım” diye sormuş. Arkadaşı gelip baktığında görmüş ki kablolu televizyonun abone parasını ödemediği için aboneliğini iptal etmişler. Buna rağmen abonelik parası yatırmamış ve kablolu kanalları seyretmiyormuş.
PSİKOLOJİK YORUM
BUNUN ADI PİNTİLİK Mİ YOKSA YOKSULLUK KORKUSU MU
SİZCE bu nedir?
Pintilik mi...
Tutumluluk mu...
Psikologlar “cimrilik” ile “tutumluluk” arasına bir çizgi çekiyor.
Onlara göre “cimrilik” güvensizlik ve emniyette hissetmeme duygusuyla ilgili.
Tutumluluk ise “emniyette olma”, “güvende olma” duygusu yüksek insanlarda görülen bir karakter özelliği...
Yani biri güven, biri korku... Bence Yunan oyuncununki birincisi...
Çünkü bende de o korku var hep...
Tekrar Yunanistan’daki o sefalet günlerine dönme korkusu...
Yine de bu ayrımı tam anladığımı söyleyemem...
Bildiğim şu.
Kenar mahallelerden gelen çocukların çoğunda eski günlere dönme korkusu vardır...
Yorum Yazın