Adam balıkçıda bir balığı almış ve kıçını koklamaya başlamış. Satıcı, “hemşerim balık baştan kokar, sen ise balığın kıçını kokluyorsun. Neden?” Adam cevap verir,” evet doğrudur, balık baştan kokar ama koku “taa” kıçına kadar da gelmiş mi, diye kokluyorum”
Gazeteci; güncel olaylar, akımlar, konular ve kişiler hakkında bilgi toplayıp, olabildiğince tarafsız bir şekilde yayımlamaya gayret gösteren kişidir. Köşe yazarı da; bir gazetede, dergide ya da haber portallarına hazırladığı yazıları ile görüş ve düşüncelerini paylaşan kişidir. Bir köşe yazarının sorumlulukları ise, herhangi bir çıkar gurubunun çıkarlarını gütmeden, güvenilirliğinden şüphe edilebilecek kaynaklardan toplanan bilgileri köşesine taşıyarak meslek etik kurallarına uygun hareketle imkanlarını kişisel hırs ya da menfaatleri için kullanmamaktır.
Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir tv kanalında canlı yayınlanan programında Köşe yazarı Abdulkadir Selvi’ye; “valla Abdulkadir Bey, artık köşenden gereğini yapacaksın. Ahmet Bey (Hakan)yapıyor bak!” sözleriyle gazeteciliğin ve köşe yazarlığın hangi boyutlara geldiğini canlı bir şekilde izlemiş olduk. Bu olaya istinaden birçok köşe yazarı “Selvi ve Hakan’ın yerinde olmak istemezdik. Bu durum mesleğin ne etik kurallarına, ne de genel ahlak kurallarına uygundur.” diye eleştiri aldı. Köşe yazarı gazete patronundan bile emir almaz, köşe yazısına müdahale ettirmez. Kaldı ki bir parti genel başkanından yazacağı köşe yazısının konusunu talimat olarak alsın. Dolma kalemin mürekkebini dolduranlar vardır, müdahaleyle birileri doldurur, tükenmez kaleme dışarıdan müdahale edilemez. Selvilerin ve Hakanların dolma kalemlerinin mürekkeplerini, kimlerin fonladığını canlı izlemiş olduk. Balığın kıçını koklayan adam ne demişti?
KALEMŞÖRLÜK
Kalemi eline alıp, gazete köşelerinde bir şeyler yazmaya çalışanların, “her şey çok güzel gidiyor, çok güzel işler yapılıyor, suiistimaller yok gibi erkin hoşuna gidecek konuları işlemesi, yaptığı işin amacına uygun olduğunu düşünemiyorum. Gazeteci ve köşe yazarları iktidarların yaptıklarını övme değil, yapamadıklarını veya yanlış yapılanları okuyucularıyla paylaştığında amacına ulaşacaktır. Eleştiri, eleştiriye uğrayanın düzelticisidir. Tabi ki; bunu doğru olarak süzgecinden geçirenler içindir. Güçlerin kontrolü, üretimdir, kontrolsüzlüğü ise yıkım.
GÜDÜMLÜ AYDINLAR
Aydın kişi; kendi kendini aşabilme, sürekli gelişebilme, haksızlığa maruz kalmışların yanında durabilme, hoşgörü sahibi olabilme, yanlışlar karşısında doğruları söylemede dimdik durabilme tezlerini her daim başkalarıyla paylaşabilme yetisine sahip özellikli insanlara denir. Entelektüel de; aydın olanın, aydınlığına vesile olmuş huylarını yaşam alanına tatbik edebilenlere denir. Aydın ve entelektüel (münevver) tanımını herkes kendine göre farklı bir şekilde izah edebilir. Paylaşmak istediğim bu sıfatların tanımının ne olduğu değil, bu kişilerin bildiklerini hayatlarına uyarlayabilmede zamana ve zemine göre neden farklılık gösterdiğidir.
YALAN
Yere düşen ekmeği çiğnememek için duyduğumuz hassasiyeti, yerlerde sürünen bazı değerlerimiz çiğnenirken niçin kendini göstermiyor acaba?
Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koymuş ve “Bu ekmeğe basabilecek birisi var mı?” diye sormuş salondakilere.
Hiç ses çıkmamış tabii. “Sahneye gelip bu ekmek parçasına basana 100 dolar vereceğim” diye devam etmiş.
Salondan yine çıt yok…
Fiyatı artırarak 500 dolara kadar getirmiş.
Bu sırada salonda bulunanlardan birisi,
“Hocam, istersen 500 bin dolar ver, yine bize o ekmeği çiğnetemezsin, boşuna uğraşma” demiş.
Doğan Hocam da, “İşte değerler eğitimi budur” diye noktayı koymuş.
Peki; para vererek ekmek çiğnetebileceğiniz insan sayısı yok denecek kadar azken, bedavaya yalan söyleyen, dedikodu yapan insanların çok olması biraz garip değil mi?
Acaba yalan söyleme konusunda bu kadar hassas olamaz mıydık?
Veya herhangi bir toplulukta birisi gıybet etmeye başladığında herkes tepki veremez miydi?
HIRSIZ
Bir zamanlar Çin’de yoksul bir adam o denli aç ve bitkin düşmüştü ki kendini tutamayıp bir armut çaldı. Adamı yakaladılar ve imparatorun karşısına cezalandırılmak üzere çıkardılar.
Hırsız, imparatoru görünce ona şöyle dedi;
"Değerli efendim, çok açtım dayanamadım çaldım. Beni af etmeniz için yalvarıyorum. Af ederseniz, size paha biçilmez bir armağanım olacak."
İmparator dudak büktü:
"Senin gibi birinde paha biçilmez ne olabilir ki?"
Hırsız, o anda avucunun içindeki armut çekirdeğini uzattı ve;
" Bu çekirdeği ekerseniz, bir gün içerisinde altın meyveler veren bir ağacın yeşereceğini göreceksiniz."
İmparator bir kahkaha atarak;
"Ek o zaman," demiş, "altın meyveleri görünce affederim seni."
Yoksul adam:
"Haşmetlim bu tohumu ben ekemem, çünkü ben bir hırsızım. Bu sihirli tohumu ancak ömründe hiç çalmamış, başkalarına haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler tarif edilmez acılarla öldürür. Sultanım, bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz."
İmparator irkildi, suratını astı bir süre düşündü sonra da hırçın bir sesle:
" Ben imparatorum, bahçıvan değil, o tohumu başbakana ver eksin de altın meyveleri görelim," dedi.
Yoksul adam tohumu başbakana uzatınca başbakan telaş içerisinde İmparatora dönüp itiraz etti:
"Ben ekim biçim işlerinde çok beceriksizim efendim. Sihirli tohumu yanlış eker ziyan ederim. Bence bu tohumu hazinedar başı eksin. "
Hazinedar başı hemen bahane buldu ve bu görevi bir başkasına devretti.
Bir bir orada bulunan herkes sudan sebeplerle tohumu ekme görevinden kaçındılar.
Sonra İmparator doğan sessizliğin içerisinde bir süre düşündü, başı önünde duran başbakana, hazinedara ve bütün görevlilere dik dik baktı ve;
"Hadi bakalım bu hırsız bahçıvana tohumunun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip sevindirelim" dedi, cebinden bir altın çıkardı yoksul adama tutması için attı herkesin ceplerinden sessiz sedasız birer altın çıkarıp adama vermesini izledi sonra da gülerek
"Bas git buradan be adam, bugünlük hepimize bu ders yeter" dedi.
Altın ağacı çıkacak tohumu ekebilen bir babayiğit biz de çıkar mı, ne dersiniz?
Yorum Yazın