Cinayet artık o kadar aleni boyutlarda, o kadar korkusuz işlenmeye başladı ki, genelde Fenerli medyanın bile tahammülü kalmadı.. Çeşitli yayın organlarında ayni başlığı görmeye başladık..
"Lig dizayn ediliyor!."
Yani!. Sahadaki maçlar palavra.. Dışarıda birtakım güçler, ligin üst tarafını önceden yazmışlar. Özel seçilerek atanan saha ve VAR hakemleri maçların, bu yazılımı gerçekleştirecek sonuçlarla bitmesini sağlıyorlar.
Açık seçik, isim verilerek yazılmayan tek şey, dizayn edilmiş ligin sıralaması..
Onu da ben yazayım!.
1. Beşiktaş.. (Fener her türlü desteğe rağmen iç bozgunu yüzünden yetişemedi. Hakemlerin gol atacak halleri de yok ya..)
2. Fenerbahçe.. (Şampiyon olamıyor madem, bari Şampiyonlar Ligi'ne gitsin!.)
3. Galatasaray.. (Mecburen.)
Peki, evlerine kapanmış, adeta ekrana ve maçlara mahkûm edilmiş biz sporseverler ne oluyoruz?.
Başlığa bakın.. Resmen aldatılıyor, kandırılıyor, yok yere "Sonucu önceden belirlenmiş lig"i ciddi sanarak heyecanlanıyoruz. Mesele bu..
İşin başında ne yazık ki, dün uzun uzun yazdım, gözleri önünde cereyan eden bu rezilliğe ses çıkarmayan Federasyon Başkanı Nihat Özdemir var.
Baş yardımcısı da, MHK Başkanı Serdar Tatlı..
Aslında ikisi de başta fena değillerdi. Ne zaman Nihat Özdemir, Ali Koç'a boyun eğdi, Zorlu toplantısını yaptı, orda bitti.
Serdar Tatlı da aslında iyi başlamış, kaşar, eyyamcı hakemlerle sağlıklı lig yürümeyeceğini anlamış ve "Hata yapılacaksa gençler yapsın. Onlar kaşarlar gibi eyyam uğruna bilerek hata yapmazlar hiç değilse" demiş ve uygulamaya başlamıştı. Bu köşede nasıl alkışladığımızı hatırlarsınız.. Ama "tarafsız hakem", Ali Koç'un en son isteyeceği şeydi. Fener Kongresi'nin büyük desteği ve coşkusu ile geldiği başkanlıkta fiyasko üstüne fiyasko tazeleyerek kulübü darmadağın etmişti. Kellesini kurtarmanın yolu hakemlerden geçiyordu. Sadece kendi maçlarını değil, rakiplerinin de maçlarını yönetecek hakemlerden.. Öyle bir saldırdı ki, medyasını da arkasına alıp, Serdar Tatlı muma döndü. Saha ve VAR hakemlerini adeta Ali Koç atamaya başladı.
..Ve bu hakemler, öyle aleni, öyle göz göre göre, öyle kör parmağım gözüne hatalar yapmaya başladılar ki, en Fenerli yazarlar bile tahammül edemez oldular.
Bakın açık söylüyorum.. Bu hakemlerle bu lig sağlıklı bitmez.. Dua etsinler maçlar seyircisiz. Yoksa tribünler sahaya inmişlerdi çoktan.. Bu saatten sonra "hakem" yaratacak halimiz de yok..
Tek ama tek çare ne yazık ki, "Üç Büyükler"in geri kalan tüm maçlarına, hem saha hem de VAR hakemi olarak, "yabancı" getirmek..
Neden?.
Millet inancını öylesine yitirdi ki, en masum kararın altında dahi kasıt aramaya başladı. Çalınan düdüğün, görülen ya da görülmeyen pozisyonun, VAR'a çağırma ve çağırmama kararının doğru ya da yanlış olduğuna bakmıyor. Baktığı tek şey var..
"O karar kime yarıyor?."
Rakibe, sahada dahi olmayan rakibe yarıyorsa, "Satılmış Hakem" hükmünü veriyor.
İnancın bittiği yerde, adalet biter. Ne yapsanız adil olamazsınız çünkü..
Nihat Başkan..
Ya bu cesur kararı al, giderayak, namını kurtar..
Ya da kupayı bugünden Ali Koç'a ver. Fener'i devreden çıkar ki, hiç değilse kalan maçların ciddi olduğuna inanalım da futbol keyif ve heyecanımız şu son birkaç hafta için de olsa geri gelsin!.
***
Pakize ve Üstün Barışta'lar!..
Oğuz Atay'ın kimseye haber vermeden tuttuğu günlüklerin Milliyet Gazetesi'nin eline nasıl geçtiği ve yayınlandığı hikâyesine, yıllar yıllar sonra Ertuğrul Özkök, Agatha Christie üslubu ile el atınca, olay yeniden gündeme geldi. Sonunda öğrendik ki, o günlükleri Atay'ın sakladığı yerden alan, o zamanki eşi Pakize Atay'mış..
O Pakize Atay'ken adı bilinmeyen kadın, Üstün Barışta ile evlenince ünlendi. Pakize Barışta adını duymayan kalmadı. En başta da ben..
Neden ben.. Canım kadar sevdiğim, hâlâ hayatta ailemin dışında beni "En seven kadın" olduğuna inandığım Sezen, hiç anlayamadığım bir şekilde tavır almaya başlamış, telefonlarıma da çıkmaz olmuştu.. Ortak dostlarımıza sordum, "Ne oluyor" diye, bilen pek yoktu. Biri "Üstün ve Pakize Barışta'lar yönetiyorlar artık Sezen'i" dedi.
Pakize Barışta adı, 20 sene sonra yeniden gündem olunca, internete girdim, ne var ne yok diye.. Ali Saydam dostun 2005 tarihli bir yazısını okudum.
O yazıdan öğrendim ki, bu karı koca Barışta'lar, sanat ve magazin dünyasından el çekmemişler. Sezen araya girmiş, Tarkan'ın da danışmanı olmuşlar.. Mexico City'den Los Angeles'a, Paris diskolarından Moskova caddelerine dünya zirvelerinde dolaşan Tarkan'ı "İngilizce albüm" yaveleri ile senelerce oyalayıp unutturan Atlantik Plak tuzağına onlar düşürmüş meğer..
Dahası.. Gene Ali yazıyor. O 2005 Temmuz'unda bir haber okumuş..
"Ebru Gündeş artık danışmanlarının direktiflerini uyguluyor."
Dikkat buyurun.. Tavsiye değil, direktif.. Kim bu direktif verenler?.
"Barışta'lar" tabii..
Sezen.. Tarkan.. Ebru.. Ve bunların hepsi nerdeyse gizliden.. O koskoca magazin basınımız bunlara yön veren karı kocayı nasıl keşfetmez yoksa, sular saman altından yürümese..
Sezen o yılları iyi düşünmeli.. Arka arkaya, hayatındaki en yakın üç erkekten koptuğu günleri.. Eşi Ahmet Utlu.. Meneceri Mustafa Oğuz ve ölesiye dostu ben, nasıl ve neden çıktık hayatından arka arkaya?..
Çıkarıldık mı, acaba?.
***
Prens Philip ve Atatürk!..
İngiltere'de Kraliçe'nin kocası olmaktan ve resmi törenlerde Elizabeth'in iki adım arkasında yürümekten başka şey yapmayan Prens Philip'in kaderini değiştiren ve onun "Kral" olmasını önleyen kişinin Mustafa Kemal olduğu kimsenin aklına gelmedi, günlerden beri. Oysa ölümünün ardından onlarca yazı yazıldı, bizde..
Prens Philip, 10 Temmuz 1921'de Yunan Prensi Andrew ve Danimarka Prensesi Alice'in tek oğlu olarak dünyaya geldi. Yunan tahtının torun vârisiydi yani, minik Filippos!..
Yunanlılar, İngilizlerin teşvik ve tahriki ile İzmir'e çıkarma yaptıklarında, babası Andrew, Yunan orduları başkomutanıydı. Ama savaş Yunanlılar için felaket oldu. Mustafa Kemal kumandasındaki Türkler, Andrew'in ordularını İzmir'den denize dökünce, Yunanistan'da karşı darbe oldu. Kral Konstantin tahtını bıraktı ve oğlu Andrew başta tüm ailesiyle ülkesini terk edip İtalya'ya gitti. Tabii torun Filippos da yanlarında olarak..
Ötesini, yani Filippos'un nasıl Philip adıyla İngiliz vatandaşı olduğunu, İngiliz donanmasına katıldığını, subaylık yaparken, prenses ve taht vârisi Elizabeth ile tanışmasını, baba Kral 6. George'un önce geri çevirip, sonra kızıyla evlenmesine izin verdiğini meraklısı biliyor zaten. Uzatmaya gerek yok..
Benim amacım, Philip'in "Kral" olmasını önleyen 11 Eylül 1922 Atina darbesine sebep olan kişiyi hatırlatmak!.
Mustafa Kemal Atatürk!.
İngiltere siyasi tarihine Çanakkale'den sonra ikinci defa müdahale eden askeri ve siyasi deha!.
***
Masalsı gerçekler!..
Hülya Avşar 21 yaşında.. Dünya tatlısı bir genç kız ve müthiş de iyi oyuncu.. Feyzi Tuna, zamanın en önde gelen yönetmenlerinden. Tutku filmini Hülya ile çekiyor. Filmin bir sahnesi için beyaz bir at istiyor, Tuna.. Bu tür tedarik işleriyle görevli Prodüksiyon Amiri Sabri Aslankara'dan bir beyaz at istiyor. Bulamıyor amir.. Ama "uyanık" ya, kahverengi bir atı üstübeçle beyaza boyuyor. Tam o sırada yağmur başlamaz, boyalar akmaz mı?.
Feyzi Tuna, intikamını jenerikte alıyor.. Şöyle okuyor, perdede filmi seyredenler..
"Prodüksiyon Amiri: Sabri Baştankara"
Hoş değil mi?. Daha neler var, sevgili dostum, can kardeşim Metin Belgin'in bana imzaladığı "Sine'Masal" adlı kitapta.. Metin, Devlet Tiyatromuzun gururu oyuncu ve yönetmenlerinden. Ama hele onun işe başladığı günlerde memur maaşı ile yaşamak mümkün değil.. İzin alıp, filmlerde ve dizilerde görev yapıyorlar..
Metin işte o yıllara ait perde anılarını ve fotoğraflarını derlemiş ve kitap yazmış. Kapak her şeyi özetliyor zaten..
"Anı / Renkli - Türkçe / Sine'Masal / Metin Belgin"
Hele biraz eski kuşaklar, o günleri yaşayanlar için nasıl harika bir başucu kitabı. Rastgele bir sayfa aç, oku..
Girişteki anıyı, kitabı ilk elime aldığımda, fal tutar gibi açtım ve soldaki sayfaya baktım hızlıca. Yazdıklarım işte ordan.. Metin, o sırada aslında kamera arkası görevlisi.. Feyzi Tuna'nın üçüncü asistanı.. Ama o devirde öyle beleş yok. İcabında da figüranlık yapacaksın..
Sinema adlı hayal dünyasının masalsı gerçeklerini 143 sayfa anlatmış Metin..
(Literatür Yayıncılık)
www.literatur.com.tr
***
TEBESSÜM
Salyangozla kaplumbağa yolda çarpıştılar. Trafik polisi anında geldi ve "Ne oldu" diye sordu..
"Her şey öyle hızlı oldu ki, anlamadım" dedi, salyangoz!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
İnançlıların en üstünü, huyca en güzel olanıdır. Mümin başkalarıyla uyuşur, onunla uyuşulur.
Başkalarıyla uyuşmayan ve çatışan kimseden hayır yoktur.
Hz. Muhammed
Yorum Yazın