Zaman zaman uluslararası dengeler tabiri, haberlerde, dizilerde veya filmlerde kulağımıza çalınır. Aslında, bu cümlenin alt metninde yatan anlamı, çevrendeki senden güçlü veya güç olarak eşit devletlerin veya milletlerin politikalarını çıkarlarını ve isteklerini göz ardı ederek hareket edememektir.
Bizler gibi imparatorluk bakiyesi devletler, bu uluslararası dengelerden daha çok etkilenirler. Çünkü bilinir ki, bu toplum bir kere imparatorluk kurduysa bir daha kurabilir. Yalnızca bizimle ilgili değil, İran, Mısır, Rusya gibi toplumlarda aynı kültür bakiyesine sahip olduklarından, dengeler genellikle bu tip devletlerin aleyhinde kurulmaya çalışılır.
Tabi, bu dengelerin her yüzyıl belirleyici güçleri, değişkenlik gösterir. Geçtiğimiz yüzyılın denge belirleyicileri Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Avrupa Birliği ve aslında hepsinin perde arkasında İngiltere idi. İmparatorluk bakiyesine sahip ülkelere karşı, hep tetikte olmuşlar ve adeta burunlarını sorundan kaldıramamalarına sebep olmuşlardır. 100 yılda sayısız darbe, ekonomik kriz, terör ve buna benzer bir çok etmen, kafasını kaldırmaya çalışan bu güçlere musallat edilmiştir.
Lakin, nasıl 600 yıllık imparatorluklar bile, günü geldiğinde çökmüşse veya çökertilmişse bugünün denge belirleyicilerinin de vadesi dolmuştur. Teknolojinin de ilerlemesiyle birbirine iyice entegre olan devletler, artık orada ne olursa olsun, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, diyememektedir. Mesela, Asya'nın ortasındaki Afganistan'da ve Ortadoğu'daki Suriye'de yaşanan olaylar, Avrupa'dan tutun Amerika'ya kadar etkili olmuştur. Özellikle bizim ülkemiz, bu olaylardan en çok etkilenen ülkelerdendir.
Başta da dediğimiz gibi denge belirleyici ülkeler dengeleri kendi lehlerine belirlemeye çalışırken, artık mızrak çuvala sığmamış ve ellerine yüzlerine bulaştırmışlardır. Bu sefer tehlike beklenmedik bir yerden gelmiştir. Yıllarca ucuz iş gücü olarak sömürdükleri ve tüm fabrikalarını yerleştirdikleri, hatta tüm pis işlerinin üssü olarak belirledikleri Çin, alttan alta ülkesinde faaliyet gösteren teknolojileri kopyalamış, neticede kendilerine rakip olabilecek bir güç haline gelmeyi başarmıştır. Artık, akıllı telefon deyince, akla Batı kadar Çin de gelmeye başlamış. Önümüzdeki yüzyılın belirleyici gücü olacak telekomünikasyon altyapısında ise batıyı geçmiş vaziyetteler.
Küresel güçlerin tüm dünyanın tek bir dataya bağlı tek dünya devleti kurma stratejilerinin alt yapısı olacak 5G teknolojisi ve dijital dönüşüm projelerinin alt yapısında, Afrika'dan Asya'ya kadar Çin şirketlerini kullanmaktadır. Amerika söz konusu şirketlere ambargo uygulamaya çalışsa bile, açıkçası artık pek umursayan yok. Çünkü gerek Afganistan'da gerekse Suriye'de dünya devletleri gördü ki, Amerika'ya güvenen yarı yolda kalmaya mahkum. Bir de üzerine Amerika'nın kendi içinde başlayan çatlak sesler, ülkeyi bölünmenin eşiğine bile götürebilir.
Bu durumda dünyanın parasal anlamda zengin, fakat askeri anlamda fakir ülkeleri farklı arayışlara girmek zorunda kaldı. 10 küsur yıldır Afrika ülkelerinde, Rus Wagner askeri varlığını görmeye başlamıştık. Ardından sırtını Amerika'ya dayayan petrol zengini Arap ülkeleri de ufak ufak Türkiye'nin kapısını aşındırmaya başladı.
Bu değişen dengeler, Türkiye'yi istese de istemese de geçen yüzyılda olduğundan daha güçlü bir ülke haline getirecek gibi görünüyor. Burada Türkiye Cumhuriyeti'nin karşısına iki seçenek çıkıyor. Ya geçtiğimiz yüzyılın dengelerini oluştururken kendi halkının refahını ön planda tutmaya çalışan ve büyük anlamda başaran Avrupa gibi bir strateji, ya da yükselişini kendi halkının sırtına binerek ve ayaklarının altında ezerek gerçekleştiren Çin gibi bir strateji belirlemek.
Henüz yolun başındayız. Her ne olursa olsun güçleneceğiz. Gittiğimiz yönü ise süreçteki tercihlerimiz belirleyecek. Burada önümüzdeki 10 yılı yönetecek hükümet veya hükümetlere çok iş düşecek. Şunu da unutmamak lazım; hükümetler halkın yansımasıdır. Biz ne kadar bilinçli olursak hükümetleri de o kadar bilince zorlarız. Önemli olan, seçim yaptık bitti, gücünün gerisi hükümetlerin işi dememek. Hükümetlerin her attığı adımı dikkatli inceleyip değerlendirip müdahil olmaya çalışmalıyız. Bu müdahilliği 100 yıl önce sağlamış olan Avrupa'nın 100 yılı refah içinde geçti. Bu müdahilliği sağlayamamış Çin'in, geçtiğimiz 50 yılının ise nasıl geçtiğini hepimiz az çok biliyoruz. Burada niyetim Avrupa'yı övmek değil keza onlarda zenginliklerini başka milletlerin kanıyla kazandı. Anlatmak istediğim Türkiye istesek de istemesek de gelecek yüzyılın denge belirleyici unsurlarından biri haline gelecek. Bu gelişimi topluma rağmen mi, toplumla beraber mi yapacak olması?
İstanbul, yine dünya ticaretinin merkezi olur olmasına da, Londra gibi İngilizleri de ihya eden bir merkez mi olacak yoksa Hong Kong gibi halkına zerre fayda getirmeyen Küresel Elit Parazitlerin elinde bir merkez mi olacak?
Yorum Yazın