Türkiye'de günde ortalama 8 milyon twit atıldığını, bunların en az yarısının suni üretilmiş sahte hesaplar olduğunu, diğer sosyal medya mecraları ile birlikte paylaşım sayısının 12 milyona kadar çıktığını bir kenara not edelim.
Sosyal medya olarak adlandırılan "gayya kuyusu"ndaki yorum, değerlendirme ve aktarımların yüzde 75'inin olumsuz kanaat, fikir veya değer yargısı paylaşımı içerdiği gerçeğini de göz önünde tutalım.
Ve nihayet...
2013 yılındaki Gezi kalkışmasından sonra, sosyal medya üzerinden kitleleri organize etme, sokağa dökme, yani toplumun sinir uçları ile oynama faaliyetlerinin "milli güvenlik riski" olarak tanımlandığını da hatırlayalım.
Bütün bunların ışığında...
Elektrik ve doğalgaz faturalarına tepki adı altında örgütlenen kesimleri anlamaya ama daha çok onların masumane duygularını, ekonomik sıkıntılarını istismar etmeye yönelik organize grupların karakteristiğine karşı teyakkuz halini koruyalım.
Örneğin Cizre'ye, Doğubeyazıt'a gidelim...
HDP'nin topladığı, bir kısmı terör örgütü PKK sempatizanı grupların, örgütün simgesini, sloganını içermeyen, profesyonelce kurgulanmış sokaktaki tepkilerini masaya yatıralım. Ellerindeki elektrik faturalarını sallamakla yetinmelerini ise yenilenen eylem biçimi olarak analizimize katalım.
***
Enerji fiyatları konusu, oldukça hassas ve hatta siyasi sonuçlar yaratmak üzere polemik için kullanılmaya açık bir alan. Sorun şu ki...
1- Küresel enerji fiyatları, küresel enflasyonla birlikte artıyor. Ki doğalgazda kimi Avrupa ülkelerinin kontratlarına göre bu artış 10 katı buluyor.
Türkiye de bu sorunlu uluslararası yapıdan maalesef nasibini alıyor.
2- Dış kaynaklı artan fiyatlar yanında, Aralık 2021'deki kur şokunun gecikmeli etkileri bugünlerde daha belirgin şekilde hissediliyor.
3- Pandeminin doğurduğu sosyoekonomik sorunlarla baş edilirken ekonominin çıkışa geçtiği, esnaftan sanayiciye kadar geniş bir yelpazede toparlanma emaresinin başladığı, büyüme dinamiklerinin hareketlendiği aylarda enerji fiyatlarına zam yapmak, çarkların duraklamasına yol açabilirdi. Bu nedenle Türkiye geçen yıl 100 milyar lirası doğalgaz ve elektrikte, 65 milyar lirası ise ÖTV indirimleri nedeni ile akaryakıtta olmak üzere 165 milyar lira sübvansiyona yöneldi.
4- İthal girdili enerjiyi, kur değişkenliği şartlarında sürekli olarak gerçek maliyetinin altında nihai tüketiciye satmak sürdürülebilir değildi. Kaldı ki kuraklık nedeni ile hidroelektrik santrallerden yeterince yararlanılamadığı için yine dövize bağlı kalemlerden maliyetli elektrik üretilmesi de gerekti.
Unutmadan... En pahalı enerji bulunamayan enerjidir!
5- Türkiye, elektrik üretiminin yarısını yerli ve milli kaynaklardan temin edecek kapasiteye erişmiş olmasaydı, bugün ne doğalgaz ne de elektrik maliyetinin yarısına halka ulaştırılabilirdi. Evet, halen kullandığımız enerjinin gerçek bedelinin yarısı kadar fatura çıkarılıyor!
***
Gel gör ki...
Acınız, ağrınız nerede ise canınız orada toplanır.
Kış sezonunun güçlükleri, ısınma ve aydınlatmada kullandığımız enerji fiyatlarındaki dramatik artış hemen herkesi zorluyor. Nitekim ilk etapta, hane halkları için tarife yenilendi. Ama piyasada "esnafı, tüccarı, sanayiciyi" de ayrı ayrı ele almak bir zorunluluk. Farklı üretici ve satıcı gruplar, maliyet artışlarını bir şekilde fiyatlarına yansıtabilirken, küçük bütçeli gruplar, yani esnaf aynı esnekliği aynı hızda gösteremiyor ve ticari nefesi kesilebiliyor. Bu durumda toplumun en alt gelir grupları için belli bir miktara kadar uygulanan bedelsiz/indirimli elektrik ve doğalgaz tedarikinin kapsamını genişletme ihtiyacı aciliyet arz ediyor. Gerekirse, kamunun cari harcamalarının biraz daha kısılması ve dahi önceliklendirilmeyen bazı yatırım ödeneklerinin kesilmesi pahasına bu sorunun süratle çözümüne yönelinebilir. Zaten baharın ardından tüketimdeki görece gerileme ile fatura baskısı da azalacaktır.
Ve son söz...
Meselelerin farkında olan, iradesi ve liderliği güçlü bir hükümet iş başında ve çare geliştirirken sokağı tahrik edenlerin peşine takılanların mazeretleri meşruiyetini kaybeder!
Yorum Yazın