Gazze'de İsrail barbarlığına karşı hayatta kalmaya çalışanların bizden sadece iki dileği kaldı: Birincisi, dua... İkincisi, seslerini duyurmamız...
Şimdi vicdanı olan herkese sesleniyorum:
Dualarınızın arasına Gazzeli kadınları, çocukları, yaşlıları da katın. Onlar için duyduğunuz kaygıyı önce Allah'a, sonra kendinize karşı dile getirin. Ve çıkın sokaklara... Herhangi bir organizasyonu beklemeden, spontane bir araya gelin. Haykırın haykırabildiğiniz kadar... Zulmü lanetleyin... Barışı isteyin... Bu, boynumuza asılı bir insanlık manifestosudur. Şimdi insan olduğumuzu önce kendimize kanıtlama vaktidir. Aksi halde yıllar sonra oradaki ölümlerin vebalinden kurtulamayız.
Asıl Sırat Köprüsü budur. Harekete geçip karşıya, yani insanlığa ulaşabilen kurtulacak. Durup, donup, dilsiz şeytanı oynayanlar ise ateşlerin arasına yuvarlanacak. Bu, önünüzdeki en önemli insanlık sınavıdır. İki aydır masumların üzerine ölüm ve vahşet kusan İsrail, karşısında "insandan" bir duvar görmezse daha da cesaretlenecek ve sıra diğer milletlere de gelecek.
Tıpkı Avrupa'nın dört bir yanında olduğu gibi bağırın, haykırın, çığlık atın... Gazze'nin sesi olun...
Olun ki, yarın başkalarının sizin için bağırmasını beklemekten kurtulun...
Bunları hak etmiyoruz
Bizim ülkemizde erkekler futbol maçı, kadınlar dizi izler. 80 milyonluk ülkede en çok bu ikisi konuşulur. Her evde en az bir uzman futbol yorumcusu, bir de dizi eleştirmeni bulunur. Hayatımız neredeyse bu ikisinden ibarettir.
Peki futbolumuz ve dizilerimiz bu kadar büyük bir ilgiyi, sevgiyi hak ediyor mu? Asla... Bu hafta sözde "dört büyüklerin" oynadıkları maçları tahammül edip de sonuna kadar izleyebilen var mı? Tatsız, tuzsuz, renksiz, ruhsuz, heyecansız bir didişme... (Kimse Fenerbahçe'nin 4-1'lik maçını savunmasın. Sadece golü fazlaydı, futbolu değil) Hele İngiliz Premier Lig'de 3-3 biten Manchester City - Tottenham maçını izledikten sonra bizim lig gözümde iyice cüce kaldı.
Diziler deseniz, artık ağızda keçi boynuzu tadı bile bırakmıyor. Belli bir standardın üzerinde dizi say deseniz, aklıma üçten fazlası gelmez. Aynı yüzler, kopya karakterler, beylik mevzular ve her akşam ekran karşısında boşa geçen saatler...
Yok, yok... Biz bunları asla hak etmiyoruz...
Barajda traktör yıkanır mı?
Haber, geçen hafta bültenlerde sıradan bir kurtarma çalışması olarak geçiştirildi. Oysa derinlerinde bana göre çok daha vahim bir durumu barındırıyordu.
Sazlıdere Barajı'na traktörlerini yıkamak için gelen iki kişi, araçlarının açığa sürüklenmesi ile boğulma tehlikesi geçirdi. Ekipler iş makinalarıyla müdahale ederek iki adamı ve traktörlerini kurtardılar.
İyi de, Sazlıdere, İstanbul'a su sağlayan önemli barajlardan biri. Burada araç yıkanmasına kim, nasıl göz yumuyor? Kirden, pastan geçtim, o aracın tehlikeli sıvıları (Mazot, yağ, hidrolik) içme suyuna karışmaz mı?
Barajlar sadece kuraklıkta, afetlerde ya da kriminal olaylarda akla geliyor. Oysa baraj havzalarının korunması, halk sağlığı için en kritik konu olmalı.
Gaf kürsüsü
Hakkari'de bir marketin yöneticileri, çikolata çaldığı iddiasıyla küçücük bir çocuğu 2 saat boyunca odaya hapsettiler.
Zap'tiye
Seda Sayan'ın estetik operasyonlarında 400 sünnet derisi kullanılmış. Çocuklar, sünnet derilerinizi Seda teyzenize bağışlayın!..
Ne demiş?
Gazzeli bir öğretmenin ölmeden önceki son mesajı: "Ahir zamanda taşların ve ağaçların neden konuşacağını anladınız mı? Zira bütün dünya sessiz..."
Yorum Yazın