Candeğer Furtun, dünyaca ünlü seramikçilerden biri.. Onu 80'li yazlardan birinde Tuzla'da tanıdım.. Bizim Damat Fethi'nin akrabası, dolayısıyla benim de hısmımdı.. Çok sevdim.. İki sebeple.. Birincisi üstümü başımı çamurladım diye annemden çok azar işitmiştim, Van'da, Bandırma'da çocukken.. Çamur belaydı yani başıma.. O devirde oyuncak yok, evde oynayasın. Çocuk bahçesi yok, parkta eğleneceksin. Tek oyun alanı, toprak yollar ve arsalar. Eee. Yağmur yağdı mı bekleyecek halin yok ki kurusun. Hadi orda oyna.. Çamurda "Elim sende" oynasan pabuç, çorap ve kısa olmasına rağmen pantolon, hatta gömleklerimiz, okul önlüklerimiz çamurlanır. (O zaman kısa pantolon giyerdi çocuklar, ortaokulda bile..) Deterjan da yok. Annem ertesi gün lazım ya, sabunla yıkayıp temizlerken söylenirdi bana.. Bana o bela çamurun nasıl bir sanat malzemesi olduğunu Candeğer öğretti işte, Tuzla'da iç içe yaşarken. O yüzden çok sevdim.. İkincisi de, hayatta ben onun kadar şaka kaldıran insan az gördüm.. Fethi ile nasıl yüklenir, şaka diye ne ağır şeyler söylerdik.. Nasıl gülerdi.. Mizahı anlayan, kabul eden insana o kadar hasretiz ki bu ülkede..
Şaka kaldıramadığımızdan kaç bin dava açılır bu ülkede.. O davaları kaç kalem savunur.. Oysa Türk tarihi nasıl ünlü mizah insanları, nasıl heccavlarla doludur.. Candeğer mucize idi benim için..
Çoktandır görüşemiyorduk.. Sergi haberini gazetede okuyunca koştum Arter'e..
Yaşam Boyu Sergisi açmış.. 1963'ten, Amerika Massachusetts'ten 2017 İstanbul Bienali'ne dek..
Retrospektif diyorlar, yaşam boyu eserlerin sergilenmesine..
Duyunca Serpil'i aradım.. "Bizim Candeğer de, bunca yıldır açtıkları sergilerden satamadıklarıyla Yaşam Boyu Sergisi açmış" dedim.
Serpil "Olur mu" dedi.. "Satmaya kıyamadıklarıdır onlar.."
Candeğer de ayni şeyi söyledi inanır mısınız, yarı şaka yarı ciddi takıldığım zaman..
Hep düşünürüm ressam ve heykelcileri ve de işte böylesi sanatçıları.. İnsan elindeki güzellikleri satmaya nasıl kıyar diye..
Neyse.. İlk defa gittiğim Dolapdere'deki Arter'e hayran oldum.. Onu ayrıca yazacağım, yazmaya değer çünkü.. Bugün konum Candeğer..
İki kata yayılmış bir sergi. Bir katında sosyal..
Öbür katı biraz siyasal.. Sayfama aldığım üç resmi, o siyasal kattan aldım.. Üçü de, geçen yüzyıldan kalma eserler genelde..
Hemen bütün eserlerin ortak yanı "düşündürücü" olması.. Benim şansım, gitmeden önce Candeğer'le randevulaşmam ve sergiyi onun rehberliğinde gezmem.. İşaret ettiğim, önünde fazla durduğum eserleri, ne zaman ve niçin yaptığını, neyi anlattığını izah ediyor, yaratıcısı, düşünün.. Ara ara itiraz ediyorum ona..
"Sanat, yapanın olduğu kadar, bakanın da eseridir. Senin niye yaptığın değil, benim ne anladığım önemlidir" dedim..
"Haklısın" dedi Candeğer.. "Esere hangi açıdan baktığına göre, yorumun değişir.." Giderken, yol evden Dolapdere'ye uzun ya..
Tabletimle vakit geçiriyorum, yazı konusu bir laf, bir şaka bulur muyum diye..
Bir Uzakdoğu felsefesine rastladım.. Sararmış yapraklarıyla harika bir sonbahar fotoğrafı.. Altında diyor ki.. "Kendi haline bırakırsanız en güzel olur. Sonbahar onun için güzeldir.." Ne kadar doğru. İşte bir fotoğraf, sanki ressam peyzajı..
Sararmış, ama sarının bin tonu ile sararmış yaprakların bazısı dalda, bazısı havada uçuşuyor, bazısı da yere düşmüş, orada kıpırdaşıyor.. Elle yerleştirmeye kalksanız, yerleştiremezsiniz ya, bu güzelliğe ulaşmanız zor.. Kendi haline bırakmanın yarattığı güzellik ve sanata bakar mısınız?.
Candeğer son zamanlarda Zen felsefesine de dalmış, onu anlatıyor ve eserlerinden birini gösteriyor bana.. İnce uzun yuvarlak bir toprak vazo. Yukardan boyayı bırakmış. Boya aşağı kendi süzülmüş. Dalgalı bir aşağı akış.. "Bak, bunu boyayı kendi haline bırakarak yaptım" demez mi?. Yahu 10 dakika evvel okudum ben bunu.. Yani tesadüfe bakar mısınız?.
İki kat dolaştıktan sonra bir kat yukarı çıktık. Bir yanı bina girişine bakan, bir yanı arka bahçeye çıkan çok şirin bir kafe.. Orda kahvelerimizi içtik. Nefis bir şeyler de atıştırdık..
"Bu geliş ne sana yetti, ne sergine Candeğer" dedim, maskeli kucaklarken.. İkimizin de aşıları tam ya. "Bir daha geleceğim mutlak!." Sergi 17 Nisan'a dek açık. Nerdeyse altı ay daha.. Ama "Bugün, yarın, nasılsa çok zaman var" deyip ertelemeyin..
Hayat erteleme kayıplarımızla dolu.. Bir düşünün..
***
BAYRAM!..
Yıllardır Los Angeles'ta yaşayan mizah yazarı, oyuncusu ve yöneticisi Uğur Uludağ dostumdan bir "Bayram" dizeleri aldım.. Bayramlar bu yıl için geçti ama seneye gene gelecek.. O zamanı bekleyemedim. Bu içli güzelliği, hüzünlü satırları size hemen sunmaya karar verdim.
çok çok uzun bi aradan sonra
bu bayram büyüdüğüm
ilklerini sevdiğim
tıpkı tüm yaş alanlar gibi
kendimi yavaştan sildiğim
an be an inceden inceden
tükenme nedir bildiğim
maallemdeyim
bi bakındım çevreme
bi gülümseme yayıldı koca yüzüme
terziye diktirilmiş bayramlıklarıyla
grup halinde kapı kapı koşturan çocuklar,
zengin amcayı ziyaret için, içinde tevazu
olan bi kutu şekerle
yola düşmüş genç bir aile evlatlarına sesleniyolar
'bak amcaya tutturmak yok tamam mı?'
çocuk 'olur' veriyor efendi bir baş sallamasıyla
o da biliyor uzatılan harçlık önce kabul edilmeyecek
hafiften karışık nazlanmayla, sonra amcanın
'al la şunu kerhanacı' zorlamasıyla e sonra da tabii
ancak kabul edilecek anneden babadan
alınacak onayla,
derken yanlarından yaşça biraz daha büyük çocuklar
belli ki sinemaya koşturuyorlar bayram harçlıklarıyla
belli ki on dakka arada gazoz da alacaklar,
minibüse binmek üzere dört beş tane genç kız
hava da güzeli bahane edip
sahilde çay içerler belki
belki hoşlandıkları oğlanı görürler
oğlan kimi seçerse okeyler
ne var ki... 'kader' deyip geçerler
hem belki bi arkadaşı vardır
selimpaşadaki yazlıkta alevlerin arasından
kaçamak bir şekilde bakışılacak
uyuyan ebeveynlerin ardından ıslıkla
haberleşilecek
e uygun bi zamanda da istenilmeye gelinecek
daha iyi bi başlangıç mı var ki bunun için bayramdan
bunlar düşünülüyor elbette yola koyulmadan,
uzaktan sesleri geliyor o sırada
tanıdık bu sesler bu nidalar
arka arsada top koşturan çocuklar,
hepsi farkındalar
bağırarak konuşmak, komşuya rahatsızlık
vermek
sümme haşa hele ki küfür etmek en
büyük yasaklar.
hepsi aslan gibi farkındalar.
sokağa taşıyor yüzlerinden belli
insanlardaki heyecanlar,
o mis kokan mimozalar,
hevesli koşuşturmalar,
puantiyeli elbiseleriyle birörnek giyinmiş
ablalarının ardından uygun adım yürüyen
küçücük kadınlar,
elinde vefat etmiş eşinden yadigâr cam
kâse ile
sokakta şeker dağıtan emekli albay tahsin amca,
tezgâhının önüne kutularca bedava çikolata
koyan
Mehtap pastanesi,
bayram sebebiyle indirim yapan Murat Hamamı
herkese gülümseyerek bakan cami imamı
yolda yürüyen sevgililerin elele, sessiz, saygılı kelamı
ve insanlığımızın, özümüzün aleni ilamı
maalesef artık yoklar!
Bayram artık bu sokakta oturmuyor.
***
İŞTE GÜNÜMÜZ İNSANLARI!..
Candeğer Furtun Sergisi'nden seçtiğim bazı insan parçaları yerleştirmelerini kafamdan yorumladım. Candeğer özellikle insanı konu alan çalışmalarında, tümevarımcı. İnsan parçalarını yapıyor. "Bütüne siz ulaşın" diyor ya..
Ve.. El açanlar.. Yumruk kaldırıp direnenler.. Ve de bunların hepsine "Yeter" diyenler.. Candeğer'e bu çalışma ve yerleştirmelerini sormadım. Çünkü sanatı yorumlamak, asıl bakanın hakkı.. Herkesin sanatçıyı bulup "Bu ne demek?" diye sorma şansı yok ki.. Yazdıklarım benim yorumlarım.. Siz de kendi yorumlarınızı yapın, rahatça..
***
ÜÇÜNCÜ AŞILAR!..
Mevlüt kardeşim "İlk iki aşısını Sinovac olanlar içinde üçüncüyü de Sinovac olanların antikor değeri 9 kat, BioNTech yaptıranların 162 kat yükseldiğini yazmış. Efendim Samsun'da bir araştırma yapılmış da..
Ben 2 aşımı Sinovac yaptırdım. Üçüncüyü de Sinovac..
Sonra antikorumu ölçtürdüm..
150 antikor iyi..
Yardımcılarım Caner ile Fatoş 400 civarında çıktılar.
Benimki, sıkı durun 7 bin 250..
İnanamadım. "Bunda bir yanlışlık var" dedim.
Frankfurt'u, iki yıldır sadece Kovid'le uğraşan Dr.
Erdoğan'ı aradım..
"7 bin civarında çok sonuç gördüm.. Ama senin 7250 benim gördüğüm rekor" dedi.. "Mükemmelsin.."
Yaş 82.. Üç Sinovac ve 7250 antikorlu şahit ister misin, Mevlüt?.
***
PAZAR NEŞESİ
Bu hafta gene Eyüp Karadayı dosttanız. Gitti ama bıraktıkları hâlâ bende..
Bektaşi'ye konuk gelecekmiş.. Bektaşi, konuğu nasıl ağırlar.. Elde yok, ayakta yok.. Mahcup olmak da istemiyor!..
Komşusu Yahudi'nin bir sürü keçisi varmış.. Onlardan birini çaktırmadan alıp kesiyor.. Ama çaktırmadığını sanan kendisi!.
Yahudi, ağacın arkasından gözlermiş durumu.. Diyor ki kendi kendine:
"Kalkıp kadıya gitsem.. Kadı Müslüman, o Müslüman, ben Yahudi..
Davayı kazanamam. Hadi kazandım diyelim, Bektaşi'nin nesi var ki, ondan alıp bana vere!? Biz artık Allah'ın huzurunda hesaplaşırız onunla!?.." Yıllar geçiyor.. Her ikisi de ölüyor!..
Yahudi, Allah'ın huzurunda keçisi için davacı oluyor Bektaşi'den!. Mahkeme kuruluyor..
Allah, "Sen Yahudi kulumun keçisini çalıp kesmişsin!?.." diyor, Bektaşi'ye..
"Kesmedim!.." diyor Bektaşi..
"Ben gözlerimle gördüm!.." diyor, Yahudi..
"Allah'ım.." diyor Bektaşi.. "Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz değil mi!.." "Haklısın ama!.." diyor Allah, "Ben her şeyi görürüm!.. Biliyorsun!?.. Ben de gördüm, senin kestiğini!.." "Yüce Allah'ım" diyor Bektaşi.. "Aynı mahkemede, hem şahit, hem hâkim olunmaz değil mi!?.." "Gene haklısın!.." diyor Allah.. "O zaman getirin keçiyi, ona soralım!?.."
"Ne?!.." diyor Bektaşi.. "Keçi burada mı!?.. Yüce Allah'ım, mademki keçisi burada, verin onu o zaman bu Yahudi'ye!.. Böylece kapansın bu dava!?.."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır, yaşamın anlamını kaybetmek." Seneca
Yorum Yazın