Salı başlamıştım, pandemi yüzünden haftalardır, haftanın dokuz maçının nerdeyse tamamını seyretmek zorunda kalınca "Bu ülkede teknik direktör yok" yazı dizime.. Beni bu diziye asıl iten de, "Skor" basınımız olmuştu. Başlıkları skora göre atan, yazıları skora göre yazan, gerçek eleştirilerden korkan, bu yüzden bazı imzalar dışında zerre itibarı kalmayan ve okunmaz olan skor basınımız.
Fatih Terim ve Erol Bulut'u yazmıştım dün.. Bugün de Sergen Yalçın'ı yazacağımı söylemiştim. Ama çarşamba gecesi yatağa giderken "Sergen beklesin. Yarın sabah Şenol Güneş'i yazmalıyım" dedim..
İki sebepten..
Bir.. Şenol Güneş, hatta 3-0 öne geçtiği maçı, vermek için elinden geleni yapmış, ama Hollanda bu açık ikramı kabul etme başarısını gösteremeyecek kadar beceriksiz ve başarısız olmuştu.
İki.. Maçı 4-2 kazanmıştık ya..
Hem de çok önemli Norveç maçı öncesinde Şenol'u eleştirecek doğru dürüst tek kalem çıkmayacak, spor sayfaları ise her zamanki gibi birinci sayfa sürmanşetlerinden verilen destanlardan, efsanelerden, muhteşem oyundan falan söz edecekti.
Hadi bir de üç..
Şenol Güneş'in, yarın akşamki Norveç maçı öncesinde, onu daldığı hayal âleminden uyandıracak bir tokada ihtiyacı vardı.
*
Bir soru sorarak başlayalım, o skor medyasına..
"Türkiye muhteşem bir gala yaptı mı gerçekten?.
Destansı bir oyunla mı Hollanda'yı hem de dörtleyip yendi?." Bu soruya "Evet" diyecek bir, tek bir kişi çıkarsa, beni arasın..
Adını köşemde yazacağım..
Burak olağanüstüydü..
Mesut'a sahip çıktı diye, sosyal medyanın linç ettiği Burak. İlk yarıyı onun biri şanslı, ama hazırlanışı gerçekten çok güzel, diğeri penaltı golleriyle 2-0 önde bitirip, ikinci yarıya bu defa Hakan Çalhanoğlu'nun uzaktan ve gerçekten muhteşem şutu ile adeta 3-0 başladık..
Maça her zamanki gibi korkak, geride kapanarak başlayan ve golü talihe bırakan Şenol'un kendisinin bile beklemediği bir skordu bu..
3-0'dan sonra Hollanda her türlü savunma güvenliğini bir yana bırakıp açılacaktı.
Bunu Şenol da biliyordu. Yüreği olsa, öyle açılan Portakallara abartmıyorum, yarım düzine gol atar, tarihlerinin en büyük hezimetini yaşatırdık.
O gözü kara saldıracak Hollanda, ilk yarıda da göstermişti ki, ahı gitmiş, vahı kalmış bir takımdı. Fatih Terim, Rize maçında onu oyuna soktuğunda burun kıvırıp "Bu mu kurtaracak" dediğimiz Babel'i bile kadrosuna alan Hollanda yani..
Anlayın.
Ama daha 2002 yılında korkaklığı yüzünden Türkiye'nin tarih yazmasına ve Dünya Şampiyonu olmasına engel olan, gurup maçlarını bile, son maçın son dakikasında (Kostarika) Rüştü'nün akıl almaz kurtarışı ile geçebilen Şenol'da korkaklık, gözlerini görmez hale getirecek kadar ilerlemiş.
TRT'nin futboldan anlamayan spikeri ikinci yarı boyunca "Hollanda bastırıyor" deyip durdu. Yahu biz 10 kişiyle çekilir, orta sahayı bomboş bırakıp 18 üzerinde yan yana dizilip çizgi savunması yaparsak, adamların santrada bekleyecek halleri yok ya.. Gelecekler tabii.. Geldiler de.. O korkak Şenol'un futbolun F'si ile alakası olmayan çizgi savunmasını da darmadağın ettiler.. İki dakikada bağıra bağıra iki gol attılar.. İki, hatta 3, 4 daha atmalarını da, Şenol'un o olmayan savunması değil, kalecimiz Uğurcan önledi.. Bir de dedim ya Hollanda'nın gol atma becerisi nerdeyse olmayan adamları..
Skoru 3-2 yaptıklarında o golleri kaçırmasalar, spor sayfalarımız bugün mecburen gerçeği yazacak ve maçı 3-0'dan veren Şenol, sosyal medyanın da linçleriyle, bu akşam belki de işini bırakacaktı.
Ama ayni maç.. Tamamen ayni maç..
Hollanda akıl almaz kaçırdı. Penaltı dahil.
Uğurcan inanılmaz kurtarışlar yaptı.. Bir de Burak muhteşem bir frikik attı, 25 metreden..
Oldu "Şenol Güneş" destanı..
Bak Şenol Hoca, 18 üzerinde yan yana dizilen 10 kişiden oluşan, o Fransızların rezil Majino hattı gibi savunma yapmaya kalkarsan, Norveç, Hollanda değil.. Yakından tanıdığımız Sörloth ve Haaland, Hollandalıların bol keseden kaçırdığı o pozisyonları ikram etmez, tabelaya yazarlar, haberin olsun..
Savunmanın önüne sağlam bir ön libero koyacaksın. Havadan, yerden iyi kesici.. İyi top kovalayan.. Orta sahayı asla boşaltmayacaksın.
Rakip topu kapar kapmaz, tüm oyuncularımız arkalarına bakmadan bizim 18'e dizilmeye koşmayacaklar. Rakibi santrada, hücum presle karşılayacağız. Bir ara nasılsa üç dört dakika hücum pres yaptık, adamlar santrayı geçemedi, kalecilerine döndüler sonunda.. Ama dedim ya, korkudan kapanmış gözlerin Hollanda defansının nasıl paçavra olduğunu bile görmedi. Üzerlerine gidemedin korkudan..
Adamları kahraman yapmak için çırpındın ama, ne mutlu bize ki, başarılı olamadın..
Kötü oynadık, ama harika bir başlangıç skoru yakaladık. İstersen bir ruh doktoruyla görüş. Şu korkaklığına artık son ver de, Katar'a gidelim, olur mu?.
***
M. ALİ BOMBA GİBİ...
Taa Ankara yıllarından, konservatuvardan mezun olup, Devlet Tiyatrosu kadrosuna katıldığı günden beri (O ne Equus'tu Mali..) tanırım M. Ali Erbil'i.. Babası Sadettin, Yeşilçam'ın en sevilen oyuncularındandı, onun da rolü var, dostluğumuzda..
Kronik bir hastalığı çıktı.. Ayda bir hastaneye gidip kan takviyesi ve ilaç alırken, bir de Kovid olmaz mı?. Gitti, geldi..
Allah bağışladı biz sevenlerine..
On defa falan ameliyat olan, hayatının nerdeyse 2 yılını (İkinci askerlik diyorum) hastanede geçiren profesyonel hasta olarak biliyorum.
Halsiz ve bitkinken gelen ziyaretçiler ve telefonla arayanlara cevap vermek öldürür hastayı..
Bu yüzden hiçbir hasta ziyaretimi üç dakikadan fazla uzatmadım.. Durumu iyi olmayanları da aramadım. Bende varsa yakınlarının telefonu, onlara ilettim iyi dileklerimi..
M. Ali'yi gazetelerden izliyorum.. Nihayet bir gün resimlerini gördüm. Arnavutköy'de balık yemeye gitmiş. Çıkarken fotoğraflarda bomba gibi..
O zaman aradım hemen.. Açılmadı.
Kapadım, uzatmadan..
O akşamüstü TRT Müzik'te "Arşivden" var.. 70'li yıllardan kalma bir siyah-beyaz eğlence programı.
Sunucu da gencecik M. Ali değil mi?. İncecik, nerdeyse esas duruşta dikiliyor. Kılık kıyafet de ofisboy gibi. Bir cümle ile sanatçının adını söylüyor, o kadar..
Ertesi gün aradı M. Ali..
"Aradığında hastanede benim yıllanmış aylık tedavimi görüyordum, açamadım" dedi.
Sesi nasıl pırıl pırıl..
"Resmin bomba gibiydi Mali" dedim.. "Sesin de bomba gibi..
Hadi hepimize müjdeler olsun.." Sonra o Arşivden programındaki halini anlattım..
"Yaa.. Ne komikmişim o zamanlar, değil mi" dedi.. "Aynen" dedim.. "O Mali nerelere geldi.." Bastık kahkahayı gene ve havalar düzelir düzelmez, açık havada bir kahve içmek için sözleştik..
***
AMİN MAALOUF VE KOVİD!..
Daily Sabah'ta gene enfes bir yazı okudum, Burak Erdem Çelik imzasıyla.. Lübnan asıllı, anası Türk, babası Mısırlı, Fransız yazar Amin (Emin yani) Maalouf'un son kitabını anlatmış, Burak...
Maalouf, Kovid'den önce yazmış, ama bu adeta belgesel romanında Kovid'i anlatıyor sanki..
Maalouf'un, Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah'ı anlatan romanı Semerkand'ı bir nefeste okumuştum. Bu yüzden son kitabını anlatan yazıyı da bir nefeste okudum ve sizler de okuyun istedim.
*
Çağdaş Lübnan asıllı romancı Amin Maalouf, salgından hemen önce yazdığı ve geçen yıl Kovid-19 salgını sırasında şimdiki dünyamız için bir metafor olarak yayınlanan son romanı "Nos freres inattendus"u ("Beklenmedik kardeşlerimiz") tanımladı.
Daily Sabah'a konuşan Maalouf, küresel pandemi günlerinde insanlığın durumuna değindi.
"Bunun yeni bir çağ olduğunu söyleyemem, çünkü eğilim zaten o yöndeydi. Pandemide yaşananlar, bu eğilimin hızlanmasıdır. Önemli bir evrim, örneğin, videoyla toplantı yapma alışkanlığı zaten yerleşiyordu. Ancak genel olarak istenmeyen çözüm, 'Gerçek şey, yüz yüze' mümkün olmadığında 'Zoom' son çare olarak görülüyordu."
"Benim hissim, pandemi sırasında hayatımızın birçok özelliğinin bir süre bizimle kalacağı yönünde. Günlük alışkanlıklarımızın çoğu çok yavaş bir şekilde geri dönecek.." "Günümüz 'Mesafeyi koruma çağı'dır. Son romanım felaketin eşiğindeki insanlığı anlatır.
Gerçekten de uçurumun kenarında olan ve büyük bir gemi enkazı tehlikesiyle karşı karşıya olan mevcut dünyamız için bir metafor, yani simgesel bir mecaz diyebilirim.."
"İnsanlık felaketin eşiğinde, ancak onların düşmesini engelleyen ve insanlığa yeni bir şans veren bir şey olacak.. Bir bedeli olsa da.
Bu kurguyu salgından önce yazdım, ancak romanımın yaşadığımız çıkmaz üzerine bir meditasyon olduğunu hissediyorum.
Endişelerimizin umutlarımızla harmanlandığı bir meditasyon."
Beyrut'ta doğan Maalouf, 1976'dan beri Fransa'da yaşıyor. Eserleri 40'tan fazla dile çevrildi, yazar ayrıca birçok ödül kazandı. 1993 yılında "The Rock of Tanios" romanıyla Prix Goncourt'u ve 2010 Prince of Asturias Edebiyat Ödülü'nü aldı. Maalouf ayrıca Fransız Akademisi'nin üyesi, Fransız dilinin ve resmi Fransızca Sözlüğün koruyucusu Fransız Akademisi'nin..
*
Kovid dedim de.. Aşıyı hâlâ tartışan "Ben aşı olmam, sevdiklerime de yaptırmam" diyenler var. Yazıklar olsun!. Zararları sadece kendilerine olsa.. Bir de virüsün durmadan yeniden yayılmasına, yani dalgalara sebep olacaklar.
İstinye'deki benim de bir zamanlar gittiğim sigorta hastanesi aşı merkezlerinden biri.. Ordan bir yakınım anlattı. Kendisini pek sevmezdim. Prof.
Orhan Kural tüm ilaçlarını buradan alırmış. Gene ilaç için geldiğinde başhekime anlatmış.
"Geçen hafta Moskova'daydım. Bütün Ruslar aşı olmak için Türkiye'ye geliyorlar. Bir aşı turizmi yaşıyoruz resmen" deyince, başhekim "Hazır buradasın, hadi sana da yapalım" diye teklif etmiş. Prof. Kural, "Ben aşı olmam" demiş ve çıkmış gitmiş.
Bir ay sonra da ölmüş.. Kovid'den..
Aşı olun.. Olmayanları da ikna edin.. Hepimiz, ama hepimiz olmalıyız, sıramız geldikçe..
***
TEBESSÜM
Kadın giyinmiş çıkıyordu. Kocası sordu..
"Nereye?." "Sana ne?. Canım nereye isterse.."
"Peki kaçta geleceksin?."
"Sana ne.. Canım ne zaman isterse.." Koca sertlendi.. "Ben onu bunu bilmem.. Ortalığı süpürüp toplayıncaya kadar dönmezsen, ben de ne bulaşıkları yıkarım, ne çamaşırları.."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Güzellik, doğanın kadınlara verdiği en göz kamaştırıcı, en gururlandırıcı, ama ayni zamanda da en önce geri aldığı şeydir. Fransız Deyişi
Yorum Yazın