Hava güz kokuyor.
Yağmur az önce durdu.
Sanki tabiatın uzun saçları az önce yıkanmış da nemi üzerinde kalmış.
Şelale tabelasını görünce otoyoldan sapıyorum.
Öyle bir şeye ihtiyacım var.
Artık denize uzun uzun bakmak yerine ormanların içlerine gitmeyi sever oldum.
Ama yolun başlangıcı tuhaf! 1960'larda inşa edilmiş çimento fabrikasıyla 2000'lere özgü yeni siteler iç içe...
Buradan bir güzellik çıkar mı, kafam karışıyor.
***
Neyse ki...
Uygarlık "enkazı" çok sürmüyor.
Ormanın içinden yukarı doğru çıkan daracık bir yola girince bir oh çekiyorum.
Gaz pedalındaki ayağımı çekiyorum.
Hazan manzaralarıyla hep diri kalmaya ahdetmiş iğne yapraklı ağaçlar bir arada.
Şu süpermarket şezlongları ne iyi geldi hepimize!
Yolun kenarına arabasını çekmiş bir aile şezlonglarına kurulmuş ağaçlara bakarak kahve keyfi yapıyor.
Onlara özenip biraz ilerde ben de duruyorum.
Kahvem yok, şezlongu çıkarmaya üşeniyorum ama keyfim yerinde.
***
Ayağımın ucuyla kurumuş yaprakları bir kenara itiyorum.
Islak toprakta ilkbahar görüntüsü...
Niye mi? Çünkü solucanlar yüzeye çıkmışlar...
Nasıl da değerini bilmeyiz şu yaratıkların!
Oysa tabiatın can suyudurlar.
Minicik bir solucanın hem gübre üreticisi, hem su kanalı, hem de traktör gibi çalıştığını söyleyen ekolojistler var.
Tabii endüstriyel tarım arazileri için düşman ilan edilmelerinin üzerinden çok yıllar geçti.
Kimyasallarla öldürülüyorlar artık.
Neyse, uzatmayayım...
Yola devam edip şelaleyi görmeli.
***
Nihayet menzildeyim.
Ahşap çardaklar, çay bahçeleri, mangal yerleri ve akla hayale sığmayacak boyutlarda ulu ağaçlar...
Ve tabii ki otopark olmadan olmuyor, insandan önce arabalara bir yer gerekiyor.
Ama o da ne?
Şelale yok!
Görüntüsünü geçtim, gürül gürül sesi de dinmiş.
İnsanlar çay içip gözleme yiyerek iri taşların arasından süzülen ip gibi ince suya bakıyor.
Hüzünlü bir manzara.
Yol iyiydi ama final tartışılır...
***
Çay ocağındakilerle laflıyorum.
"Eh be abi, mevsime baksana, dağda kar mı kaldı da şelale olsun" diyor biri...
Haklı!
Her şey mevsiminde güzel.
Bu doğruyu sadece domates, patlıcan üzerinden anlamamız ne aldanış!
Mevsim...
Bakın, buraya mim koymalıyız.
Siz gelecek ilkbaharı bekleyin, ben kışı bekleyerek üşüyorum.
Yorum Yazın