Kadı bir köyde çiftlik almış, çiftliğinin yanında da bir köylünün küçük bir çiftliği varmış. Sınır sınıra komşuymuşlar yani. Bir gün kadının sığırları köylünün çiftliğine geçmiş iki büyük ot destesini yemiş. Köylü sığırları kovalamış, sonra şikâyet için kadıya gitmiş. Yolda giderken düşünmüş, “Eğer ben gerçeği söylersem, benim bu ot destlerinin bedelini ödemez. Tersini söyleyeyim bakalım nasıl hüküm verecek?” demiş.
Kadıya gidip sormuş: “Benim sığırlar senin iki büyük ot destesini yemişler, ne yapacağız?”
Kadı kırmızı kaplı kitabı önüne alıp bakmış, sonra, “Bizim kitabımız diyor ki iki desteye karşılık ceza olarak dört deste ödenir.”
Köylü, “O zaman yerinde keşif yapalım, kaç deste olduğu tespit edilsin. Ona göre ödeme yapılsın” demiş.
Çiftliğe gitmişler, köylü, “Kadı Efendi, benim sığırlar değil senin sığırlarmış,” diyerek olay mahallinde konuyu açıklığa kavuşturmuş, sonra “Şimdi ne yapacağız? “ diye sormuş.
Kadı “Görev mahalline gidelim kitaba bakalım” demiş. Kadı bu sefer yeşil kaplı kitabı alıp okuduktan sonra, “Kitabımız diyor ki şikâyet olmaması için herkes kendi harmanının etrafını çitle çevirmesi gerek.”
**
Her gün haberleri dinliyorsanız. İktidarın da muhalefetinde elinde bir kırmızı kitap, bir de yeşil kitap var. Her ikisi de bizdense yeşil kitap, karşıdansa kırmızı kitap hükmüne bakıyor. Peki böyle bir anlayışın bir sonu olur mu? Olmaz. Bir uzlaşı olur mu? Olmaz. Böyle bir anlayıştan doğru bir sonuç çıkar mı? Çıkmaz. Toplumun bir iki ayrı tarafta durup “bizdense alkış, karşıdansa yuhalama” yerine “aklınızı başınıza toplayın, gerçeklerle yüzleşin; doğru hükümler, doğru kararlar, doğru beyanatlar verin” demesi gerekir. Toplum neyi talep ederse karşısına onun arzı çıkar. Arz talep meselesi sadece ekonominin değil, siyasetin de meselesidir.
Yorum Yazın