Gün içinde çoğu zaman değerli arkadaşım Adem Konan’la Mogan Parkına gidip Mogan gölü etrafında hem yürüyoruz hem de edebiyat sohbeti yapıyoruz.
Sohbet esnasında bir ara “Durdu buraya pikniğe gelmiş, mangal yakan ya da yürüyen insanların yüzlerine dikkat ettin mi hiç.” “Hayır” dedim. “Benim dikkatimi çekti.” Dedi. “İnsanların yüzünde gülümseme yok, gülen ya da kahkaha atan birine rastlamadım. Sadece iki küçük çocuk gülerek top oynuyordu. Onun dışında hep mutsuz gergin yüzler gördüm.”
Bu konu beni bir mizah yazarı olarak düşündürdü. Balzac, “İnsanoğlu ancak bebekken bol bol güler. Hayat merdivenini tırmandıkça bu içten gülme, yağı bitmiş kandil gibi söner. Bu da şu demektir. Neşelenmek için insanın masumiyete ve temiz kalpliliğe ihtiyacı var.” Demiştir.
Toplumda insanların birbirine güvensizliği, hoşgörünün gittikçe azalması, işsizlik, iş ortamındaki gerginlikler, ağırlaşan ekonomik koşullar, güven vermeyen siyasi aktörler insanların mutluluk ve neşesini doğrudan etkiliyor. Dünya Mutluluk Raporu’na göre Türkiye 149 ülke arasında 107. Sırada bulunuyor ve her geçen yıl düşüş devam ediyor.
Elbette dış etkenler insanın mutluluğunda, neşesinde etkilidir. Ama insanın kendi çabaları daha çok etkilidir. Hayat bir ödül bedel dengesi üzerinde duruyor. Yapılan araştırmalarda mutluluğun % 40’nın insanın kendine bağlı olduğu, %50’sinin genetik yatkınlıklara, %10’ununda dış etkenlere bağlı tespit edilmiştir. Bu nedenle büyük ölçüde mutluluğu üretmek bize düşüyor.
Yusuf Ziya Ortaç 1956 yılında, "Gülmeyen Yüzler" Başlığı altında şunları yazmıştır:
“Gülmüyoruz. İç dünyamızdan dış dünyamıza vuran ışık neden söndü? Zekâ ve sıhhatimizin üstünden bulutlar mı geçiyor yoksa?
Ancak, hastalık ile onun kardeşi aptallık somurtur.
Fotoğrafçı camekanlarına bakıyorum: Fotoğrafların çoğunda düşünen bir Napolyon var.
Çalgılı meyhanelerde saz ağlıyor… barda eğlenmeye gelenlerin yumrukları çenesinde…çarşıda eli bal satan esnafın suratı sirke satıyor.
Amerika’da tebessüm mektebi ve hastanesi varmış: birinde ders, birinde tedavi..
Gülmüyoruz…
Şu, yüzlerine bir cenaze evinin hüznü sinmiş kalabalık, Şehir tiyatrosunun komedi kısmından çıkıyor!
Boğaziçi vapuru bir kamara dolusu asık surat taşıyor.
Tramvaylar, tüneller, otomobiller, seyyar bir hastanenin melankolik koğuşları…
Kahve pencerelerinden, hevenk hevenk sararmış kış ayvası yüzler sarkmakta…
Amerika’dan yüzlerce mütehassıs geldiği bu günlerde, Sağlık Bakanlığı bir de tebessüm mütehassısı getirse nasıl olur.”
Yine “Bütün Yönleriyle Hitabet, Türkçe Bilen Aranıyor” ve “Politikada Nükte”, gibi önemli eserlere imza atmış Nejat Muallimoğlu (1926-2003) anlatıyor:
“Bir Amerikalı arkadaşım vardı. Yedi sekiz yıl önce Türkiye'ye gelmiş. İstanbul, İzmir, Bursa, Konya ve Ankara’yı görmüş. Türkiye izlenimlerini sorduğum vakit bir an düşündükten sonra, “Gücenme, ama senin vatandaşların garip insanlar,” dedi. “Altı hafta kaldım, inanır mısınız güleç tek bir Türk’e rastlamadım. Bazılarının gülümsemelerinde bile usta bir pokercinin gülüşünü hatırlatan esrarlı bir hava var.”
Ben kitapçıya uğradığımda mutlaka mizah bölümüne bakıyorum. Birçok kitapçı da böyle bir bölüm yok. Mizah bölümü olanlarda da çok küçük bir bölüm olarak yer alıyor. Yeri geldiğinde sürekli “Nasreddin Hoca’nın torunlarıyız” diye övünürüz ama mizaha değer vermiyoruz. İçimize neşeyi başkası doldurmayacak, biz dolduracağız. İstiyoruz hep başkaları doldursun. Kendine yardım etmeyene başkası yardım etmez.
Japonlar “Gülmek en iyi ilaçtır” derler. Amerika’nın efsane başkanı Abraham Lincoln’da iç savaş döneminde şöyle der: “Beyler neden gülmüyorsunuz? Eğer ben gülmezsem gece ve gündüz kanımda dolaşan korkudan dolayı ölebilirim. Sizin de benim kadar bu ilaca ihtiyacınız var.”
Biraz tebessüm beyler, buna çok ihtiyacımız var ve bu büyük ölçüde bize bağlı.
Yorum Yazın