"Bir varmış, bir yokmuş çook eski bir zamanda küçük bir kasabada Geppetto adında ihtiyar bir oyuncakçı yaşarmış...'' Bu girişi bilmeyeniniz yoktur sanırım. Teee 1883 yılından beri çocukların ve kendini çocuk hissedenlerin daima ilk hatırlarına düşen masallardan birinin başlangıç cümlesi... "Masal'' ; kelimenin fonetiğinin bile insana hoş gelen farklı bir tarafı var gibi, belki de anlamını bildiğimden doğal şartlanma olarak, huzur veriyor. Sebebi her ne olursa olsun, masallar bir insanın gelişmesinde, hayata hazırlanışında, kişiliğini oluşturmasında daima çok önemli yer tutmuştur. Çocuk gelişim kitaplarında veya basit bir internet aramasında bile, bu konuyla ilgili bir çok done bulabilirsiniz. İnternet hayatımıza girmeden önce de insanoğlu masalın değerini biliyordu tabii ki, lakin bu bilinç maalesef belirli bir insan kitlesine özgü bilinçti. Okuma oranının düşük olduğu kırsal bölgelerde, kitapla alakalı eğer, bir akrabanız veya komşunuz herhangi biri yoksa, işiniz hakikaten zordu. İnsan bilmediği şeyi arzulayamaz. Kitapla, okuma sevgisiyle tanışmamış birine kızamazsınız. Okuma aşkı bir anda olan bir şey değil. Okudukça, hissettikçe, anladıkça daha çok okumak, kitaptan uzak kalmamak gibi anlamlar giriyor hayatınıza. Hikaye, insanlık var olduğundan beri var, hikayeler masallaştırıldı , çocuklar gördükleri ve dinledikleri masalları süzgeçlerinden geçirip kişiliklerini oluşturageldiler. Ben masal dinleyerek büyüyen bir çocuk değildim, lakin Köy Eğitmen Kursları'ndan mezun Eğitmen bir dedenin torunu olarak, kişiliğimi oluşturan, dünyaya ve hayata dair beni yaratan dedemden bana akan düşünce ve fikirleri, masal gibi dinleyen bir çocuktum. Ben de şanslı olanlardanım bu konuda. Peki, ben çocuklarıma masal okudum mu? Bu soruya cevabım maalesef olumsuz olacak, amma velakin okumamamın sebebini çocuklarım her daim anlamışlardır. Yollarda geçen yıllar, yağmur çamur, kar, fırtına demeden sahnelenen oyunlar, çekimler, yapılan binlerce kilometre turneler... İşte bu yüzden okuyamamışımdır evlatlarıma masallar. Bu düşünceler yumağında yuvarlanmama sebep olan da, izlediğim yeni nesil bir "Pinokyo'' animasyon filmi. İnanılmaz değil mi? 1883 yılında yazılmış bir masal ve bu masalı o zamandan günümüze nesiller boyunca tüm çocuklar biliyor! Araya sıkıştırmadan edemiyorum, hayıflanıyorum, üzülüyorum, o yüzden yazıyorum. Okyanus gibi hikayelerimiz, masallarımız varken, bir tanesini bile dünyaya pazarlayamamamıza hayıflandım yine, lakin uzatmayacağım (bir gün inşallah, inanıyorum ) . Binlerce farklı versiyonu yapılmış bir masal kahramanı Pinokyo, ciddi çizgi film yapımcıları insanlığa farklı şekillerde (evet çizim olarak birbirinden çok farklı) Pinokyolar sundular. Benim bu sefer dikkatimi çeken ise, Netflix'te ilgimi çekip açtığım, Guillermo Del Toro yönetmenliğinde ve dünyanın en başarılı Stop Motion animasyoncularının elinden çıkan bir iş, bu Pinokyo. Stop motion ise duraklı çekim, durağan 3 boyutlu objeleri hareket edermiş gibi gösteren bir animasyon türüdür. Kuklalar veya oyun hamuru ile yapılmış modeller kullanılır. Stop motion tekniği; kamerayı objeye karşı ayarlayıp tek kare çekip sonra objeyi biraz hareket ettirip yeni bir kare çekmek ve bunu tekrarlayarak animasyonu tamamlamaktır. Çekilen tek kare resimleri ardı ardına dizip (her saniye için 15-24 kare) oynatılması ile hareket elde edilir. Sahneler montajlanarak film tamamlanır. Bu işlemlerin çoğu çizgi film tekniği ile aynıdır. Çok zor çok emek ve sabır gerektiren bir teknik olduğunu belirtmeliyim. 30 milyon dolar bütçe ve 1000 günü aşan çekim takvimi olan bir işten bahsediyorum. Biraz farklı ( Dark ve Barok bir stil ve dünya yaratılmış) Çizgi film nasıl bu kadar zor olabilir diye sorguluyorsunuz belki ama filmin bir de kamera arkası belgeselini izlediğiniz de hakikaten bir delilik olduğuna kanaat getiriyorsunuz. Adım adım, milim milim kuklaları hareket ettirerek ve gerçek dekor kullanarak bir film yapmak delilik gibi geliyor. Evet sinema, dizi yani çeşitli enstrümanların bir araya geldiği (ışık, color, ses ve daha bir çok paradigma) bu alan çok zor ve takım çalışmasını gerektiren bir alan . Ama bu insanların zihin dünyasında, "normal filmlerde yapabileceğimiz her şeyi yaptık, artık fantezilerimizi hayata geçirme zamanı'' diye düşündüklerinden şüphem yok. Yönetmen Guillermo Del Toro hemen hemen benim yaşlarımda bir adam ve bildiğim kadarıyla ciddi başarılar elde etmiş biri. Bu yaşlarda onu Pinokyo filmi çekmeye ve bunu da animasyon ve farklı bir tarz olan stop motion tekniği ile çekmeye iten neydi ? Filmin yarım saatlik belgeselinde bunun cevabını veriyor Del Toro. Aslında bu mesleği seçmesini sağlayan içgüdü onun Pinokyo vb. işleri yapmak istemesiydi (çocukluk hassasiyetlerinin insan ruhundan kaybolmaması) . Sadece zamanının gelmesini bekledi, çünkü hayat her zaman istediğin işleri yapmanıza izin vermiyor. Ve çok önemli bir nokta da şu ki, bu Pinokyo'yu çok sevdim ben. Genelde bilinen hikayede Pinokyo zamanla değişir, karakteri oturur ve dünyaya ayak uydurur. Toro'nun Pinokyosunda ise Pinokyo aynı saflıkta bildiği yoldan devam ediyor ve çevresindekileri iyiliğiyle ve inadıyla değiştiriyor . Biraz spoiler ( ipucu ) verdim evet, ama nasılsa Pinokyo'yu bilmeyenimiz yok. Yağmurlu bir Pazar gününde, güzel gidebilir benden tavsiye ...
Yorum Yazın