Bayramınızı tebrik ediyorum. Bayram tadında günleriniz eksik olmasın inşallah. Gönül ister ki bayramların manasına ilişkin derinlemesine yazılar yazalım. Lakin gündemin sıcaklığı bizi önüne katıp götürüyor bazen. Bu kez değineceğim konu hem son 20 yılın özeti hem ibretlik bir örneği!..
Henüz 36 yaşındaydı. 2001 krizini yaşamakta olan ekonominin başına getirildiğinde ne siyaset ne de devlet tecrübesi vardı. AK Parti'nin kurucuları arasındaydı ve yeni partinin ekonomi politikalarını anlatmak üzere dünyanın kritik finans merkezlerine gönderilmişti. Aşırı ihtiyatlıydı. Öyle ki -kendi anlatımıyla- seyahate giderken pasaportunun renkli fotokopisini de yanında taşır, üzerindeki parasını cebi, cüzdanı, çantası arasında dağıtırdı. Riskten uzak durmak temel prensibiydi. Daha ilk günden Abdullah Gül'ün desteği yanındaydı. Öyle ya Gül, babasından "kız ister gibi" siyasete istemişti onu. Bakanlar Kurulu'nda Gül'ün şemsiyesi altında yer bulurken, ekonomi yönetiminde de İbrahim Çanakcı, Cavit Dağdaş, Osman Arıoğlu, Birol Aydemir, hatta Erhan Usta kendisine sahip çıkıp işin alfabesini öğretti. Hakkını teslim edelim, çok çalıştı.
***
En büyük yanılsaması, ekonomide elde edilen başarıları, kerameti kendinden menkul kimliğine bağlaması oldu. Lideri Tayyip Erdoğan'ın, milletteki siyasi karşılığını ve lokomotif gücünü reddedemese de o desteğin arkasında, kurduğu ekonomik düzenin yattığını düşündü. Gül, yerli ve yabancı sermayeye onu akredite ederken, küresel nizamın gündeminin belirlendiği o meşhur kapalı devre Bilderberg Toplantıları'nın kapıları da yıllarca ve sonuna kadar açıldı. Zamanla, AK Parti'nin ne içinde ne de dışında bir konuma ulaşarak ayrı bir güç merkezine dönüştüğünü sandı. Küresel sermayenin güvendiği ve AK Parti'nin bünyesinde tahkim ettiği bir isim olarak, iktidar içinde muhalefet rolünü bir süre sonra kendisi de benimsedi
***
Sosyal yanı güçlü değildi. Taban siyaseti yapmadı, doğrusu bu tarzı sevemedi de. Siyasetin hep kalbinde, en gizli mahfillerinde bulunmasını, kendisinin özgün gücü olarak yorumlaması da bir başka yanılgısı oldu. Birkaç kez görevinden ayrılmak istediğinde ya Gül'ün devreye girmesi ya da Erdoğan nezdinde saygınlığı bulunan "akil isimlerin/ kanaat önderlerinin" ricası sayesinde pozisyonunu korudu. Yeri geldi, bakanlık görevi ve kapsamı için örtülü pazarlıktan, yani ön şartlar ileri sürmekten de kaçınmadı.
Günü geldi AK Parti ile yollarını ayırdı. Sürecin en talihsiz yanı ise bakanlığının ilk günlerinde onunla, "Bebecan" diye alay eden ekiplerle aynı ortak paydada buluşması oldu. Yetmedi, daha bakanlığın ne olduğunu anlamaya çalıştığı ilk günlerde, "Babacan AŞ"ye vergi incelemesi için müfettiş gönderen zihniyetle bugün kader birlikteliği yapacak kadar savrulma yaşadı.
***
Nihayetinde..
O hesapçı ve dikkatli stiline rağmen, bir tv programında siyasi bilinçaltını dışa vuruverdi Ali Babacan. Bir yandan AK Parti üyesi iken ve Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı adaylığı için imza verirken diğer yandan Erdoğan muhalifleri, hatta düşmanları ile yürütülen pazarlıklarda Abdullah Gül için çalıştığını itiraf etti.
Ardından...
Özrü kabahatinden büyük gerekçesini de paylaştı. AK Parti'den duygusal kopuş yaşadığını, vakti gelince istifa ettiğini, Gül adına "siyasi çöpçatanlık" yapmasının yadırganamayacağını savundu. Böylece, siyasi tarihin sorunlu sayfalarından birinde Ali Babacan ismine kendi beyanatıyla geniş bir yer açmış oldu.
Evet..
Türkiye ekonomiden dış politikaya kadar çok geniş alanda büyük sınamalarla karşı karşıya. Eleştirilecek yönler kadar elbette umutlanacak çok sayıda somut başarı da söz konusu.
Lakin...
Bir siyasi hareketten koparak alternatif olacağını anlattığını zanneden o aktörün siyasi samimiyeti pratik gerçeklerle malûl ise millet, yönlendirilen kuşkulu adreste buluşmaz. Bir umut iddiasıyla pazarlanan o kısa süreli yolculuk, sonunda bir bölen olarak adlandırılır.
Bu da böyle biline...
Yorum Yazın