Bugün bir hemşerimle telefonda sohbet ettik. Adeta Mehmet Akif Ersoy’un;
“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!” dediği gibi feryat ediyordu.
Bir ara “Sence yaşadığımız bu felaketler ne zaman biter” dedi. Ben de “sebepler değişmeden sonuçları değişmeyecek” dedim.
Hani bir fıkra vardır.
Yeni yetme türkücü kalabalık bir dinleyici grubuna türkü söylüyormuş.
Türkü bitince hep bir ağızdan "bir daha bir daha " diye bağırmış kalabalık.
Genç tekrar aşk ve şevk içinde aynı türküyü bir daha söylemiş.
Kalabalık yine “bir daha bir daha” diye ısrarla bağırmış.
Genç sonunda, " Bu kadar söylediğim yeter, daha fazla söyleyemem "demiş.
Kalabalıktan bir ses yükselmiş: "Hayır, bu türküyü düzgün okuyuncaya kadar devam edeceksin."
Kişiler “Bu neden hep benim başıma geliyor” diyorsa, bir Şaman öğretisi şöyle der: “Ders, sen öğrenene kadar devam eder.”
Yazıyı yine Mehmet Akif Ersoy’un bir şiiriyle bitirelim.
Şiirin başı “Müslümanlık nerede bizden geçmiş insanlık bile” diye başlar:
“Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi.
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lakin, aşk olsun ki, aldırmaz otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı! ...
Bu hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin uslûba sok:
Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız,
Bir bakın: hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!”
Tehlikeler hep göz göre göre geliyor. Mehmet Akif’in kurt-eşek hikayesi gibi. Burada üzerinde durulması gereken konu biz ne zaman bu gafletimizden, cehaletimizden kurtulacağız? Bu sorunun cevabı aynı zamanda kendimizden kaynaklanan felaketlerin bitip bitmeyeceğinin cevabıdır.
Yorum Yazın