"Jön Türkler terimi Fransızca 'Genç Türkler' anlamına gelen 'Jeunes Turcs' ifadesinden gelmektedir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'ya giden Osmanlı Devleti'ndeki reform yanlısı eğitimli kesimleri ifade etmek için Avrupalı yazarlar, Jeunes Turcs ifadesini kullanmıştır."
Perşembe akşamı bu ülkede ekran başına umut dolu bir heyecanla oturdu milyonlar. Dört takımımız, Avrupa Kupaları'na katılabilmek için play-off maçlarının ilk ayağına çıkıyorlardı.
Beklentimiz, bir beraberlik, üç galibiyetti.
Neden?.
Bizde oynanan futbol henüz pek tatmin edici değildi ama sahaya çıkanlar üç büyüklerin ikisi Fener ve Galatasaray, dördüncü büyük Trabzon ve son yıllarda hem içerde hem de Avrupa'da çok iyi sonuçlar alan Sivas'tı.
Rakipler ise Roma dışında adı pek duyulmuş takımlar değildi. Kaldı ki, Roma da, bildiğimiz Roma'nın esamisi değildi.
Sonuç..
Beraberlik beklediğimiz maçı kaybettik. Kazanmayı beklediğimiz bir maçı da kaybettik. Galatasaray bize şükürler ettiren bir beraberlik çıkarabildi.
Kazanan tek takımımız ise Fenerbahçe oldu.. Hem de bir Avrupa maçında, yedekler arasında bile olması düşünülmeyen, hele ikisinin adları ilk defa duyulan 3 genç Türk, Avrupa'nın zamanında Osmanlı'da devrim yaratan gençlere verdiği adla 3 Jön Türk, bu tek galibiyete imza attı..
Ferdi, Muhammed ve Arda..
O zaman Fener'den başlayalım..
*
O muhteşem golü atan genç Muhammed top ağlara yapıştığında, öpmek için göğsündeki armayı avuçlamak istedi. Ama bulamadı..
Yoktu. Fener formasında Fener arması yoktu.
Önce "Yıldızlar"ı kaldıran Ali Koç, bu defa armayı da yok etmiş ve o unutulmaz, ezberlenmiş "Çubuklu"yu da silercesine "Son yılların en güzel forması ile çıktık" demişti üstelik, o ruhsuz ve zevksiz tepeden tırnağa tek renk şey için.. Forma demeye dilim varmıyor, görüyorsunuz.
Bunlar benim kişisel zevk meselelerim olabilir..
Peki tonla milyar dağıtarak Fenerbahçe'yi Avrupa'da Finansal Fair Play çıkmazına sokan 43 oyuncu transfer eden Ali Koç'un, takımını 5 oyuncu değiştirme hakkının olduğu çok önemli bir Avrupa eleme maçında sahaya, sadece 6, yazı ile altı yedekle çıkarabilmesi ne demek oluyor sizce?. O yedekler arasında birinci takımda oynayan sadece 2, yazı ile iki kişi vardı. Geri kalan 4, ikisi kaleci olmak üzere, genç takımdandı.
Düşünün, Fener 1-0 galip oynarken, sonuncu genç Arda da oyuna girmişken, kalan (uzatmaları da hesaplarsanız) yarım saatte biri sakatlansa, takım 10 kişi kalmasın diye yedek kaleci gençlerden biri lacivert formayı giyip mesela sol açık oynatılacaktı.
Bu nasıl "koskoca" Fenerbahçe'dir, Ali Koç.. Kulübünüzde bu işleri bilen tek ama bir tek "yönetici" yok mu?.
Fenerbahçe'nin Türkiye'ye ülke puanı da kazandıran galibiyeti gecenin tek sevinciydi.
Alkışladık.. Ama size dedeniz Vehbi Bey'in ilkelerini çiğneyerek "Sportif bir başkan olma" izninin niye verildiğini de anladık.
Fener'le uğraşmaktan Koç Holding'e uğrayacak vakit bulamazsanız, holding kazançlı çıkardı da ondan, değil mi?.
Fenerbahçe Hocası Portekizli Pereira, kulübe ilkeleriyle geldi. Bugünü değil, yarını düşünüyor ve değişen futbol düzeni içinde geleceğin Fenerbahçesi'ni kurma ilkesinden vazgeçmiyor.
Günün futbolunda "üçlü savunma" önde...
Portekizli hazırlık maçlarından başlayarak sahada görülen bütün zaaflara rağmen, kafasındaki oyun planından vazgeçmedi.
Elindeki kadroyu kullanıp, tam bir hücum futbolu olan 3'lü defansta ısrar etti..
Maçlarda yaptığı, elindeki elemanları mümkün olduğunca denemek, en iyileri bulmak, bulamadıklarını da transfere açmak için arayışlar içinde olmaktı.
Fener'in üçlü savunma için yeterince stoperi vardı. Orta sahanın ortası için de bol bol adamı..
Ama bu tür oyunun en önemli iki kanat adamı, orta alanın sağı ve solunda gereğinde bek, gereğinde açık olabilecek, hızlı, adam eksilten, iyi pas ve şut atan, ileri üçlünün yan adamları ile ikili oyunlara girecekler kim olacaktı?.
Ve de en önemlisi, "Nasıl bir forvet istiyorsun?" diyenlere bas bas bağırarak "Golcü" diye cevap veren Fener'de ileri üçlünün ortasında oynayacak çapta adam yoktu.
Aslında genç Ferdi dışında kanat adamı da yoktu ya..
Bu durumda ben, Pereira'dan Avrupa maçları için en azından yaratıcı bir hamle bekledim, hep..
Helsinki'ye karşı çıkardığı o korkunç 3-7-0 oyunu yerine, o kadro içinden riskleri göze almış bir 3-4-3 seçimi..
Geri üçlüyü Tisserand, Szalai ve Novak'tan kurup, orta dörtlünün soluna Nazım Sangare'yi yerleştirerek doğabilecek zaafı kapatmak.. Üstelik çok iyi bir hücum beki ile oynamak, birinci hamle..
Ve geliyorum, cesur sürpriz hamleye.. Duran toplarda Fener'in en çok gol atan adamlarından Serdar Aziz'i santrfor oynatmak..
O zaman o garip, o şaşkın 3-7-0 oyunu yerine 4-3-3 oynamak mümkün olurdu.
Tabii, o 43 adamı dolduran, ama yere göre değil, Galatasaray ve Beşiktaş almasın diye önüne geleni alan Ali Koç'un kadrosunda Ferdi dışında kanat oyuncusu olmadığı için, genç Türk'ü mutlak ileri üçlüye koyarak, üçlü savunma için çok daha uygun bir takımı sahaya çıkarırdım.
Helsinki önünde Fener savunması çok açık verdi. Adamlar da doğru dürüst forvet olsa çok gol atarlardı. Sebep geri üçlü değil. Orta sahadan destek alamayan savunmalar, toplu ve hızlı hücuma kalkan rakipler önünde çökerler.
Fener orta 7'lisine bakın.. İçlerinde bir tane "ön libero" vasfında adam var mı?.
Osayi Samuel, Sosa, Gustavo, Novak, İrfan Can, Zajç ve Mesut yedilisi içinde biraz Gustavo zaman zaman kesiciydi ama, Helsinki üç pasta Fener 18'ine o kadar çok geldi ki?
Biraz da "talihli" diyebileceğim sakatlıklar ve bitkinlikler yüzünden oyuna mecburen giren Ferdi, Muhammed ve Arda maçı Fener'e getirdiler. Ferdi'nin pası ile Muhammed, hem de nasıl çaprazdan, uzaktan ama kurtarılmaz bir şut çaktı ki, "Metin Oktay'dan bu yana böylesini görmedim" desem yeridir. Ferdi, Muhammed ve Arda, rakibe kendi 18'i üzerinden başlayarak öyle bir pres yaptılar ki, Helsinki, babasının yaylasında gibi koşup çıkamaz oldu.
Golü atanlar, gol yemeyi önleyenler hep Genç Türkler'di.
Yani Jön Türkler!.
*
Galatasaray'ı kurtaran da genç bir Türk, Kerem oldu. Harika bir ustalık golü attı.
Fatih Hocam'ın ne yapmak istediğini anlayan var mı?. Ben anlamadım..
Yahu senin elinde dünyanın gıpta ettiği üç uluslararası santrfor Falcao, Mohamed ve Diagne varken, niye ikili forvet oynayıp rakip 2 stopere yetişemeyecekleri bir fiziksel, teknik ve moral baskı yüklemezsin?.
Sebep açık.. Korkak Fatih Hocam, sahaya önce gol yememek için çıkıyor. "Hele yemeyeyim de, arada bir tane atarsam ne âlâ" diye "Büyük Takım Futbolu" olur mu?.
Korkaklık Hocam'ı 4-5-1 oynamaya götürmüş..
Genç Türk Kerem'i ayırıyorum.. Berkan, Taylan ve iki Emre'lere ilk 45 dakika nasıl tahammül ettin?. Nefret ettiğin için belki, başından beri harcamak için her şeyi yaptığın Ömer, tek başına bunların hepsini katlardı. Ama sen gol yiyene kadar bekledin ve ilk çıkardığın kim oldu?. Canla başla oynayan, koşan, çok iyi işler yapan Kerem.. Golünü atan ve seni çok istediğin "erken dakikalarda" öne geçiren Kerem..
Falcao'yu kenarda görünce "İkili forvet geliyor" dedim saf saf. Ama sen Mohamed'i çıkardın. Diagne'yi ise hiç düşünmedin. Güya Başkan(!) Burak'ın "kesin" açıklamasına rağmen takımda kalmasına karar verdiğin sevgili Feghouli'nin, belki de elenmemize sebep olacak kaçırdığı o inanılmaz goller neydi peki?.
Planın Galatasaray'ı değil Feghouli'yi kurtarmaktı.
Onu hep "Gol atsın, asist yapsın" diye, o düzende oynattığını anlamadım mı sanıyorsun Hocam..
Hadi güya Başkan(!) Burak satsın da görelim..
*
Sivasspor, Rıza Hocam'ın inatlarına kurban oluyor.
Mesela, takımın bence en iyilerinden, Sivas'ı Sivas yapan o eski Sivasspor'un yıldızlarından Erdoğan Yeşilyurt'u ille de kenarda tutuyor.
Ahı gitmiş, vahı da kalmamış Yatabare'de direndikçe direniyor. Tecrübeli, hem de nasıl Sivas ruhu ile yüklü Ziya'yı unutuyor.
Bu Sivas, bu Kopenhag'a kendi sahasında yenilmezdi. Yenilen Rıza Çalımbay oldu, ne yazık ki..
*
Trabzon'un Roma'yı yenmesini beklemiyordum.
Ama Pellegrini, Mkhitaryan ve Şahmuradov dışında uluslararası düzeyde oyuncusu kalmayan, son yıllarda adını unutturmuş Maurinho ile yeni çıkış umut eden rakibe yenilmesini de beklemiyordum.
Hem de kendi sahasında..
Burada da kaybeden Abdullah Avcı oldu bence..
Trabzon'un öz çocukları, yani Karadeniz'in Jön Türkler'ini kenarda bırakarak, maçı kendilerini Roma'ya götürecek yol olarak düşünen egoistleri kullandı.
Abdülkadir'ler, Yusuf Sarı'ların hırsı ve özverisi sahada var mıydı, Avcı Hocam..
*
Özet mi?. Dört maç oynadık. Alkışladığım değil, "Eh fena değil" dediğim tek hocamız yoktu, kenarda..
***
'KURDA, KUŞA, AŞA... VE GÖZE...'
Lalehan Uysal, Erkekçe'mi güzelleştiren ressam, sayfa düzencisi ve tasarımcı olarak 80'li yıllardan beri tanıdığım ve çok sevdiğim dostumdur. Son yıllarda "tohum fotoğrafçılığı"na merak sardı.. Ama ne sarış..
İlk tohum fotoğrafları sergisini ünlü Oxford Üniversitesi'nde 40 yılı aşkın süredir her yıl farklı temalarla gerçekleşen "Oxford Symposium on Food and Cookery"de, Londra'da açtı.
Onu Türkiye'de farklı şehirlerde, farklı coğrafyaların topraklarına has tohumların fotoğraflarıyla açtığı sergiler izledi.
"Deklanşöre her bastığımda Anadolu insanının toprağına tohum serperken ektiğinin sadece insan için değil tüm canlılar için olduğuna dair niyetini tekrarlıyorum" diyor.
Tohumları toprağa serperken, köylüler "Bu tohumlar kurda, kuşa, aşa..." derlermiş.. Lalehan bu eski halk deyişine bir kelime daha ekleyip sergi adı yapmış.. "Ve göze..." Yani Lalehan sergilerinin değişmez adı..
"Kurda, Kuşa, Aşa... Ve Göze..." Kurt dediği de, Kırmızı Şapkalı Kız'ı yiyen koca kurt değil. Toprağın içindeki kurt..
Eski bira fabrikasının olduğu Bomontiada'da toplanmış, yeme, içme ve dinlenme mekânlarının arasında bir de çok güzel galeri var.. Bir kalın camın üzerinde yürüyerek geziyorsunuz sergiyi.. O camın altında, tarihi Bomonti Bira Fabrikası'nın kalıntıları var.
Uysal'ın, tohumların ilk bakışta görülmeyen ince ve zarif, akılalmaz matematik ve kusursuz tasarımlarını ortaya çıkaran fotoğrafları arasında gölgesini bildiğimiz ama tohumunu bilmediğimiz, her gün gördüğümüz ağaçların tohumları var. Adını bildiğimiz, sevdiğimiz ama tohumlarını hiç görmediğimiz çiçeklerin tohumları var.
En yakından tanıdığınız bitkilerin tohumları sizi şaşkına çevirecek.. Doğanın matematiği, Aristo'lardan, Tales'lerden öte bir hesap ve güzellik taşıyor..
Hafta sonu giderseniz.. Hafta sonları gerçekleştirilen tohum, baharat, buğdaylar ve ekmek atölyeleri ile sergi turlarına Uysal'ın kendisi eşlik edecek.
Sergi 25 Ağustos'ta kapanıyor.. Fazla vaktiniz yok.. Bence bu hafta sonunu güzelliklere ayırın. Hem Kalamış'a gidin, hem de Bomonti'ye..
***
TEBESSÜM
Geçen gün karım benden rujunu istemişti. Yanlışlıkla zamk tüpünü uzatmışım. Hâlâ benimle konuşmuyor..
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Tahammül edilebiliyorsa, edin. Şikâyet etmeyi durdurun. Marcus Aurelius
Yorum Yazın