Murat Karahan kardeşimden bir mesaj düştü telefonuma, dün gece..
"Hıncal Abim, 12-14-16 Ekim tarihlerinde Bolşoy'dayım. Atamızın en sevdiği opera Tosca.. Şef: Placido Domingo, Tosca: Anna Netrebko ve Cavaradossi: Murat Karahan.."
Cevap yazdım..
"Benim için de söyle, olur mu?."
Atamın en sevdiği operadır Tosca.. Cavaradossi'nin aryası da onun en sevdiği opera şarkısı..
Daha Kurtuluş Savaşı devam ederken, Muzıka-yı Hümayun'u Ankara'ya getirerek, Samanpazarı'nın oralarda bir ahşap eve yerleştiren ve "Burada çaldığınız müzik aletlerini gençlere öğreteceksiniz" diyerek Musiki Muallim Mektebi'ni kuran Mustafa Kemal, bence Türk Operası'nın temelini atan adamdır.
Bir not tabii burada..
Yeniçeriliğin yerine Batılı tarzda yeni bir ordu, Nizam-ı Cedid'i kuran Sultan Mahmud, Mehterhane-i Hümayun'un yerine de "Muzıka-yı Hümayun" adıyla Batı standartlarında askeri bir bando oluşturdu (1828). Başına İtalyan asıllı müzisyen Giuseppe Donizetti Paşa getirildi.
Peki Mustafa Kemal'de opera merakı nasıl başlamıştı.
Tarihi kaynaklara bakılırsa, askeri ataşe olarak bulunduğu Sofya'da. Orda opera vardı, Paşamız da giderdi.
Peki ya Tosca.. Onu ayrıntılı yazmıştım, 2010 yılında.. Bir daha nakledeyim ki, bugünün gençleri de okusunlar ve düşünsünler üzerinde..
***
Bana sorarsanız, "E lucevan le stelle" opera tarihinin en güzel aşk şarkısıdır.. Dinlemeye doyamam.. Müzik içine akar insanın.. Öyle akar ki, söz gerekmez aslında.. Her dinleyişimde kendi sözlerimi yazarım sanki hayalimde.. Öylesi..
Bir opera konseri içinde bu şarkı yoksa eksiktir benim için, öylesi..
Geçen gün merak ettim.. Puccini'nin Tosca'sındaki sözler nasıl diye.. Genelde orijinal, yani İtalyanca sözlerin yanında İngilizce'si de vardır.. Çözeceğim artık.. Kısmete bakın.. Türkçe'sini de bulmam mı?..
"Parlardı yıldızlar
ve mis kokardı toprak,
Gıcırdardı kapısı bahçenin
ve bir ayak sesi gelirdi topraktan.
O gelirdi, mis kokusuyla,
kollarımın arasına düşerdi...
Ah, tatlı öpüşler, yumuşak okşayışlar...
Heyecandan titrerken ben
güzelliklerin örtüsü açılırdı!
Sonsuza dek kayboluyor aşk hayalim...
Zaman uçtu gitti...
Bense ölüyorum, çaresiz!
Hayatı hiç bu kadar sevmemiştim!"
Ve de öyle hoş bir anı okudum ki, sözlerin yanında.. E lucevan le stelle, Atatürk'ün de en sevdiği parçaymış meğer..
9 Kasım 1963 Cumartesi gecesi Ankara Radyosu'nda Nevin Uluçam, Devlet Konservatuvarı öğretmenlerinden Prof. Necdet Remzi Atak'la (1911-1972) bir söyleşi yapmış.. Hocanın anlattıklarını o tarihi yayından sizlere naklediyorum..
***
"1934-1935 yıllarıydı. Yeni Köşk'te Atatürk'ün çok içli bir akşamıydı. Bize Tosca Operası'nı Avrupa'da hangi koşullar altında dinlediğinden, o zamanki dünya durumundan, kuşkularından, zevklerinden uzun uzun bahsetti. Bir şeye içleniyordu. Çok içleniyordu ve çok içli bir akşamdı. Tosca Operası'ndan Cavaradossi'nin ünlü aryasını birçok kez benden istemiş olduğu için hazırlıklıydım.
Hatta bir yanlış yapmayayım diye aryanın notalarını bile yazmıştım ve cebimde bulunduruyordum.
O gece de biliyordum ki sıra tekrar Tosca'ya gelecek. Adeta bekliyordum.
Nihayet bana döndü, 'Çal bakalım şu Tosca'yı' dedi.
Ben notayı çıkarttım, 'Hayır hayır, öyle değil, notayı bırak, notasız çal' dedi. Notayı bıraktım, gözlerimi kapadım, konsantre oldum, başladım çalmaya. Bir iki nota çalmıştım ki, 'Hayır hayır, olmadı, bana dön bana çal, benim gözlerime bak öyle çal' dedi. Kendisine döndüm. Masada oturuyordu.
Ona dönerek çalmaya başladım.
'Gene olmadı, bana daha yaklaş' dedi. Yaklaştım, çok yaklaştım.
Belliydi ki çok uzak bir anısının içine gömülmek istiyor ve içinden çok eski zamanlara ait bir şeyler taşıyor, fışkırıyor, fışkırıyordu... En sonunda, 'Kemanın sapını omzuma dayayacaksın ve öyle çalacaksın' dedi. Bir an için gözünüzün önüne getirin; tarihimizde yaşamış, yaşayacak en büyük Türk, bir sanatçıya 'Kemanının sapını omzuma daya ve o vaziyette en sevdiğim melodiyi çal' diyor. Ben artık ibadet eder gibi, huşu içinde Cavaradossi'nin aryasını çalmaya başladım. Atatürk, gözleri kapalı, biraz madeni ahenkli, biraz kısık, çok tatlı, çok manalı sesiyle melodiyi söylerken gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Aryayı belki on beş kez tekrarladım.."
***
Murat işte dünyanın en ama en ünlü opera ve balesi, Moskova Bolşoy'da üç gece Tosca'dan Cavaradossi'nin aryasını okuyacak, düşünebiliyor musunuz ve siz de benim gibi kızmıyor musunuz, Bolşoy başta dünyanın en ünlü operaları tarafından paylaşılamayan bu muhteşem tenorun masa başında kâğıt imzalamak için, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nü kabul etmesine..
Elden ne gelir..
Murat, ülkemizin gururu ve en büyük kültür elçisi.. Benim için ayrı özel.. İsmet Ağabeyimin (Sezgin) yeğeni ve bana emaneti..
Ben Bolşoy'a gidemem..
Ama İsmet Ağabeyim yukarılardan seyredecek ve dinleyecektir, mutlak!.
*
YETER!.. KANDIRMAYIN BU MİLLETİ ARTIK!..
Başkan Erdoğan, internet yalanlarına savaş açıyor.. Geç bile kaldı, ama alkış!.
"Gerçek ceketini giyerken, yalan dünyayı altı kez dolaşır" demiş eskiler.. Bugünkü sosyal medya dünyasında 6 değil, 666 kez dolaşıyor hatta.
Yalanın hızı hiçbir şeye benzemiyor.
Yalan bir haberle, ülkem insanlarını kötümserliğe, umutsuzluğa, hatta paniğe sürükleyebilirsiniz..
Arkadaşlar, bizim hanedekiler bana bir panik haberi verdiler mi, kaynak soruyorum. "İnternet" derlerse, gülüp geçiyorum.. İçin için öfkelenerek ve "Bu rezilliğe niye savaş açılmıyor?. Yalan haberi biz manşet yapsak, basın savcıları anında soruşturma açıyorlar da, bizden milyon defa hızlı ve bir o kadar da fazla tirajlı soysal medya, nasıl böyle kolayca zehir saçabiliyor?" diyorum.
Siber suçlar polisi var.. Ama ne yapar, inanın bilmiyorum.
Siber suçlar savcısı var mı, ondan haberim yok.
Anayasamız, ceza hukukunun temel ilkesini taşır..
"Kanunsuz suç ve ceza olmaz.."
O zaman bir "siber suçlar" yasası çıkmalı. Bu "siber yalan haber suçu" tarif edilmeli, yanına da cezası yazılmalı, en ağırından..
Şimdi gelelim, biz de dahil ülkenin bütün gazetelerinin dijital yayınları ve haber sitelerinin hemen hepsinin "tık almak" için biz insanları her gün, her an "nasıl" kandırdıklarına..
Örneğimi, ülkenin en büyük gazetesi, medyanın amiral gemisi Hürriyet'ten seçtim.
Perşembe günü, Nihat Özdemir-Şenol Güneş görüşmesinin bittiğini öğrenir öğrenmez, tabletime sarıldım.
Açar açmaz, kapakta, üstteki anonsu gördüm..
"Nihat Özdemir ve Şenol Güneş'ten flaş karar!."
Hadi "Flaş karar" lafını gören bir sporsever olun da tıklamayın bakalım.
Tıkladım..
Palavranın daniskası uzatılmış bir giriş.. Herkesin bildiği geçmişi okuyor, okuyor, okuyorsunuz. 28 tıktan sonra karşınıza çıkan "flaş haber"e bakın.. O da alttaki resimde..
"Bugünkü görüşmeden sonuç çıkmadı.."
Bu rezil hileyi köprülerin olmadığı devirde vapur yolcularına gazete satmak için yayınlanan o akşam gazeteleri yapsa tamam..
Ama Sedat Simavi'nin "halkın haber alma hakkı"na riayet için çıkardığı "haber gazetesi" Hürriyet yapar mı?.
Ayıp değil mi?.
Diyeceksiniz ki, "Hepsi yapıyor". Hepsine ayıp!.
Ve aslında iktidarı, muhalefeti ile, bu halkın elindeki yasama gücünü onun adına kullanmak üzere Meclis'e seçilen milletvekillerine ayıp..
Birinin aklına gelmiyor mu, halkının aldatılmasının önüne geçecek bir yasa teklifi vermek!.
Balık baştan kokuyor.. Hürriyet yaparsa hepsi yapar. Yapmazsa onun adı, "Haksız rekabet" olur..
Yani bu ülkede halk "Böyle gelmiş, böyle gider" diye kötü kadere razı mı olacak?.
*
ÖZDEMİR, ŞENOL!..
Ben bu satırları yazarken, dün yarıda kalan ya da bir karar alınmadan biten Nihat Özdemir-Şenol Güneş toplantısı üzerine bu sabah (Yani size göre dün) okuduğum gazeteler, Federasyon Başkanı ile Milli Takım Teknik Direktörü arasında yeni görüşmenin bugün olabileceğini yazıyordu.
Hepsi "sıfır" istihbaratla sallama yazılmış yazılar. Artık bu ülkede spor muhabirliğinin sona erdiğini adım gibi biliyorum çünkü..
Herkes kafasındaki düşünceyi, "istihbarat" diye yazmış.. Müdürler de her şeyi biliyorlar ama o "sallamalar"a alet oluyorlar.
Neyse..
Benim aklıma üç şey geldi, toplantı kararsız dağılınca..
1. Nihat Özdemir, Şenol Güneş'e bir kez daha yalvardı. Tabii bu kez "Kal" diye değil, "Git" diye.. Çünkü onun Şenol hakkında karar alacak gücü değil, yalvaracak hali var.
2. Şenol giderse, sözleşme ve tazminatlar Nihat Özdemir'in başını yer mi?. O zaman aralarında pazarlık yapıldı. Uzlaşma olmadı. İki taraf da düşünmek için zaman istedi.
3. İkisi de kararın kendilerine ait olmadığını biliyordu. Kararı aslında Şenol'un dediği "şeytani düzen" verecekti. O şeytani düzene bırakmak için kararı, göstermelik toplantıya ara verdiler.
Toplantı oldu mu?.
Olduysa ne oldu, bu yazıyı okuduğunuz gazetede bulacaksınız, sevgili okurlar.
*
TEBESSÜM
Bugün size Tebessüm köşemizde bir resimli bulmaca sunuyorum.
Bostancı'nın bir köşesinde gördüğünüz bu 16 yaşındaki delikanlıyı tanıyor musunuz?.
"Iııh" demeyin sakın. Hepiniz tanıyorsunuz, kesin..
"Kim" mi bu delikanlı?.
Yarına dek bekleyin. O zaman hep beraber güleceğiz, o da Pazar Neşemiz olacak!.
*
SEVDİĞİM LAFLAR
"Umut vardır. Beyniniz 'Yok' dediği zaman bile vardır."
John Michael Green (Amerikalı yazar)
Yorum Yazın