Cumhurbaşkanı Erdoğan Doğu ile Batı arasında mekik dokumaya devam ediyor. Asya'da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı'na katılmak için dün Astana'ya geldi. Ben de geziyi siz SABAH okurları için takip etmeye çalışıyorum. Ana hatlarıyla aktaracak olursak Erdoğan hem zirveye katılıyor hem de ikili toplantılar yapıyor.
Ayağının tozuyla Kazakistan Cumhurbaşkanı Tokayev'le görüştü. Ardından Türkiye Kazakistan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Dördüncü Toplantısı yapıldı. Akşam ise Tokayev Erdoğan onuruna bir yemek verdi.
Erdoğan'ın bugünkü programı da yoğun. Sabah zirvenin genel Oturumuna katılacak. Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko, Vietnam Devlet Başkan Yardımcısı Xuan ve Rus Devlet Başkanı Putin ile görüşecek.
Liste ne kadar ilginç değil mi? Geçtiğimiz hafta Prag'da Avrupa siyasetinin göbeğindeki Türkiye dün ve bugün aynı Avrupalılar tarafından sorun olarak tarif edilen ülke liderleriyle görüşüyor. Türkiye'nin çok taraflılık ilkesinden ve bu görüşme trafiğinden ne tür kazançlar elde ettiğini bir kenara bıraksanız bile sadece bu listeyi üretebildiği için bile ülkemiz adına mutlu olursunuz. Bu liste Türkiye'nin çok taraflılık uygulamasında nereden nereye geldiğinin en iyi göstergesidir.
Tabii ki ülkemizde hala bu tür işleri ayıp sayabilecek ve Batı dışında kuş tanımayan zihniyete sahip insanlar var ve olmaya da devam edecek. Belki de onlar bu tür bir listeden utanıyor bile olabilir. Ama nasıl oluyorsa aynı kimseler vakti zamanı geldiğinde reelpolitikten dem vurmayı da ihmal etmez. Halbuki reelpolitiğin en temel ilkelerinden birisi bu tür romantik tutumlardan uzak durmaktır. Batı ile ilişkilerinizi bir medeniyet projesi olarak düşünürseniz ve Batı dışı aktörleri göz ardı edecek olursanız aslında dibine kadar idealizme savrulmuş olursunuz.
Ama eskiden bu tür Batıcı değerlendirmeler o kadar yüksek tondan yapılırdı ki, çok taraflı dış politikayı savunmak bir anda sizi vebalı konumuna bile sokabilirdi. Akademi ve medyada köşe başlarını tutmuş isimler bu tür yaklaşımları gericilik, üçüncü dünyacılık, hayalperestlik olarak tarif ederdi. Hem kalabalıktılar hem de sesleri çok çıkardı. Ama şimdi alternatif sesler kendine alan buluyor. Kuru gürültüye pabuç bırakılmıyor. Türkiye'nin doğuda da batıda ortaklıklar yapabileceği rahatça konuşulabiliyor.
Bütün bu dönüşümü sağlayan ve dış politikayı aslında böylesi rasyonel bir zemine oturtan iki temel gelişmeden bahsedilebilir. Birincisi Batı ile son dönemde yaşadıklarımız tek başına Batı'ya güvenemeyeceğimiz konusunda toplumu öylesine ikna etti ki, Batıcılar tüm bu olup bitene rağmen gürültüyle Batı'yı haklı çıkartamaz hale geldiler. İkincisi Erdoğan sergilediği diplomatik çalışkanlık, beceri ve özgüvenle öyle sonuçlar aldı ki, Türkiye'nin çok taraflı dış politika izleyebileceğine toplumun geneli ikna oldu. Biz de yapabilirmişiz kanaati yaygınlık kazandı.
Bu çok taraflılık sayesinde Vietnam'la da görüşürsünüz, ABD ile de iş yaparsınız. Belarus'la da görüşürsünüz Polonya'ya SİHA da satarsınız. Rusya ve Ukrayna'yla aynı anda görüşen tek ülke olursunuz. Tahıl koridorunu açtığınız gibi kışı geçirmede Avrupa'ya oranla çok daha rahat bir konuma gelirsiniz. En önemli kısmı da burasıdır.
Şimdi geriye baktığınızda böylesi rasyonel ve böylesi kazançlı bir yöntemin dış politika yapımında ana akım haline gelmesinin bu kadar uzun bir zaman almasına şaşıyor olabilirsiniz. Ama unutmayın bu noktaya kolay gelmedik. Eksen kaymasından tutun da, yeni- Omanlıcılığa kadar her türlü suçlamaya hem de içimizdekilerden gelen suçlamalara rağmen geldik. Zor oldu ama iyi oldu.
Yorum Yazın