Hayatım düzenlidir.. Kendini iyi hissetmenin baş şartıdır düzenli hayat ve genelde uygularım. Gece saat 11 gibi yatağa girerim ve otomatik kaydettiğim Jimmy Fallon Şov'u izlerim.
Fallon bir komedyen. Önce bir monologla şakalar yapar. Sonra iki ünlü konukla sohbet.. Finalde de bir müzik gurubu ya da solistinin performansıyla şovunu kapatır. Gün ne kadar stresli olursa olsun, uykuya rahat gitme formülümdür, Fallon Şov..
Şov, New York'un ortasında, Rockefeller Merkezi'ndeki stüdyoda, seyirci önünde gündüz yapılır ve gece banttan yayınlanır.
Kovid Amerika'yı vurunca, dünyanın dört bir yanından her gün yüz binlerce yerli, yabancı turist alan New York çarpıldı.
Büyük yasaklar getirildi.
Sokağa çıkma dahil..
Fallon Şov, Jimmy'nin evine taşındı. Orada bir odaya kamera kondu.
Jimmy karşısına oturdu.
Konuklar, internet aracılığıyla, yani Zoom'la programa katıldılar..
Uzun süre öyle gitti. Kovid'in hızı, başta alınan önlemler, maske ve mesafe kurallarına halkın ciddi uyumu ile yavaşlayınca, New York Belediyesi yasakları gevşetmeye başladı.
Program yeniden stüdyoya alındı ama seyirci hâlâ yasaktı. Program orkestrası, iki katlı salona aralarında mesafe bırakılarak dağıtıldı. Fallon hiçbirine yaklaşmadan şovunu yaptı. Konuklar gene Zoom'la, salondaki ekrana yansıtılıp programa katıldılar.
Kovid tehdidi azalmaya devam edince, konukların stüdyoya gelmelerine izin verildi.
Daha sonra, çok mesafeli ve maskeli az sayıda seyirciye de izin çıktı..
20 gün kadar önce de, tüm yasaklar kalktı.
Fallon Şov da yasaksız günlere döndü ve bütün koltuklar, maskesiz seyircilerle doldu.
Tam 20 gündür New York'un tamamının Kovid'siz günlerdeki hayatına döndüğünü anlatıyor ve gösteriyor, Fallon..
Kararı alan o değil tabii. New York Belediye Başkanı..
Gerekçe..
Sıkı durun..
New York halkının tamamının aşılanmış olması..
Fallon bunu her programda ilan ediyor..
Dünya Sağlık Örgütü'nün istatistiklerine göre, Amerikan halkının yüzde 52'si 1 doz, yüzde 48'i 2 doz aşı olmuş, ama New York'un tamamı aşılı.. Sonuç..
Artık yasağa gerek yok..
New York 20 gündür yasaksız yaşıyor yani.. Peki kötü bir haber geldi mi bu dünyanın en karışık nüfuslu ve en karışık kentindeki yasaksız günlerden..
Kente gelenlerin aşılı olup olmadıklarına bakılıyor tabii..
Bütün bunları niye anlattım, anladınız sanırım..
Bu ülkede, özellikle internette yayınlanan saçma sapan haberlere inanan ya da bazı iç ve dış güçlere alet olarak, Kovid'in Türkiye'de bir felakete yol açmasını isteyenlerin gayretleri sonucu, hâlâ aşıya direnenler ve de onları destekleyen "aşı olmama"nın bir insan hakkı olduğunu savunanlar var.
Kovid, Çin'de Vuhan eyaletinde 1, tek bir kişi ile başladı.
Unutmayın 1 kişi Kovid oldu. Sonra etrafına bulaştırdı.
Bulaşanlar başkalarına..
Başkalarına..
Bugün dünyada Kovid olanların sayısı, 185 milyon 119 bin 849.. Aralarında ben de varım.
Kovid'den ölenlerin sayısı, 4 milyon 3 bin 618..
Yapılan aşı sayısı, 3 milyar 220 milyon..
Yani sevgili okurlar..
Kovid'in izini bu dünyadan silmedikçe, durmadan mutasyon/değişim geçiren virüs hep tehlike yaratacak. 1 kişide bile olsa..
Yani hiç kimsenin "Ben aşı olmam" deme hakkı yok. Ama yatırıp zorla aşı da yapamazsınız.. Fakat aşı olmayanlara bazı önlemler getirebilirsiniz.
Mesela, pazartesi ilk defa, yasaklar gevşediği için sinemaya gittim. İstinye Park'a girişimde HES kodumu okudular ve ateşimi ölçtüler.
Oysa aşı belgemi sormalıydılar.
Herkese açık İstinye Park'ta dolaşan, oturan insanlar, aşılı olmalılar ki, bu gevşemeler sonunda, New York gibi, maske ve mesafeye de gerek bırakmasın.
Ben Cumhurbaşkanlığı ve Sağlık Bakanlığı'nın el ele vererek "Aşı olmayanlara karşı sert tedbirler" almasını, bunların kafa takıntıları yüzünden milyonlarca insanın yasaklar ve de yeniden artacak yasaklar tehdidi altında kalmamasını istiyorum.
Mesela, pazartesi günü gittiğim sinemada, önümde, arkamda, yanımda aşısız hiç kimsenin bulunmadığından emin olmak isterim..
En önemlisi de, bize iki yıl sonra nefes aldıran bu gevşemenin üç gün sonra geri alınıp, gene evlere tıkılma zorunluluğuna dönülmemesini hem de nasıl isterim..
Milyonlarca kurallara uyan uygar vatandaş, bir, tek bir isyancıya ya da ne bileyim kimbilir kimin ülkeyi karıştırmak için Kovid'i yaymak, ölümleri artırmak isteyen komplocu bir haine kurban edilmemeli..
Bunun tek çaresi, aşılı ile aşısız vatandaşa ayni uygulamayı yapmamak, aşısıza kısıtlamalar getirmektir.
***
SİNEMAYA GİTMENİN MUTLULUĞU...
İki sene sonra, pazartesi günü nihayet sinemada bir film izledim... Okurlar bilir, ben "Film sinemada izlenir" diyenlerin başında gelirim. Ama pandemi bizi eve kapayınca, bir de bol vaktimiz olunca, durmadan ekranda film izledik..
Ve pazartesi günü ne keşfettim bilir misiniz?.
Meğer filmi sinemada seyretmek nasıl bir mutlulukmuş!.
Aklımızdan bile geçmeyen şeylerin bizi nasıl mutlu ettiğini, neden acaba, sadece kaybedince anlıyoruz..
Sinemaya gitmek..
Ne kadar sıradan bir şey değil mi?. Milyon kez sinemaya gittik. Bir defasında "Ne mutlu bana sinemaya gidiyorum" diyen çıktı mı aramızda?.
Böyle diyorum ya bakmayın.. 10 gün sonra unutur giderim..
"Off" derim.. "Gene sıradan bir gün.. İstinye Park'a git.. Bir şeyler tıkın..
Film seyret.. Eve dön.." Aynen bunlar, oysa ne muhteşemdi pazartesi günü..
Chicago usulü sosisli sandviç yediğim en favori fast food'cum Shake Shack'te sipariş alan kızın tersliği, söylediklerimi defalarca tekrarlatması, masamızın temizliği için çırpınan, etrafımızda dört dönen dünya tatlısı bir kadına bahşiş vermek için para bozdurmaya giden Caner'i de "Bozuk yok" diye geri çevirmesi bile tadımı kaçırmadı.
Caner parayı ilerdeki dükkânda bozdurdu, geldi ama, o kadını bulamadık. Vardiyası bitmiş, gitmiş, iyi mi?.
Shake Shack'i ben Amerika'dan bilirim.. En önde çalışan ve müşteriyle ilk muhatap olan gençler büyük bir özenle seçilirler.. Eğitilirler de..
Neyse..
Sinemada bir yıldan fazla zamandır beklenen Hızlı ve Öfkeli 9'u seyrettik.. Bu Türkçe adı. Asıl adı F9:
The Fast Saga/Hızlı Efsane..
Ad değişik, çünkü bu 2001 yılından beri çevrilen Hızlı ve Öfkeli dizisinden değil.
Filmde Dominic Toretto'yu canlandıran Vin Diesel'in etrafında dönen bir aksiyon filmi.. Ama nasıl aksiyon..
Filmin adına dikkat edin.. "Efsane.." Yani masal anlatıyorlar resmen.. Bizim "Hızlı ve Öfkeli" Dominic'i, yani Dom'u yer kesmiyor.. Macerayı uzaya taşıyorlar.. Yani senaristlere demişler ki.. "Korkmayın..
Atabildiğiniz kadar atın.." Onlar da sallamış sallamış.. Yani bu kadar olur..
Film 2 saat 23 dakika sürüyor.. 23 dakikası film.. Kalan iki saat, aksiyon kere aksiyon..
Ama neme lazım, iyi aksiyon.. Böyle bir aksiyon filminde Helen Mirren ve Charlize Theron gibi Oscarlı kadın yıldızların ne işleri olur diye de merak etmeyin.. Süs işte..
Biz Imax'te üç boyutlu izledik. Size de Imax imkânı bulursanız tercih edin, derim.
Gecenin en güzel yanı mı?.
Çıktığımızda güneş henüz batmıştı ama etrafta o loş aydınlık vardı. Sahilden o muhteşem Anadolu yakasını seyrederek ve de filmin tam aksine çok yavaş giden bir arabanın içinde muhteşem Boğaz'a bakarak eve dönmek muhteşemdi..
***
MÜZEDE BİR HARİKA GECE DAHA...
İstanbul Arkeoloji Müzesi bahçesinde harika bir gece daha yaşadık, Pazar akşamı.. Bu defa "Barok Konser"di, galanın adı..
Paolo Villa yönetiminde bir minik yaylı sazlar ekibinin eşliğinde Bach'la açılan ve Vivaldi ile kapanan bir konserdi.
Bach'ın Keman Konçertosu'ndan bir bölümle, Vivaldi'nin dünyaca popüler 4 Mevsim'inden Yaz'ı opera orkestramızın baş kemancısı Oleksandr Samoylenko seslendirdi, ama harika seslendirdi..
Benim için gecenin yıldızı oydu.
Sürprizi ise, bu ülkenin en iyi bas seslerinden biriyken, yıllardır imza atmakla uğraşan İstanbul Operası Genel Sanat Yönetmeni Suat Arıkan'ın nihayet sesini duymamız oldu.
Çok yakın dostum, sevgili kardeşim Bas Suat, iki enfes arya söyledi.
Bu ülkede kontrtenor dinleme imkânı kolay ele geçmez. Kaan Buldular'ı dinlemek de hoş oldu.
Otilia İpek, Elif Tuğba Tekışık, Kevork Tavityan, Hande Cangökçe kısa ama tatlı gecenin diğer solistleriydiler.
Ben operaya yeni dinleyiciler kazandıracak bu tür popüler konserlerin sezon içinde de devam etmesinden yanayım.
***
DALGA SÖRFÜ...
Sydney'e, Olimpiyatlara gittiğimizde (2000) ışıklar içinde yatsın, sevgili Kenan'la boş kaldıkça en zevkle yaptığımız şeylerden biri, gidip dalga sörfü izlemekti.
Tahtanın üzerine uzanır, okyanusun açıklarına dek yüzer, sonra ayağa kalkıp, dalgaların üzerinde uçarak sahile dönerlerdi..
Yani nasıl bir keyifti onları izlemek.. Bir de yapmasını düşünün..
Meslektaşım Aydınlık Yazarı Semih Nişancı'nın bana gönderdiği maili okurken o günler geldi aklıma..
Semih, bir Türk dalga sörfçüsü Tunç Üçyıldız'la yaptığı söyleşiyi göndermiş bana..
Tunç özetle "Dalga sörfü Olimpik Spor olarak kabul edildi. Türkiye'de de Dalga Sörfü Federasyonu kurulmalı" diyor..
Ben Türkiye'de dalga sörfünü henüz görmedim.
Resmini de görmedim. Bizde sörf denince rüzgar sörfü var, bir de son zamanlarda gençlerin bayıldığı uçurtma / kite sörfü..
Biraz araştırdım. İkisi de Yelken Federasyonu'na bağlı..
Şimdi önde iki yol var..
Dalga sörfünü de Yelken Federasyonu'na bağlamak..
Ya da rüzgâr, uçurtma ve dalga sörflerini "Sörf Federasyonu" başlığı altında birleştirmek.
Benim bilgilerimle, diyeceğim bu kadar.. Ötesini sörfçüler tartışmalı..
***
ARAPGİRLİLER...
Yavuz Donat, Malatya Arapgir'i ve ordan çıkan ünlüleri anlatmış dün.. Okurken, Mülkiye'de ilk günlerimi hatırladım..
O zaman okulun kendi yatakhanesi vardı, yatılı öğrenciler orda kalırlardı. Aydın Yalçın Hocacılar.. Ve genelde sağcı arkadaşlardı. Biz dersler bitince evlerine dönen gündüzlüler de solculardık.. Deniz Hoca'nın (Baykal) öğrencileri..
O zamanlar Mekteb-i Mülkiye'de hocalar dahil, herkesin ve her şeyin bir takma adı vardı..
Genelde Anadolu'dan gelen yatılı öğrencilere biz Arapgirliler derdik.. Sebebini bilmem. Yıllar önce takılmış. Biz hazır bulduk.
İlk Talebe Birliği seçiminde Arapgirliler'e karşı seçimi, bizim sözcümüz Yalçın Küçük'ün gevezeliği yüzünden nasıl kaybettiğimizi çok anlattım burada.. Dört saat falan konuşunca hava karardı. Hanım evladı şehirliler evlerine dönünce, zaten okulda yatan Arapgirliler çoğunluğu ele geçirdiler ve kendi adayları Sadrettin Yedidağ'ı Başkan seçtiler..
Geçenlerde kızından bir mail aldım.. Bizim ilk başkanı, Vali Sadrettin Yedidağ'ı kaybetmişiz..
Başımız sağolsun, Mülkiyeliler!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Bir çalışmayı bölen en kötü şey, zamansız çalan telefon ve davetsiz gelen misafirdir." Ernest Hemingway
***
TEBESSÜM
- Diş hekimi birden nasıl beyin cerrahı oluverdi?.
- Bir el kaymasıyla..
Yorum Yazın