Aşılar konusunda niye yazmadığımı soruyor bazı dostlar.. Bazıları aşı olup olmadığımı.. Bazıları da sosyal medyada benimle aşı üzerine yapılan dedikoduları naklediyor.. İşleri güçleri iğrenç saldırılar düzenlemek olan trollerin küfürlerini de tabii..
Yazanlar niçin yazıyorlar peki!.
Bir yanda şüpheciler ve karamsarlar var.. Her şeyi kötüye çekme ve yorumlama üstatları..
Bir de tam felaket gurup.. Güya "Muhalefet" adları.. Aslında amaçları tek.. Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ı yıkmak.. "Kovid yayılsın, on binlerce, yüz binlerce kişi ölsün, yeter ki Erdoğan gitsin" kafasında bunlar. Bu yüzden durmadan kafa karıştırmaya, durmadan aşılar hakkında şüphe yaratmaya çalışıyorlar. Bir yandan da "Şüpheli" dedikleri aşının sadece iktidar yanlılarına ve zenginlere yapılacağını, fakire, sıradan insana sıranın gelmeyeceğini iddia ediyorlar. Çelişkileri umurlarında değil. Kim hangi tuzağa düşerse düşsün kârdır.
...Ve ne yazık ki, şüpheci ve karamsarlar, yorumlarıyla bu hainlere hem de nasıl destek oluyorlar..
Hayatım, "İnanmak ve güvenmek" üzerine kurulmuştur. Şüphe içinde, kâbuslar görerek yaşayamam.
Kovid-19, belirsiz bir virüs.. Her kafadan başka ses çıkması, o hainlerin durmadan "Felaket Komploları" kurmaları bu yüzden. Salla gitsin, aklına geleni..
Dünyanın çözemediğini ben mi çözüp millete akıl vereceğim. Ben, bunların arasına girmek istemedim..
O zaman yaptığım şey..
Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Devletim, dünyayı takip etme imkânlarım olduğu için mukayese ederek söylüyorum, Kovid- 19 ile en iyi savaşan ülkeler sırasında.. Hele bizler, yani vatandaşlar o üç basit harften ibaret, "M.M.T."ye uyabilsek çok daha iyi olacağız..
O zaman..
Devletime güveniyorum, bir.. İkincisi, birey olarak, devletimin kurallarına uymak için elimden geleni yapıyorum.
Mesela..
Ben gazeteciyim.. Her saat her yere gidebilme hakkım var, 81 yaşıma rağmen.. Ama bu hakkı kullanmıyorum. Çünkü evden çalışabiliyorum. Ve de Caner, Fatoş ve Ercan sayesinde, evimde eksiksiz yaşayabiliyor, sayfamı evimde hazırlayabiliyorum. O zaman dışarı çıkmak, keyif.. Devletin bana görevimden dolayı tanıdığı ayrıcalığı keyif için kullanmak, içime sinmiyor. Oturuyorum evimde, bahçemde..
Aşı mı?.
Devletime güveniyorum. O hangi aşıyı verirse hiç düşünmeden, tartışmadan kabul edeceğim ve olacağım.. Bilinen bir yazar olarak "Örnek olmak" görevim de var. Size talkın verirken, salkım yutan değil..
Peki, ne zaman?.
Sıram gelince.. Herkes aşıdan korkarken, devlet büyüklerinin kollarını açıp hemşireye uzatmaları nasıl örnek olmaksa, elinde imkânlar varken kullanmayıp "Sıramı bekleyeceğim" demek de öyle "Örnek" olmak..
Gazeteyi aradım, İnsan Kaynakları Başkanı, sevgili dostum Hakan'a "Nedir, gazetenin aşı durumu" dedim.
"Devlet, sağlık çalışanlarından başlayarak, hizmetin sürdürülmesi için öncelikli sektörleri sıraladı. Gazeteciler ve medya bu sıra içinde yer alıyor. Sıramız geldiğinde haberdar edileceğiz" dedi Hakan..
Yaşım 81.. Şeker, tansiyon, kalp başta kritik hastalıklarım da var. Yani burada da önceliklere sahibim. Ama kullanmıyorum..
Tüm gazetecilere, tüm SABAH ve atv çalışanlarına sıra geldiğinde ben de aşı olacağım. Güvendiğim devletimin vereceği aşı neyse onu yaptıracağım.
İnsan güvenmeden yaşayamaz. Güvenmeyen karamsar, kötümser, korkak olur. Onlar her gün on defa ölürler..
Ben bir defa öleceğim..
Kaderimin yazdığı gün..
Çünkü ben inançlıyım..
Hem devletime, hem de Yüce Tanrı'ma inanıyorum!.
***
39 DAKİKA..
Mevlüt Tezel kardeşimde okudum, dün.
Alman Bild gazetesi, Fenerbahçe'ye transfer olan Mesut Özil'in imza töreniyle ilgili şu ayrıntıyı vermiş..
"Mesut Özil konuşabilmek için 39 dakika beklemek zorunda kaldı."
Mevlüt "Bu başlığa çıkacak kadar büyük bir olay değil elbette ama eleştiri doğru" demiş..
Eleştiri doğru dostum.. Ama başlık da "Ha-rika!."
Mesut olayını günlerden beri izleyen, imzanın o gün o saatte atılacağını bilenler, eğer meraklıysalar anında canlı izleyenlere karşı, gazete, hele Bild gibi en çok satan gazete, "Çarpıcı bir başlıkla fark yaratmak" zorunda.
Gazetecilik fark yaratma sanatı.. Onun için Bild çok satıyor, ya..
Bu olayda, günün konusu, kahramanı, sebebi Mesut'u, konuşmak için tam 39 dakika bekletmeyi manşete çıkarmak, aslında herkesin bildiği haberi vermenin ötesine geçip, Mesut'un gittiği ülke ve kulüp hakkında, üç kelimeyle çarpıcı bir eleştiri yapmak değil mi?.
"Fark yaratma" dediğim tam da bu, Mevlüt!.
Mesleğin ustalarından, hepimizin her sabah ezberlediği kısa eleştirilerin üstadı (Bedii Faik ve Çetin Altan da efsanelerdi, üç satırda vurmanın..) Şinasi Nahit Berker'in en unutulmaz kısa yazısıdır..
"Bu memleket uzun laftan battı!."
Lafı uzattın mı konuyu dağıtır, esas vereceğin mesajı yok eder, sonunda boşa konuşmuş olursun.
Mesut'un 39 dakika beklemesi, onun transferini bahane edip kendi kişisel reklamlarını yapmak isteyen birtakım üst düzey zevatın ellerine geçirdikleri mikrofonu bir türlü bırakamamaları..
O sırada kim bilir kaç seyirci eksildi ekran başından, fenalık geçirip..
Mesut da anlamıştır herhalde, esas olanın "Mesut'un Fenerbahçe'de oynaması değil, Fenerli yöneticilerin Mesut'la oynaması" olduğunu..
***
DÜNYA DÖNÜYOR!. GERÇEKTEN DÖNÜYOR!.
Mustafa Denizli Hocamla ilgili bir şey ararken Google'da kısmete bakar mısınız, karşıma yandaki sayfa çıktı. Fenerland diye bir Fenerbahçe sitesi..
Fenerland.8m.net
Fenerbahçe, 2000-2001 sezonunu şampiyon kapamış, onu kutluyorlar.
Kupa resmi etrafına başkanından itibaren şampiyon kadro çevrelenmiş. Sol dipte Mustafa Hocam..
Resmin yanında sağdan inen bir liste var. "Şu anda kıskançlıktan çatlamakta olanlar" diye sıralanmış isimler. Resim ufak.. Okuyamayabilirsiniz.
En tepede "Hıncal Uluç" yazıyor.
Devamında ilginç isimler var.. Mahsun Kırmızıgül, Abdullah Öcalan, Ahmet Çakar, Güntekin Onay, Tüm Rum Pontuslular (Trabzonluları kastediyor), Fatih Ürek, Erman Toroğlu, falan filan.
Ama arada bir isim var ki, asıl ona bakın..
Emre Belözoğlu..
Yani, Ali Koç Fenerbahçe'sinin Futbol Direktörü Emre, 2001 yılında Fener şampiyon oldu diye kıskançlıktan ölüyormuş. Söyleyen de Fenerliler.. Fener düşmanı Emre'nin intikamına bakar mısınız?. Gelmiş Fener'in başına geçmiş..
"Dünya dönüyor gerçekten" derken aklıma Orhan Ayhan'ın adeta Türk Spor Tarihi'ni resimler, belgeler ve anekdotlarla anlatan kitabı geldi.. Bu sütunda yazarken nakletmiştim..
Adana Demirsporlu yöneticiler ne yapacaklarını bilemiyor. Takımın en iyi oyuncusunu kaybetmek üzereler. "İlle de Beşiktaş'a gideceğim" diye tutturuyor. Kadrolarında tutabilmek için 350 bin liraya kadar çıkmışlar. 1974'te yani çok iyi para. Ama nafile!. Yine ayni yanıt..
"Beşiktaş'tan başka takımda oynayamam."
Peki yanında resmi ile beraber, "İlle de Beşiktaş!. Başka takımda oynayamam" diyen genç Adanalı futbolcu kim?.
Fatih Terim!.."
Orhan'ın "Mikrofonda 57 Yıl" adlı kitabını hâlâ almadınız mı, sporseverler.. O zaman da yazmıştım. Tam da karantina günleri için birebir, kısa kısa anılar.. Ama ne ilginç, ne meraklı.. Hemen birine anlatmak isteyeceğiniz..
Remzi Kitap satıyor. 0532 470 75 74'ten hemen sipariş, eve teslim.
***
AYAĞA DÜŞEN 'YILDIZ'LIK!.
Spor sayfalarımıza göre, önüne gelen yıldız.. Gazetelere bakıyorum, yolda görse Çarşı esnafının bile tanımayacağı Mensah yıldız.. O rezil Belhanda yıldız diye yazılıyordu.
İlk yarı pazartesi akşamı bitti ya.. Çarşambadan bu yana, gazeteler "İlk Yarının En'leri"ni yazıyorlar..
Şansal mesela (Büyüka) her mevki için dörder adam seçmiş.. 4 takım yapmış yani..
İşte 1. Takım..
Uğurcan- Rosier, Caulker, Marcao, Rıdvan- Ghezzal, Ozan, Gustavo, Pelkas, Larin- Aboubakar (4-5-1 yapmış takımı yani..)
Bu birinci takıma bakın, ötekileri tahmin edin.. Aslında benim derdim o değil..
Ben en başta Şansal'a, sonra tüm spor yazarlarına ve spor severlere soruyorum.
Takımınız hangisi olursa olsun, bu "Yıldız"lardan hangisini görmek için maça gidersiniz?.
Ben mesela, geçin Lefter, Metin, Can, Suat, Baba Recep'i, Adaletli Ömer'i, İstanbulsporlu İhsan'ı, Ankara Demirsporlu Fikri, Adana Demirsporlu Selami'yi, say say bitmez futbolcuyu görmek için maça giderdim..
Bugün bana bir, tek bir isim söyleyin ne olur?.
Son bir not..
Uğruna maç izlediğim son adam Quaresma'ydı.. 90 dakikanın içine unutulmaz anlar sığdırırdı çünkü.. O yüzden gözümü ekrandan ayıramazdım.
Şimdi umudum, Mesut!. Falcao umutlarımı yıktı çünkü..
***
YA ÇOCUK HAKLARI?..
(İsmi lazım değil, ünlü bir anne, günümüz modası adları, resimleri çıksın diye ergenlik çağındaki öz kızını kullanmış. Medya da uzun uzun tartışarak tuzağa balıklama düşmüş.. Uzaktan seyrettim. "Yazayım mı, yazmayayım mı" derken, Sevgili Zeynep Özyılmazel'den bir mail geldi.. Muhteşem.. Altına kendi imzamı da atarak sunuyorum..)
***
Birkaç gün önce ünlü bir anne (yazının yazılış sebebine ters düşeceğini düşündüğüm için isim kullanmıyorum) kızının regl oluşunu kutlayan bir yazı paylaştı sosyal medyada. Öncelikle, bunu tüm iyi niyetiyle yaptığına gönülden inandığımı söylemek isterim.
Hepsini okumadım ama anladığım kadarıyla bu konuda oldukça fazla yorum yapılmış. Destekleyenler var elbette ancak yorumlar daha çok bu paylaşımı yapmanın bir nevi "ahlaksızlık" olduğu üzerine.
Asıl söylemek istediğime geçmeden önce konunun bu yönüyle ilgili düşüncelerimi dile getirmek isterim.
Bütün kadınlar regl oluyor. Yani toplumun yarısı. Üstelik bir kadının regl olması onun doğurganlığının başladığını gösterir. Yani neslimizin devamı için gereklidir.
Üstelik de regl olmak, kadının üzerinde hem fiziksel hem de ruhsal baskı yaratır. Kişinin sağlık durumuna bağlı olarak öncesinde ve sırasında depresyon, ağrı, hareket etmekte zorluk, mide rahatsızlıkları, karar vermede güçlük gibi, hatta bazen çok daha ağır olan etkileri görülür.. Her ay!
Ve kadın, söz gelimi önemli bir toplantısı varsa "Regl olmak üzereyim, erteleyelim" diyemez. Ya da bir genç kızın önemli bir sınavı bu döneme denk geliyorsa, girmeme hakkı yoktur. Sanki hiç böyle bir şey yaşamıyorlarmış gibi görevlerini yerine getirmeleri beklenir.
Bu tip şeyler dile getirilmez! Ayıptır!
Ama ayıp olmamalıdır! Bu konu kendi doğallığında, rahatça dile getirilebilmelidir!
Benim üzerinde durmak istediğim konu ise bambaşka: Çocuk hakları!
Şimdi o kız çocuğumuz, kendisi için bu kadar özel bir durumun ilanına kendi mi karar vermiştir? Ne zaman regl olduğunun tüm ülke tarafından bilinmesi onun seçimi midir? Bu kadar özel bir hakkı çocuğun elinden aldığınızda, geriye ne kalır? Bu çocuk için nasıl bir mesajdır?
Bir çocuğun, bir birey olarak görülmesi ve özeline saygı gösterilmesi için o çocuk kaç yaşına gelmelidir? Çocuk yaşta yaşanan her şeyin, bir bireyin geleceğine nasıl etki ettiğinin anlaşılması için insanoğlu daha ne yaşamalıdır?
İşte asıl üzerinde düşünülmesi gereken, hassasiyetle cevaplanması gereken sorular bunlardır!
(Kitap önerisi.. Bir çocuğun her gün hiç düşünülmeden ihlal edilen gerçek haklarından pek az kişi söz eder. Daha sağlıklı çocuklar ve daha sağlıklı bir toplum için bu çok önemlidir oysa. Alice Miller ve Nihan Kaya'nın kitaplarını okumanızı öneririm.)
***
TEBESSÜM
Milyarder işadamı, evliliklerinin kırkıncı yılı sabahı, fakir bir kızken tanıyıp aldığı eşine sordu..
"Bu güzel yıldönümü için sana bir kürk almamı ister misin?."
"Hayır" dedi, eşi..
"Peki, bir spor Mercedes araba?."
"Hayır!."
"Bodrum'da, yok yok Miami'de bir yalı?."
Omuz silkeledi kadın gene..
"O zaman sen söyle ne istersin?."
"Boşanmak istiyorum" dedi kadın.. Kocası durakladı..
"Ben o kadar fazla harcamayı planlamamıştım!."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Daha iyi olanı değil, sana kendini daha iyi hissettireni seçmelisin!."
Erich Fromm
Yorum Yazın