Durdu Güneş

Durdu Güneş

Mail: durdugunes@hotmail.com

ASIL FELAKET, SÖZÜN ANLAMINI YİTİRMESİ

İnsanoğlu dili bularak ve geliştirerek hayvanlardan ayrılmıştır. Dil, söz insanın hem düşünebilmesini hem de diğer insanlarla iletişim kurmasını sağlamaktadır ve insanın en mucizevi özelliğidir. Hem maddi hem de manevi değerler dil aracılığıyla gelişebilmiştir. Dilimiz, söz bir nesnenin, olgunun ve bir olayın temsili bir sembolüdür. Kullanılan dil ile nesne, olgu ve olay arasında temsil bağı koparsa sahteleşir, söz bir yalana döner. Bu durumda insanı insan yapan dil fonksiyonunu kaybettiği için insanlık adına oluşan kazanımlar da tekrar yok olacaktır.

Bir haftalık tatildeydim. Yol üstü çay molasında müteahhit olduğunu söyleyen yaşlı biriyle kısa süreli sohbetimiz oldu. Bodrumda tatilini yapmış, memleketine dönüyormuş. İlkokul mezunu olduğunu, okumanın bir öneminin olmadığını, inşaat şirketinde yüze yakın kişiyi çalıştırdığını, son model mercedese bindiğini anlattı. Önemli olan para kazanmaktır diyor zenginliği ile ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalışıyordu. Sözün bir yerinde de “Haftanın sonu Pazar/ Hayatın sonu mezar/Ne kadar zengin olursan ol/İki kişi mezarını kazar.” Diyordu. Oysa bu sözler sadece ezberlediği klişeydi. Çünkü hala kazanacağı paradan bahsediyor, çapkınlık hayallerini aktarıyordu. Hayatın fani olduğu klişesini sahte bir bilgelik içinde söylüyor ama sonsuz yaşayacakmış davranıyordu. O zaman bir kez daha birçok kişide sözlerin gerçeği yansıtmadığını sadece insanları aldatmak için kullanıldığına şahit olmuştum. 

Bu durum bana bir dizideki repliği hatırlattı.

Senaryosunu Hakan Günday’ın yazdığı, Başrolünü Haluk Bilginer, Cansu Dere’nin oynadığı şahsiyet adlı dizide komiser rolündeki Necip Memili’nin açığa alınması sonucu şu cümlelerle devlete, adalete güvenilmeyeceğini söylemesi düşündürücüdür.

“İnsanın hayatta bazen güvendiği şeyler var. Başı sıkışınca falan mesela 155, bir şey olursa polis gelir. Nedir itfaiye yangın çıkınca ararsın bilirsin ki gelecek. Asansörde diyafon var, basarsın, birisiyle konuşursun, ne biliyim o seni rahatlatır. Panik butonları vardır. Bir yerde sıkıştığın zaman basarsın polis gelir ya da birisi seninle konuşur. Rahatlatır en azından seni. Ya bunların hiçbirinin çalışmadığını düşünsene. Bir şey geliyor başına 155 i arıyorsun bakan yok. Yangın çıkmış itfaiyeyi arıyorsun gelen yok. Asansörde diyafona basıyorsun birisi sesini duysun diye. Panik butonu mesela orda duruyor öyle basıyorsun. “Kimse yok mu kimse yok mu duyuyor musunuz beni diye bağırıyorsun ama hiç çıt yok. Ya diyorsun ki arkadaş buna bir şey mi oldu. Bakıyorsun, açıyorsun duvardan bir ayırıyorsun. Sonra aaa ananı avradını. Bağlantısı yok Nevra. Kablo yok o duvarda öyle duran bir şeymiş. Senin hayatın ona güvenmekle, inanmakla geçmiş. Halbuki seni kazıklamak için koymuşlar onu oraya. Sen ona güven diye. Sen ona güven. Başını kaldırmadan soru sormadan işine gücüne bak diye koymuşlar onu oraya. Sende ona salak gibi güvenmişsin. Aslında güveneceğin hiçbir şey yokmuş. İşte şimdi kendimi öyle hissediyorum. Bir şeylere öyle haybiye inanmışım.”

Tıpkı dizideki Memili’nin söylediği gibi kurallar var, kurumlar var diyorsun. Ama ihtiyacın halinde bu kavramların gerçekliği yansıtmadığını fark ediyorsun. Oysa onlara o kadar güvenmişsin ki ancak sembollerin içinin boş olduğunu ancak başına gelince görüyorsun.

Her felaket sonrası sözler veriliyor. Sözlere güveniyorsun fakat sözler gerçekliği yansıtmıyor. Söz, bir anlaşma, bir mutabık kalma değil bir aldatma, kandırma unsuru olarak kullanılıyor. Çünkü aynı acılar  tekrar tekrar yaşanıyor. Sözün bir gerçekliği olsa aynı şeyler tekrar tekrar yaşanır mı? Temel sorunumuz dilin gerçekliği yansıtmamasıyla başlıyor.

Müteahhidin, “Önemli olan para kazanmaktır”, dediği, siyasetçinin “Önemli olan seçim kazanmaktır” diye düşündüğü yerde insan hayatının bir önemi kalır mı? Gerçek bu olmasına rağmen sözlerin hakikatine değil de belagatine güvenirsek felaketler mukadder olacaktır.
**
Sel felaketinde hayatını kaybedenlere Allah rahmet diliyorum. Yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. 

Maksadım kimseyi suçlamak değil halimize bir ayna tutmaktır. Çünkü bu acılar hepimizin acısıdır. Kendilerini bu acıdan muaf zannedenler bile bir gün bu acıların muhatabı olabilirler. Kimse unutmasın aynı gemideyiz.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar