HDP’yle ilgili kapatma davası nedeniyle parti kapatma konusu yeniden gündemimize girdi.
Ülkemizde o kadar çok parti kapatıldı, o kadar çok parti hakkında kapatma davası açıldı ki hatırlamakta zorlanıyoruz. Bunlardan biri de AK Parti hakkında açılan ilk kapatma davası.
AK Parti hakkında Abdurrahman Yalçınkaya’nın 14 Ağustos 2008 tarihinde açtığı kapatma davası bilinir. Ama Sabih Kanadoğlu tarafından 23 Ekim 2002 tarihinde açılan kapatma davası pek bilinmez. Abdurrahman Yalçınkaya tarafından açılan davada 22 Temmuz seçimlerinden yüzde 47 oy alarak tek başına iktidar olarak çıkan AK Parti, bir oy farkıyla kapatılmaktan kıl payı kurtulmuştu. Ama laikliğe aykırı odak oluşturmaktan Hazine yardımının kesilmesi cezasına çarpıtılmıştı. Anayasa Mahkemesi’nde sözlü savunmayı üstlenen Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, AK Parti’nin Türkiye’nin her bölgesinden oy aldığını, Türkiye’nin bütünlüğünü temsil ettiğini hatırlatarak, “AK Parti’yi ortadan kaldırdığınızda yerine ne koyacaksınız?” diye sormuştu.
‘AMA LAİKLİK’ DİYEN GENERAL
Bir AK Parti milletvekili, şahsi dostluğu olan dönemin kudretli generallerinden birini ziyaret etmişti. AK Parti iktidarıyla birlikte ekonominin toparlandığını, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecine girdiğini, partinin kapatılmasıyla birlikte Türkiye’nin büyük zarar göreceğini anlatmıştı. Ama kudretli general, dudak ucuyla, “Ama bizim için laiklik daha önemli” yanıtını vermişti.
İLK KAPATMA DAVASI
Bu anekdotlardan sonra asıl konuya gelmek istiyorum. Aslında AK Parti hakkında bir değil iki kapatma davası açılmıştı. İlk davayı Sabih Kanadoğlu açmıştı. Hukuk rezaleti olan 367 kararı ile tarihe geçen dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 23 Ekim 2002 tarihinde AK Parti’nin kapatılması için dava açmıştı.
ÖNCE İHTAR İSTEDİ
Ama onun bir adım öncesi var. AK Parti 14 Ağustos 2001 tarihinde kuruldu. Sabih Kanadoğlu ise 21 Ağustos’ta Anayasa Mahkemesi’ne müracaat ederek, Erdoğan’ın milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmadığını, kurucu üye ve genel başkan olamayacağını belirterek AK Parti’ye ihtar verilmesini talep etti. Kanadoğlu, Refah Partisi hakkındaki kapatma davasını örnek göstererek başörtülü üyeler Ayşe Böhürler, Ayşenur Kurtoğlu, Habibe Güner, Sema Ramazanoğlu, Fatma Ünsal Bostan ve Serap Yahşi Yaşar’ın kurucu üyelikten çıkarılmasını talep etti.
Erdoğan için Siirt’te okuduğu şiir yüzünden TCK’nın 312. maddesine göre aldığı cezayı hatırlattı.
ADIM ADIM KAPATMA DAVASINA
Bu kapatma davası öncesindeki ilk adımdı.
Anayasa Mahkemesi 9 Eylül 2002 tarihinde Erdoğan’ın kurucu üyelikten çıkarılması için AK Parti’ye ihtar verdi. Anayasa Mahkemesi, siyasi partilerin kamu kuruluşu olmadığı, başörtülü kurucular milletvekili ya da belediye başkanı seçilmediği için bu durumda kurucu üyelikten çıkarılmalarına gerek olmadığını kararlaştırıldı.
ERDOĞAN İSTİFA ETTİ
Türkiye 3 Kasım’da seçimlere gidiyor, iktidara aday partinin liderinin ise kurucu üyelikten çıkarılması isteniyordu. Zamana karşı bir yarış yaşandı. Kapatma davasına muhatap olmamak için Erdoğan kurucu üyelikten istifa etti. Kurucu genel başkan unvanını da kaybetti.
Milletvekili listeleri YSK’ya verilecekti. AK Parti Kurucular Kurulu olağanüstü toplandı, Erdoğan’ı genel başkanlığa seçti. 3 Kasım seçimlerinde AK Parti iktidar oldu ama Erdoğan’ın milletvekili adaylığı YSK tarafından engellendi.
SİİRT FORMÜLÜ
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın da desteğiyle Siirt formülü bulunup, Erdoğan milletvekili seçilene kadar...
KANADOĞLU’NDAN KAPATMA DAVASI
Anayasa Mahkemesi ihtar kararını yerine getirmesi için AK Parti’ye 6 ay süre vermişti. Ancak Sabih Kanadoğlu’nun beklemeye tahammülü yoktu. AK Parti’nin, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihtar kararını yerine getirmediği iddiasıyla 23 Ekim 2002 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne kapatma davası açtı. Erdoğan’ın genel başkanlık yetkilerini kullanmasına tedbir getirilmesini istedi.
AK PARTİ KAPATILMADI
Peki bu dava ne zaman sonuçlandı? Bu dava 9 Temmuz 2009 tarihinde sonuçlandı. Siyasi Partiler Kanunu’nun 104. maddesi 9 Ocak 2002 tarihinde değiştirildiği için AK Parti kapatılmaktan kurtuldu.
ABDURRAHMAN YALÇINKAYA’NIN ELLERİ TİTRİYORDU
Anayasa Mahkemesi ilk davayı sonuçlandırmadan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, 14 Mart 2008 tarihinde ikinci kapatma davasını açmıştı bile. İş sansa bırakılmıyor, müesses nizam çift dikiş gidiyordu. AK Parti’ye kapatma davası açıldığı günler içinde yakın bir dostum, Abdurrahman Yalçınkaya’yı ziyaret etmişti. Kapatma davasına esas olan dosya hakkında sorduğu birçok soruya yanıt alamamıştı. “Savcının elleri titriyordu. Dosya hakkında pek bilgisi yoktu. Dosyanın hazır halde önüne geldiğini duymuştum. Bu kanaatim netleşti” demişti.
MİROĞLU’NDAN İLAÇ GİBİ BİR KİTAP
ORHAN Miroğlu... Kürt siyasi tarihinin bir parçası...
Aynı zamanda bir tanığı...
Hem de yazan ve yaşayan bir tanığı...
Bir cehennem olan 12 Eylül’ün Diyarbakır Cezaevi’nde yattı yıllarca.
Musa Anter’in katledildiği suikasttan yaralı olarak kurtuldu.
Bir defasında “Onca erkek sinmişti. Bir kadın kurtardı beni” demişti.
Orhan Miroğlu geçmişte büyük acılar yaşamasına rağmen, geçmişe takılıp kalmadı. Hep okudu, tartıştı, konuştu, sorguladı.
Kürt sorununun demokratik ve barışçı yöntemlerle çözümü için mücadele etti. Kimi zaman bir siyasetçi, kimi zaman bir yazar olarak...
Şimdiye kadar 12 kitap yazdı. Bu 13’üncü kitabı.
Adı ‘Mağdurların Coğrafyasında: Arka Bahçemizdeki Halklar’.
Miroğlu’nun kitabı bir saha araştırmasına dayanıyor. Kuzey Irak’taki Suriye Kürtlerini esas almış. Ama benim açımdan etkileyici olan şu: Orhan Miroğlu farklı bir perspektif sunmuş. Bunu Dr. Nurcan Özkaplan Yurdakul’un yazdığı önsözde, Celadet Bedirhan’ın Atatürk’e yazdığı mektupta görüyoruz.
‘HARİCİ TÜRKİYE’
Orhan Miroğlu, harici Türkiye’nin içine dört ülkeye yayılmış Kürtleri de yerleştiriyor. İmparatorluk bakiyesi olan Türkiye’ye misyonunu hatırlatıyor. Türkiye’nin Türkiye’den daha büyük olduğunu anlatıyor.
“Kol kırıldığı yerden bağlanır” diyor. Türklerin Kürtlersiz, Kürtlerin de Türklersiz olmayacağını gözlemleri, tarihi anekdotları ve sahada yaptığı birebir konuşmaların ışığında aktarıyor.
HDP’ye kapatma davasının açıldığı şu günlerde, Orhan Miroğlu ve onun gibi isimlerden daha çok yararlanılması, onların daha çok konuşması, yazdıklarının okunması dileğiyle...
Yorum Yazın