Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

Ahmet Güneştekin bir Anadolu güneşidir!..

Cehennemde her millet için fokur fokur kaynayan ayrı bir zift kazanı varmış.. Her kazanın başında da elinde devasa tokmakla bir zebani. Biri ziftten dışarı çıkmaya kalkarsa, zebani tokmağı kafasına geçirir, adamı gene kazanın dibine yollarmış. Cehennemi gezenlerden birinin dikkatini çekmiş.. Türklerin kazanının başında zebani yokmuş..
"Niye" diye sormuş, zebani başına..
"Onlara gerek yok" demiş, baş zebani.. "Türklerden biri yükseldi mi, ötekiler hemen ayağından aşağı çekerler.."

*

Ahmet Güneştekin'i yıllar yıllar evvel, TRT 2'de gördüm, tanıdım ve sevdim.. Adım adım Anadolu'yu dolaşıyor, köylerde çocukları etrafına topluyor, onlara resim, heykel sanatını anlatıyordu. Başta çocuklar herkesin anlayacağı bir dille.. O haftalık programın tiryakisi olmuştum.. Nasıl bir sanat, eğitim ve Anadolu aşkıydı ondaki.. TRT'nin ücretlerini biliyordum.. O aşk olmasa 3 otuz paraya bu işin yapılmayacağını da biliyordum, tabii..
Sonra bir fuarda, bir köşede onun bölümü çıktı karşıma.. Çok ilginç stili ile adeta 3 boyutlu resimler yapıyordu. Yazdım. Kişisel sergisine de koşarak gidince, iyice tanıştık. Ahbap, arkadaş olduk.. Beni evine davet etti. Eski bir İstanbul evi.. Hem ev, hem de atölye gibi kullanıyordu. Şimdi hatırlamıyorum, nesiydi, yaşlı bir kadın harika dolmalar yapmıştı. Tencere ile önümüze koydu. Üzerine bol yoğurt döküp nasıl iştahla devirmiştik tencereyi..
Ahmet, adım adım gezdiği Anadolu'yu, Anadolu efsanelerini çok iyi biliyor, onlar eserlerinin ilham kaynağı oluyordu.. Her sergisi ile daha büyüdü, ünü dünyaya yayıldı.. Bakın 25 Eylül 2018'de nasıl özetlemişim, onun "efsane" yaşamını..

*

Ahmet Güneştekin.. TRT 2 idi adı o zaman.. Bir genç idealistti o zaman da Ahmet.. Köy köy, kasaba kasaba Anadolu'yu dolaşır, çocukları etrafına toplar, onlara resim başta sanatı öğretir, sohbet ederdi.
TRT, TRT iken, en güzel işlerinden biriydi o dizi.. Hayran olmuştum genç adama.. Her bölümü izlerdim. Sonra buldum.. Tanıştık..
Dost, arkadaş olduk..

Kaç yıl oldu, Ahmet, yahu!.
Sonra kendisi üretmeye başladı.. Çok ama çok çarpıcı işler yapıyor, sergiler açıyor, fuarlara katılıyordu.
Bizde gençleri, yenileri desteklemek değil, hele sivrileri kösteklemek vardır. Medyada da uzantıları olan bir çete vardır, galeriler ortamında..
Ahmet'i de yok etmek için birleştiler hemen.. "Kopyacılık dahil" atmadık çamur bırakmadılar..
Ama "Güneş" balçıkla sıvanmıyor.
Dünyanın en ünlü sanat kurumlarından New York/ Marlborough Gallery ondaki dehayı keşfetti. Sponsor oldu. Venedik Bienali başta, dünya sanat başkentlerinde sergilerini açmaya başladı.
Batman'da bir işçi kampında doğan, kaçakçılıkla ailesini geçindirebilen bir Yezidi babanın 11 çocuğundan en küçüğünü dünya tanıdı..
Ahmet'in hayatı roman olur.. Dizi olur.. Film olur.

*

İşte şimdi dünyanın tanıdığı ve saydığı Ahmet'i yaptığı harika bir işten sonra, alkışlayacaklarına, ayaklarından aşağı çekmeye çalışanları görünce neden şaşırmadığımı anlatmak için girişe o ünlü anekdotu koydum, anladınız değil mi?.
Ahmet, o sergiyi, New York başta, dünyanın en ünlü sanat merkezlerinde açabilecek imkânlara sahipti, gördünüz.. Ama oralarda değil, Diyarbakır'da açtı..
Diyarbakır'a hiç gittiniz mi?. Benim hiç aklımda yoktu mesela gitmek.. Ama Federasyon, Galatasaray-Antalya Türkiye Kupası final maçını 3 Mayıs 2000'de Diyarbakır'a koyunca gittim ve hayatımın en güzel günlerini yaşadım..
Tarih, en eski tarihle bugünü birleştiren bir kent. İçinde ve çevresinde görülmeye değer o kadar çok yeri var ki?.
Muhteşem bir mutfağı var.. Bir parkın köşesinde, üç masalık yeri vardı, Tavacı Usta'nın. Önümüzde pişti. Parmaklarımızı yedik. O ustanın şimdi İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de "fine dining" denen lüks türde mekânları var ve hep dolu.. "Tavacı Recep Usta!."
Kaburgacı Selim Usta'nın o müthiş pilavını da 20 yıldır hâlâ unutmam.. Onları geçin.. Ben hayat boyu sakatatı ağzıma koymadım. Sırf ama sırf meraktan, sabahın beşinde uyandım. Beni altıda aldılar, Surdibi'ne ciğerle kahvaltı yapmaya götürdüler. Ciğerle kahvaltı.. Ben.. Olacak şey değil.. Ama oldu. Bende merak, ciğerci ustada inat bir araya gelince.. Sabah erkenden mezbahaya gider, ciğerleri alır, Surdibi'ndeki tezgâha gelir, orada kesip biçip ızgara yapar, gelenlerin önüne bir tabakla koyarmış. Bitince de, çeker gidermiş. Hepsi o.. Öğle, akşam falan değil, sabahın normal saatinde bile yok, Usta.. Altıda açar, ciğer biter, usta gider.. O zaman işte mecburen ve de meraktan ağzıma koymadığım ciğeri çözmek, "Bu ne iştir" soruma cevap bulmak için, kargalar bile daha kahvaltıya inmeden, ben önüme konan tabaktan bir parça ciğeri pidenin arasına koydum.. Ve o tabak kazındı.. Öyle bir lezzet..
Yani Sevgili Okurlar,
Diyarbakır'a sadece mutfağı için bile gitmeye değer!. Gidemediğim, aklımın kaldığı yer, gece yarısı canlanıp sabaha dek devam eden kulüpler ve diskolar.. Üniversite var. Yani gençler var.. Onlar olunca da, onların eğleneceği yerler..
Yani, o inanılmaz güzellikleri saymakla bitmez ama.. Kentin asıl en unutulmazı, insanları..
O kadar dost, o kadar cana yakın, o kadar sevecen insanlar ki, Diyarbakırlılar..
Topu topu 3 günde, bir ömre yetecek kadar dost sahibi oldum.. Yaşlısı, genci.. Kadını, erkeği, zengini, fakiri.. Türk'ü, Kürt'ü, Süryani'si, her türden, her inanıştan yığınla dostum var.. Hâlâ her bayram ararlar.. Hâlâ hal, hatır sorarlar..
Gitmesem, görmesem, bunları biri yazsa ve okusam "Hadi be sen de" der geçerdim.. Ama ne mutlu bana ki, Federasyon o maçı Diyarbakır'a koymuş da, beni adeta zorla göndermiş bu muhteşem kente..

*

Şimdi, Ahmet Güneştekin yapmış işte ayni şeyi.. Hem de hayatta bir araya gelmesi mümkün olmayan insanları, zıt kutuplardan gazetecileri, Ankara'ya bile "Taşra" diyen sosyete ile sıradan insanları, hayatta Diyarbakır'a adım atmayacak o sosyal medyanın takipçi rekoruna sahip fenomenlerini toplamış, götürmüş oraya..
"Gelin.. Görün.. Yazın.. Anlatın" demiş.. "Anlatın ki, millet Diyarbakır hakkındaki peşin hükümlerinden vazgeçsin.."
Birbirlerinin yüzüne bakmak ne kelime, fırsat bulsa tükürecek insanları, el ele tutuşturup halaya kaldırmak ne demek?.
Mesaja bakar mısınız?. "Bölünme, kutuplaşma yapay.. İnanmayın.. İşte Anadolu insanı bu.. Bakın kimler ele ele halaya durmuşlar?."
Ahmet Güneştekin, Diyarbakır'da "Hafıza Odası" sergisini, artık çok pahalı eserlerini satmak için değil, "Anadolu insanı aslında budur. Hatırlayın" demek için açtı.
"Gelin İstanbul'un her biri ayrı haber kaynağı olan insanları.. Diyarbakır'ı görün, yaşayın ve anlatın ki, herkes Güneydoğu'nun bu muhteşem kentini tanısın, gelip, görüp bu harika insanlarla tanışsın" demek için açtı.
Kendisi için değil, Türkiyem için, Türkiyemin, bugün nerdeyse herkes tarafından bölünmeye çalışılan insanlarını bir araya getirmek için açtı.
Teşekkürler Ahmet!.
Yüreğine sağlık..

***


SERGEN'LE OLMAZZZZZ!..
Salı sabahı çıkan yazımın başlığıydı bu ve o akşam Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi'nde Avrupa'da kalmak için kader maçına çıkıyordu. Sporting Lizbon'u kendi sahasında yenmeliydi ki, 3'üncü olup Avrupa Ligi'nde devam edebilsin.
Yenmek ne kelime.. 4 yediler.. Yani, bundan böyle mucize yaratamazlarsa, Avrupa'ya "elveda" dediler..
Salı sabahı çıkan yazıma bir daha baktım.. Aslında 3 yedikleri Başakşehir değil, 4 yedikleri Sporting maçını yazmışım..

*

Takımı kişisel sempati, antipatilerinle yapıyor, sevmediklerini mecbur kalmadan oynatmıyorsun.. Bu bir. Önünde oynanan oyunu okuyamıyor, yanlış hamleler yapıyorsun, iki..
40'ına yaklaşmış adamları tutar ve sahiplenirken, gençleri, hele Şenol'un keşfedip takıma yerleştirdiği gençleri sevmiyorsun..
Örnek Güven.. Elinde harika bir genç bek var. Güven'le çok iyi ikili akınlar yapan Rıdvan.. Rıdvan çıktığı zaman, onun boşalttığı sağ geriyi Güven kolluyor. (Ki sen İstanbul'da zorla oynattığın Güven'i Avrupa listesine koymadın bile.)
Sergen kardeş.. Teknik direktörlüğün ilk şartı "okumayı bilmek"tir..
Çünkü, okuyamazsan, okuyan ödetir!.
İşte Emre ödetti!.

*

Bu defa da 38 yaşındaki gencecik hoca Ruben Amorim ödetti Hocam, "maç okumayı bilmeyen" sana..
Senin için "Kumarbaz" derler Hocam. Yalan.. Sen kumar oynamayı bile bilmiyorsun. Sahadaki takımın, rakibinden çok daha fazla gol pozisyonuna girdiği halde, bir türlü atamıyor, neler neler kaçırıyordu. Maç okuma yeteneğin olsa "Olmuyor işte, olmuyor" derdin bizim Caner gibi ve bir zar atardın.. Hatırlarım, böyle bir maçta, Galatasaray bir türlü gol atamayınca, Coşkun Hoca (Özarı) o zarı atmış ve Metin Oktay'ı çıkarmıştı. Türk futbol tarihinin en büyük golcüsünü, gol atamadığı maçta kenara almıştı.. Ve kumarı tuttu. Galatasaray o maçı kazandı.
UEFA sitesinde maçı dakika dakika yazan uzman, "Batshuayi eline geçen sayısız fırsatın bir bölümünü değerlendirse, ofsayta düşme rekorları kırmasa, sonuç çok farklı olabilirdi" dedi. UEFA yazarı maçı okuyordu ama, o sabah yazdım ya, senin "maç okuma, yazman" yoktu ki.
"Bu takımla olmuyor. Bir kumar oynamam gerek" bile diyemedin.. Yenilgiyi kabullenip çöktün, oturdun.
Oysa, al sana "kumar!."
Takımı ve akınları öldüren Batshuayi'yi çıkar. Larin'i ortaya çek. Onun yerine kanada, genç, süratli, hızla çıkan, çıkarken adam eksilten, gerekirse şut atıp, gerekirse harika pas veren Rıdvan'ı koy..
Tutarsa.. Maçı döndürürsün.
Tutmazsa.. Maçı zaten veriyorsun, bir şey fark etmez. Kumar dediğim o..
Aslında kumar değil. Rakibi iyi analiz etmiş bir hoca olsaydın, maça zaten Rıdvan'la başlardın, N'Sakala ile değil.. Ama sen gençleri sevmiyorsun Hocam..
Sadece okuman, yazman değil, gençlere güvenin de yok!.

***


DALGA GEÇİYOR!..
Kim mi dalga geçen?
Fatih Terim..
Kiminle mi dalga geçiyor?.
Tüm Galatasaray camiasıyla..
Konya maçından sonra yüzü kızarıp susacağına hâlâ konuşuyor. Herkesi kör, âlemi sersem sanarak..
Oyuncularla konuşmuş ve "İsabetli şut atamıyoruz" demiş..
Yahu Hocam.. Sen her şeyin en iyisini bildiğin için, bakmaya gerek görmüyorsun ama, 1-0 ileri geçer geçmez takımı geriye çektiğin, hasbelkader rakip sahanın ortasında topla buluşan genç Halil'e bile o topu Muslera'ya geri pas diye vurdurduğun Konya maçının ikinci yarısından, al sana iki istatistik rakamı.. İyi bak!.
"Galatasaray
İsabetli şut: 0
İsabetsiz şut: 0"
(0'lar harf değil, rakam)

***


TEBESSÜM
Soyguncu, gece yarısı, iyi giyimli adamın yolunu kesmiş. Tabancasını göğsüne dayamış.. "Ya paranı" demiş.. "Ya canını.."
"Bunu bana yapamazsın" demiş adam.. "Ben ABD Kongresi üyesiyim.."
"O zaman" diye gülümsemiş soyguncu.. "Ya paraMI, ya canını!.."

***

SEVDİĞİM LAFLAR
Neşe, insana kendiliğinden gelmez. Onu seçmemiz ve her gün seçmeye devam etmemiz gerek. Henri Nouwen

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar