Ahlak her dönemde olduğu gibi günümüzde de yeniden sorgulanmaya başladı.
Din kökenli ahlak ile seküler ahlak karşılaştırıldı. Sanki birbirinin alternatifiymiş gibi ya da biri yanlışsa diğeri doğruymuş gibi.
Bazıları din kökenli ahlakın iflas ettiğini dolayısıyla seküler ahlakın doğru olduğunu ileri sürmeye başladılar.
Sorular yanlış sorulduğu zaman verilen cevaplarda yanlış olur.
Ahlak, bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları olarak tarif edilmektedir.
Dinsel ahlak mı yoksa seküler ahlak mı sorusu yerine “ahlaksızlık bizim doğamızda mı var fırsat bulduğunda ortaya çıkıyor, yoksa ahlak konusunda nötr bir yapıya sahibiz ama ortam bizi ahlaksızlığa mı sürüklüyor” sorusunu sorabiliriz.
Özal döneminde ahlaksızlığın ya da toplumsal dejenerasyonun arttığı gündeme gelmiş konu çok tartışılmıştı.
O dönemlerde konuya açıklık getirmek üzere bir fıkra anlatılırdı.
Adamın bir papağanı var. Erkek papağan, dindar, gözlüklü ve sürekli kitap okuyor.
Komşusunun da bir dişi papağanı varmış. Komşu tatile gidecekmiş. “Benim papağanı tatil süresince sana emanet edeyim. Hem bakmış olursun, hem de senin papağana yoldaş olur” demiş.
Adam kabul etmiş komşu papağanı alıp getirmiş, diğer papağanın geniş kafesine koymuşlar.
Erkek papağan bir anda kitabı fırlatıp atmış, gözlüğü çıkarıp atmış sonra, “Çok şükür yarabbi, bunca ettiğim dualar sonunda kabul oldu” deyip dişi papağana çullanmış”
Buradan hareketle aslında kötülüğün içimizde var olduğunu ama bir fırsat çıktığında, bir makam verildiğinde, servete, şöhrete kavuşulduğunda kötülüğün açığa çıktığı söylenir.
Bir anlayışa göre ise ahlak konusunda nötr yapıya sahibiz içinde bulunduğumuz sosyal, kültürel, fiziksel çevre bizi iyi veya kötü yapar. Onun için “Umumhanede bakire kalınmaz” diye bir söz var. Yani çevreden bağımsız rafine biri olamayız.
İnsanın sosyal ve fiziksel çevreden etkilendiği doğrudur. İbn-i Haldun “Coğrafya kaderdir” der. Ali Şeriati “İnsanın Dört Zindanı” isimli eserinde doğanın, tarihin ve sosyolojinin etkisiyle insanın hapsedildiğini söyler. Edip Cansever “Mendilimde Kan Sesleri” isimli şiirinde “ İnsan yaşadığı yere benzer” der.
Herkesin yaptığını yapmak bizde bir meşruiyet duygusu yandırır. “Uydum kalabalığa” deriz. Sonra “herkes yapıyor ben de yapıyorum” deriz.
Hâkim soruyor:
-Niye çaldın?
-Kim çalışıp ta üretiyor hâkim bey herkes çalıyor. Herkesin eli birbirinin cebinde.
-Ama ceza kanunları ve kutsal metinler çalma, diyor.
-Kimsenin o kurallara uymadığı yerde ben uyarsam zarar görürüm. Herkes uymuyor ben de uymuyorum.
-Peki, herkes cehenneme gitse sende mi gideceksin?
-Gideriz ne olacak ki hâkim bey “El ile gelen düğün bayram”
Peki bu yazının sonucunda ahlaksızlık nereden doğuyor diye sorarsanız, ahlakın bozulması da tıpkı kanser gibi bir çok faktörün devreye girmesiyle oluyor. Genetik eğilimler, sosyal, kültürel ve fiziksel çevre. Herkes kendini hariç tutarak, ahlak üzerinde akıl yürütüyor ama sonuçta toplumsal olarak bir çözüm üretilemiyor. Çünkü herkes aynı zamanda yakındığı konunun unsuru olarak yaşıyor.
Kadim kültürlerden beri söylendiği üzere, çok teorik kalsa da, ahlakın düzelmesi için önce herkes kendinden başlayacak. Herkes evinin önünü süpürecek, sokak temiz olacak. Herkes bir mum yakacak, ortalık aydınlanacak.
Yorum Yazın