Yıl 1894, Fransız Silahlı Kuvvetlerinde görevli Yüzbaşı Alfred Dreyfus Alman casusluğu iddiasıyla yargılanır. Yargılanma gerekçesi Alman askeri ataşeliğinde ona ait olduğu sanılan yanmış mektupların bulunmasıdır.
Yargılama üç ay içinde tamamlanır Dreyfus ömür boyu hapse mahkûm edilir. Cezasını çekmek üzere Guyana’daki Şeytan adasına gönderilir.
Yıl 1889, yani dört yıl sonra Fransız yazar Emile Zola (1840-1902) Cumhurbaşkanına hitaben “Suçluyorum” başlıklı açık bir mektup yazar. Mektupta Dreyfus’un adil yargılanmadığını, kendisine savunma hakkı verilmediğini bildirir ve ‘adaletin olmadığı yer vatan değildir.’” der.
Kesinleşmiş mahkeme kararını eleştirdiği için mahkeme, Emile Zola’ya bir yıl hapis cezası verir. Bunun üzerine Avrupa kamuoyu mahkemelerin hukuksuz kararlar verdiği düşüncesiyle ayaklanır. Kamuoyunun baskısı üzerine mahkeme Dreyfus kararıyla ilgili olarak yargılamanın yenilenmesine karar verir.
1898 yılında yapılan yeniden yargılama sonunda Dreyfus’a verilen ömür boyu ceza kaldırılır, yerine on yıl hapis cezası verilir. Dreyfus’la ilgili dosyanın tamamen düzmece olduğu ortaya çıkar. Düzmece dosyayı hazırlayan albay durumu deşifre edildiği için intihar eder.
Mahkemenin hukuksuz karar verdiği savıyla bazı milletvekillerinin itirazı üzerine 1904 yılında üçüncü kez yeniden yargılama olur. Dava sonunda Dreyfus beraat eder, tabur komutanlığına getirilir ve özel askeri nişanla ödüllendirilir.
İlk kararın verilmesinden 100 yıl sonra yani 1998 de Fransız Cumhurbaşkanı Jacgues Chirac televizyona çıkar. “Dreyfüs davası Fransız adalet tarihinde kara bir lekedir. Fransa halkı adına Alfred Dreyfüs ve Emile zola’dan özür diliyorum,” der.
**
Yüzyıl geçse bile hakikat ortaya çıkıyor. Sezai Karakoç’ da bu gerçeği şu sözlerle dile getirir. “Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. /Halbuki, biz sussak, tarih susmayacak./Tarih sussa, hakikat susmayacak.”
Tarihin yargılaması, gerçeğin ortaya çıkması, vicdanımızı teselli etse de adalet duygumuzu tatmin etmez. Çünkü adalet gecikince adalet olmaktan çıkar. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun dediği gibi, “Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir. /Temele taş bulmak gecikebilir./Devlete baş bulmak gecikebilir./Adalet gecikmez tez verilmeli.”
Mithat Cemal Kuntay (1885-1956) “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır” der. Bizler bir yeri kan dökerek almışsak orayı vatan kabul ediyoruz. Oysa bir toprağı kan dökerek almak oranın bir çeşit maddi tapusunu almak gibidir. Ancak orada manevi tapu olan adaleti inşa etmeniz gerekir. Yoksa Emile Zola’nın işaret ettiği gibi adaletin olmadığı yer vatan olarak düşünülemez.
Yorum Yazın