Öyle bir haftanın içerisinden geçiyoruz ki, her bir anı anlayıp, idrak edip, hem kendi nefsimizi hem de toplum olarak son günlerin moda tabiriyle, toplumsal hafızamızı tazeleyip muhasebe yapmak zamanı!
Tam 100 yıl öncesinin bugünlerini bir düşünün...
Elde yok avuçta yok, var olma yok olma mücadelesi veriliyor!
Vakti zamanında, bir paşamızın odasında siyah beyaz fotoğraf görmüş de dehşete düşmüştüm!
Siperde askerler, onların arkasında da ayaklarından zincirlenmiş askerler...!
Siperdedirler, karşı siperdeki askerleri nişan almış arkadan ayaklarından zincirlenmiş askerler ise cephedeki askerleri siper almışlar !
Nasıl bir halde göründüysem paşamızın sesiyle irkildim, " Neden şaşırdınız Ahmet Bey, o siperdekiler neredeyse, 10 yıldır cephedeler...!
Doğru ya, Yemen, Trablusgarp , Sarıkamış...
Elde avuçta kalanlar...
Ne hazin ki, belki de on yıl omuz omuza savaşanlar şimdi arkadaşları cepheden kaçmasınlar diye, ayaklarından zincirlere vurulmuş arkadaşlarına namluyu çevirmişler!
Her iki yandakilerin ortak derdi, "kaçmasınlar"...!
Evet, bende tıpkı sizler gibi şaşırmış olsam ki Paşa, " Onlar, on yıldır evlerinden barklarından uzaktalar ve hiçbir zaman da evlerine bu kadar yakın olacaklarını hayal edememişlerdi!
Doğru ya, biz iki gün evimizden uzak kalsak yerimizde duramayız.
Kendisinden 851 yıl önce bir başka Ağustos ayının 26' sında dedeleri şimdi savunmak zorunda oldukları vatan topraklarını onlara kazandırmışlardı!
Hem de kendilerinden neredeyse üç kat fazla düşman askerlerine karşı!
Onlar, 1071' de kapıyı açmışlardı Bizden yüz yıl öncekiler de evlerini talan etmeye gelenlere karşı, "Gitmeyeceğiz" diyerek kıyama kalkmışlardı!
Aman Yarabbi!
Her ikisinin de yani 1071 ve 1922'dekilerin de dünyanın hiç bir ordusunda olmayan güçlü bir silahları vardı : "İnanmış insan"!
O nedenle, dünyanın en modern silahları onların silahları karşında aciz kaldı!
1071'de Sultan Alparslan Bizans kumandanı 4. Romen Diyojen 'i, 1922'de de Gazi Mustafa Kemal Paşa Trikopis'i esir alır!
İşte o zaman, asalet ortaya çıkar.
Hem Sultan Alparslan hem de Gazi Mustafa Kemal Paşa, sanki düşman komutanını esir almamışlar da bir misafir ağırlar gibi ağırlamışlar!
Bundan tamı tamına 100 yıl öncesinde 30 Ağustos 1922'de var olma yok olma savaşı verenlerin hemen hemen hepsi yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bağlamış olduğu maaşı kabul etmemişler, ya bir hayır kurumuna ya da kendilerinden sonra bayrağı teslim alacak olan Mehmetçiklere bağışlamışlar!
İşte burada duralım: Çanakkale Zaferi'nin abide ismi Seyit Onbaşı savaş sonrası Balıkesir Havran Manastır Köyü'ne döner, dağlarda kömür yaparak geçinir!
Yıllar sonra Atatürk Balıkesir'e gittiğinde, karşısına çıkacak elbisesi olmadığı için ödünç elbiseyle Atatürk'ün karşısına çıkar !
Milli Mücadele' de eşini ve düşman tasallutuna uğramış kadınlardan, "İntikam Taburu" adıyla bir tabur kuran, Türk Ordusu' nun ilk kadın subayı Fatma Seher, namı diğer Kara Fatma, "Ben bu fakir milletin parasını alamam " diyerek, bağlanan maaşı reddetmiş, lakin kalan ömrünü İstanbul Karaköy'de Rus Manastırı 'na sığınmak zorunda kalarak..!
Sadece iki misal...
Ya 100 yıl sorası, yani bugün?
Medyanın sosyaline sosyal olmayanına bakın yeter ...!"
Yorum Yazın