MHP Genel Başkan Başdanışmanı-TBMM 25-26. Dönem MHP Osmaniye MV. AHBV Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ruhi Ersoy ile “Türk Milliyetçiliğinde Ziya Gökalp’in Düşünce Yapısının Etkileri” üzerine yapılan bir röportaj gerçekleşti.
1. 19. yy da Fransa merkezli ortaya çıkmış sırasıyla Batı Avrupa’da ve Balkanlarda zuhur etmiş olan milliyetçilik bir kavram olmaktan çıkıp bir sistem olmaya başlamışken Osmanlı İmparatorluğu açısından siyasi durumu ve Ziya Gökalp’in o dönem bu konu üzerine çalışmalarını ve tutumunu nasıl değerlendirmektesiniz?
Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkışını ele alırken ilk önce milliyetçiliğin her yerde aynı şekilde zuhur etmediğini görmek gerekir. Milliyetçilikle ilgili yapılan çalışmalarda hep Batı’daki milliyetçiliğin gelişim süreci dikkate alınarak genel, evrensel bir milliyetçilik yorumunun yapıldığına şahit oluyoruz. Oysaki her ülkede farklı bir milliyetçilik serüveni ve anlayışı söz konusudur. Bir indirgemecilik ile bütün milliyetçilikleri aynı kategoride değerlendirmemiz mümkün değildir. Türk milliyetçiliği de bu manada kendine has bir milliyetçiliktir. Ziya Gökalp’in ortaya koyduğu milliyetçiliği de bu bağlamda düşünmek durumundayız. Milliyetçilik siyasi bir ideolojiden öte Ziya Gökalp’te sosyal bir gerçekliğe işaret eder.
Gökalp bir imparatorluğun yıkılışına şahit olmuş ve bunun sancısını iliklerine kadar yaşamış bir düşünürdür. Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık düşüncelerinin devleti kurtarmak için çaba sarf ettiğini ancak balkan harbiyle, Osmanlıcılığın, Birinci Dünya savaşıyla İslamcılığın Devleti kurtarmaya çare olamayacağının görülmesi üzerine 1911’den itibaren Genç Kalemler ve 1912’den sonra Türk Yurdu, Yeni Mecmua gibi dergilerde kaleme aldığı manzumeler ve makalelerle birlikte milliyetçiliğin, Türkçülüğün devleti ayakta tutabilecek tek düşünce olduğuna işaret etmiş ve bunu savunmuştur. Gökalp milliyet olgusunu bir silaha benzetir. Bu silahı artık Türkler ve Müslümanlar kendi lehlerine kullanmaları gerekir. Ona göre milliyet fikri, mahkûm bir kavmin mahkûmiyetten kurtulması için kullanılan bir silahtır. Gökalp bu çerçevede devletleri kavmi, sultani ve milli olarak üçe ayırarak hem tarihi süreci açıklamaya çalışır, hem de milliyetçilik çağının getirdiği yeniliğe yani milli devlete kapı açar. İmparatorlukların çözülmesiyle ortaya çıkacak olan yeni devlet çağımızda milli devletlerdir.
2. Ziya Gökalp’in benim kendi kanaatimce diğer milliyetçiliklerle (Alman, İngiliz, Fransız, İtalyan) kıyas edildiğinde daha birleştirici bir tutum takındığını ortak bir kültüre, terbiyeye dayanan bir Türk milliyetçiliği tanımladığını geliştirdiğini düşünmekteyim. Gökalp’in böyle bir yol izlemesinde yeni kurulacak olan sistemin kırılgan oluşu mu yatmaktadır yoksa farklı sebepler mi vardır? Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ziya Gökalp’in Türk Yurdunda çıkan ve daha sonra kitap haline getirdiği “Türkleşmek, İslamlaşmak Muasırlaşmak” adlı eserinde milliyetçilikle ilgili ortaya koyduğu içtimaî mefkûresi, “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, garp medeniyetindenim” cümlesiyle özetlenebilir. Gökalp’in gayesi muasır bir İslâm Türklüğü ibda etmektir. O milli kimlik kavramının günümüzde oldukça tartışıldığı bir zaman diliminde yüz yıl önceden bu tartışmaların reçetesini bu üçlü terkiple açıklamıştır.
Gökalp’in bu fikri terkibinin arkasında onun “hars” (kültür) ile “medeniyet” kavramlarına atfettiği farklı anlamlar yatmaktadır. Buna göre, medeniyet Avrupa’dan alınabilir, çünkü insanlığın ortak malıdır. Hars ise millîdir. Ziya Gökalp’ion milliyetçilik anlayışı şoven veya mutaassıp değildir. Gökalp’ın kültürel temeller üzerine oturttuğu millet ve milliyetçilik anlayışı kapsayıcı ve gelişmeci bir muhtevaya sahiptir. Gökalp’in vefatından önce çıkardığı “Türkçülüğün Esasları” eserinde Millet tanımında da bu vardır. O milleti, “dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan bir topluluk” kabul olarak ifade eder. Çünkü Gökalp’e göre insani şahsiyetimiz, bedenimizde değil, ruhumuzdadır. Maddi meziyetlerimiz ırkımızdan geliyorsa, manevi meziyetlerimiz de terbiyesini aldığımız cemiyetten gelir. Gökalp bunu Büyük İskender’den bir örnekle açıklar ve şöyle der : Büyük İskender diyordu ki “Benim hakiki babam Filip değil, Aristo’dur. Çünkü birincisi maddiyatımın, ikincisi maneviyatımın tekevvününe sebep olmuştur.” Gökalp’e göre bu itibarla milliyette şecere aranmaz. Yalnız, terbiyenin, mefkûrenin millî olması aranır. Normal bir insan hangi milletin terbiyesini almışsa, ancak onun mefkûresine çalışabilir. Burada Ziya Gökalp içinde pek çok din ve milliyeti barındıran bir imparatorluğun düşünürü olması hasebiyle milliyetçilik kavramını da kavim, coğrafya ve kültürün tamamını içine alan sosyolojik bir tanımlaya gitmiştir.
Ziya Gökalp’in milliyetçiliği kültürel olduğu gibi aynı zamanda halkçılığa ve toplumculuğa dayanır. Türk milletinin atlattığı badirenin toplum içinde dayanışmayı ve işbirliğini zorunlu kıldığına inanmıştır. Bu nedenle halka gitmek, toplumsal tesanüt gibi kavramları sık sık kullanır. Türk milliyetçilerinin temel vazifesi, millî kültürü öğrenmek ve korumak ve Türklük mefkûresin yükseltmektir. Bu da ancak lisanda, iktisatta, siyasette, sanatta Türkçülük yaparak mümkündür.
3. Modernizmin artık sonuna geldiği ve ulus devletin varlığının sürekli olarak tartışıldığı günümüz dünyasında, gerek mecliste yaptığınız çoğu konuşmada Ziya Gökalp’in görüşlerini, sözlerini paylaşan sizler gerekse kendi siyasi yaşamınızda ve akademik çalışmalarınızda hem Türk milliyetçiliğinin hem de Ziya Gökalp’in görüşlerinin küreselleşmenin güncel bir parçası olduğunu düşündüğünüz aşikâr. Sizin postmodernizmin bu tezine karşı cevabınız ne olurdu?
Ziya Gökalp imparatorlukların yok olduğu ve ulus devletlerin yükselişe geçtiği bir dönemde yaşamıştır. Onun kendi dönemindeki pek çok düşünür gibi tek gayesi devletin ayakta kalmasıdır. Onun için öncelikli olan Türk Cihan hâkimiyetinin zirvesi sayabileceğimiz mevcut Osmanlı Devletini bir arada tutmaktır. Bunun için ilk döneminde Osmanlı Devletinin parçalanmasını önlemek adına düşüncelerini serdetmiş, yukarıda da söylediğimiz Balkan Harpleri, Birinci Dünya Savaşı gibi felaketle sonuçlanan harplerden sonra bunun başarılamayacağını görmüş ve içinde kendisinin de başat rol üstlendiği, milliyetçilik fikriyatıyla kurulan ve bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyetinin yükselmesi için çalışmıştır. Aslında değişen bir şey yoktur, bugünün küresel aktörleri O günün düveli muazzamlarıdır. O gün de büyük sanayi ile kurulmuş emperyal güçlere karşı girişilen bir milli mücadele söz konusudur. Sadece isimleri değişmiş, yöntemleri değişmiş ancak emelleri aynıdır. Ulus devletlerin yok olacağı senaryosu aslında o günkü senaryolardan farklı değildir. O gün de kadim milletlerin tarihten silineceği söylenmiş ancak o milletler imparatorluklarda olmasa da ulus devletler daha da güçlenerek tarihi yolculuklarına devam etmişlerdir. Önemli olan siyasi tarih arenasında güçlü ve muktedir bir millet olarak hayatını sürdürmektir.
Tansu YARDIMCI
Milliyetçilik Çalışmaları Staj Programı
Yorum Yazın