MHP Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Bahadır Bumin Özarslan, yeni ve sivil bir anayasa yapılması ilerleyen duruma ilişkin partisinin duyarlıklarını konuştu. Özarslan, üniter devletten ve Cumhuriyet’in kuruluş değerlerinden taviz vermeyen, Türk tipi Başkanlık Sistemi’nin doğasıyla ve milletin ruh köküyle uyumlu bir anayasa yapılmasının ihtiyaç olduğunu ifade etti.
Özellikle 15 Temmuz sonrası süreçte zirveye çıkan anayasa tartışmalarına ilişkin MHP’nin somut öneriler ortaya koyduğunu söyleyen MHP Genel Sekreter Yardımcısı ve Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Bahadır Bumin Özarslan, MHP’nin basit matematiksel hesaplar yapmak yerine bir tutum belirleme ve duruş sergileme gösterdiğini vurgulayarak amaçlarının milli iradenin kabul ettiği bu sistemi daha da kökleştirmek olduğunu ifade etti.
MHP, BASİT MATEMATİK HESABI YAPMAZ
Türkgün gazetesi muhabiri Bahadır Çoban’a konuşan MHP Genel Sekreter Yardımcısı ve Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Bahadır Bumin Özarslan, MHP’nin basit matematiksel hesaplar yapmak yerine bir tutum belirleme ve duruş sergileme gösterdiğini vurgulayarak amaçlarının milli iradenin kabul ettiği bu sistemi daha da kökleştirmek olduğunu ifade etti.
Sivil bir anayasa yapımı Türkiye’de uzun süreden beri konuşulan konulardan birisi. Yeni ve sivil bir anayasa yapılmasını zaruri kılan sebepler nelerdir?
Türkiye’deki anayasacılık geleneğine baktığımız zaman, yazılı bir anayasa geleneği bakımından 1876’dan itibaren sürekli gündemimizde olan bir konudur anayasa yapımı. Gerek Osmanlı’nın son dönemi bakımından gerekse Milli Mücadele’nin başladığı dönemden itibaren ve 1921 Anayasası ile birlikte tartışılan bir konu. Bu, Türkiye’de son tahlilde bir türlü çözüme kavuşturulabilmiş bir konu değil. Her dönem muhakkak gündeme az veya çok gelen bir konu.
Bir kere bunu biliyoruz, bu da zaman zaman toplumsal ihtiyaçlardan kaynaklanan ama özellikle bizim son iki anayasamızın, 1961 ve 1982 Anayasası’nın darbe sonrası ortaya çıkması ve ilerleyen süreçte de pek çok değişikliğe uğraması burada temel etkenlerden biri. Fakat son dönemdeki sistem değişikliği, temelde 15 Temmuz’daki hain darbe girişimi ile alakalıdır.
HIZLI KARARLAR ALINABİLİYOR
Sistem işlevsellik kazandıktan sonra devletin iç işleyişinde ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dış politikada aldığı önemli kararlarda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin doğasına uygun olarak yürütmenin hızlı karar alma ve uygulama çerçevesinde başarılı olduğunu görebiliyoruz.
Zira 15 Temmuz’da devletin yeniden yapılanmasına giden bir süreç mecburiyeti ortaya çıkmıştır. Neden? 15 Temmuz bir darbe girişimidir. Hukuka aykırı bir eylemdir fakat bizim daha önce alışık olduğumuz darbe girişimlerinden farklı olarak ilk defa Türkiye aynı anda eş zamanlı olarak hem bir darbe girişimi ile hem de bir iç savaş ve işgal girişimi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu girişim çok şükür ki savuşturulmuştur, ancak sonrasına bakıldığı zaman büyük bir devlet krizinin ortaya çıktığını görüyoruz.
Bu devlet krizi de devletin yeniden yapılanmasını gerektirmiştir. 15 Temmuz’un ortaya çıkan bir başka sonucu da bu devlet krizinin atlatılması ve devletin yeniden yapılanması sürecidir. 15 Temmuz’dan sonra devlet işleyişinde kamu görevlilerinin de içine düştüğü psikolojik bir ortam da var. Devletin işleyişinde bir yavaşlama ortaya çıktı. Kamu görevlilerinin rutin yaptıkları işlerde bile bir tereddüt hasıl oldu. Dolayısıyla devletin bir yandan yeniden yapılanması, bir yandan da yeniden eski hızına kavuşması, hatta ondan daha hızlı karar mekanizmalarının devreye girmesi mecburiyeti doğdu. Diğer taraftan Parlamenter Sistem’in yarattığı çok başlılık gibi bir sorun da vardı. Ne demek bu? Her şeyden önce kuvvetler arasında yasama, yürütme ve yargı arasında zaman zaman birbirlerinin yetki alanına müdahale etmek şeklinde, ki bunlar da genellikle fiilen gerçekleşen müdahaleler şeklinde ortaya çıkıyordu. Bir başka husus bürokrasinin kendi içerisinde, kurumlar arasında benzer konularla ilgili çok başlılığı söz konusuydu.
Ve en önemlisi de özellikle cumhurbaşkanının Parlamenter Sistem içindeki sahip olduğu görünür ve görünmez yetkiler bakımından zaman zaman hükümetle yani daha doğru bir tabir ile başbakanla yaşadığı veya yaşayabileceği potansiyel birtakım çekişmeler çok başlılık sorunları yaratıyordu. Dolayısıyla bütün bunları toparladığımız zaman bir taraftan 15 Temmuz gecesi iyice açığa çıkmış devlet krizini çözmek, arkasından devleti yeniden yapılandırmak ve bu yeniden yapılandırmayı hayata geçirirken de hem çok başlılığı ortadan kaldırmak hem de devletin işleyişini daha hızlı, verimli bir hâle getirmek şeklinde özetleyebileceğimiz bir anayasa ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
“SİSTEMİ KÖKLEŞTİRMEK GEREKİYOR”
16 Nisan 2017’de sistem değişikliği halk oyuna sunulmuş, akabinde 24 Haziran 2018 seçimlerinden sonra yeni sistem devreye girmişti. Yeni anayasa, yeni sistemi kurumsallaştıracak bir değişikliği mi içeriyor?
Elbette, çünkü yeni sistem dediğiniz gibi 24 Haziran 2018 genel seçimlerinden sonra tam olarak 9 Temmuz 2018’de yürürlüğe girdi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla yürürlüğe giren sistemin bugüne kadarki işleyişinde anayasanın yenilenmesi ihtiyacı, bu süreçte ortaya çıkan gözlemlerle de pekişmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmiştir ancak Anayasa’mızda ilgili maddeler değiştirilmek suretiyle bu yapılmıştır. Ortaya yeni bir metin çıkmamıştır. Bu da Parlamenter Sistem geleneği ile hazırlanmış bir metin ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin birlikte yer aldığı bir metin şeklinde bir kompozisyon ortaya çıkarmıştır. Şunu da ifade etmek gerekir ki, sistem işlevsellik kazandıktan sonra gerek devletin iç işleyişinde gerekse ve özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dış politikada aldığı önemli kararlarda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin doğasına uygun olarak yürütmenin yani cumhurbaşkanının hızlı karar alma ve bu kararları uygulama yetkisi çerçevesinde oldukça başarılı olduğunu görebiliyoruz.
KURUCU DEĞERLER TARTIŞILAMAZ
Genel Başkanımızın milletin ruh kökü ile alakalı yaptığı niteleme Anayasa’mızın başlangıç ve ilk üç maddesinde ifade edilen hususlardır. Anayasa’mızın ilk üç maddesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerinin ifade edildiği ve bu değerler üzerinde herhangi bir tartışmanın olmayacağına dairdir.
Mesela sınır ötesi operasyonları yapmak bakımından çok önemli bir mesafe alındığı, öbür taraftan içinden geçtiğimiz Kovid-19 küresel salgınında da yine hükümet sisteminin getirdiği hızlı karar alma ve bunları hızlıca hayata geçirme özelliğinin faydalarını görmüş olduk. Bununla birlikte Parlamenter Sistem’e ait bir metnin içinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne ilişkin düzenlemelerin olması da bazı sorunlar yarattı. İşte anayasa metninin baştan başa, Sayın Genel Başkanımızın ifadesiyle Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nin metninin baştan aşağıya bu mantığa göre hazırlanması daha uygun olacaktır. Birtakım çelişkileri ortadan kaldırmak ve en önemlisi kavram bütünlüğünü sağlamak bakımından. Burada mesele eskiye dönüş değil, milletin onay verdiği, milli iradenin kabul ettiği bu sistemi daha da kökleştirmek ve ayakları yere sağlam basan ve işleyiş bakımından daha verimli bir hâle getirmektir. Buradaki temel maksat budur. Zaten Genel Başkanımızın 4 Mayıs 2021 tarihli basın toplantısında altını çizdiği, gündeme getirdiği temel gaye budur.
“KUVVETLER AYRILIĞININ NETLEŞTİRİLMESİ ÖNEMLİ”
Sayın Bahçeli’nin yeni anayasaya dair açıklamalarında kuvvetler ayrılığını netleştirecek bazı ifadeler görüyoruz. Aslen bir Başkanlık Sistemi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde kuvvetler ayrılığının netleştirilmesi nasıl bir önem arz ediyor?
Kuvvetler ayrılığı meselesi, anayasa hukuku doktrininde, öğretide oldukça tartışılan bir konudur ve geçmişten günümüze kadar yönetim sistemleri bakımından çok ciddi tartışmalara konu olmuştur. Parlamenter Sistem’de de kuvvetler ayrılığı vardır. Ancak Başkanlık Sistemi’nde, ki bunun değişik modelleri de var, kuvvetler ayrılığının daha derin, daha kesin, daha net olduğunu görüyoruz. Yani Başkanlık Sistemi’nin kuvvetler ayrılığı Parlamenter Sistem’e göre daha ileri boyuttadır. Kuvvetler ayrılığının önemi nedir? Kuvvetler ayrılığında birinci husus, her kuvvetin bir başka tabirle yasama, yürütme ve yargı dediğimiz devletin üç temel organının ve bunların sahip olduğu yetkilerin her şeyden önce netleşmesi ve bu üç erkin birbirine müdahil olmaması şeklinde ortaya çıkar.
PARTİLER SEÇİMDE SINAVDAN GEÇECEK
Düzenlemeler Mecliste gerekli çoğunluğa ulaşamayabilir. Ama kamuoyuyla paylaşılınca bir tartışma ortaya çıkacaktır. TBMM’de bu konu kabul edilmezse bile 2023’te yapılacak genel seçimlerde gündeme gelecek ve bütün siyasi partiler takındıkları tutumları gereği milli iradenin sınavından geçecektir.
Dolayısıyla ortaya çıkacak Türk Tipi Başkanlık Sistemi’ne uygun bir anayasada da hem Başkanlık Sistemlerinin doğasına uygun olarak hem de bizim Türk devlet geleneğinden hareketle kuvvetler ayrılığının sağlanması önemlidir. Kuvvetler ayrılığının hatları belirgin olacak, öbür taraftan da her kuvvet sahip olduğu yetki bakımından bir netliğe kavuşacak ve birbirine müdahil olamayacağı gibi kendi sahip olduğu yetkileri tam anlamıyla kullanabilecektir.
“MİLLETİN RUH KÖKÜ İLE UYUMLU BİR ANAYASA”
Maddelerin içeriğiyle ilgili herhangi bir bilgi elimizde yok. Fakat Sayın Bahçeli’nin açıklamalarından yola çıkarsak milletin ruh köküyle uyumlu, milletin yaşayışıyla ve manevi değerleriyle uyumlu bir anayasadan bahsetti basın toplantısında. MHP’nin yeni anayasa sürecindeki temel hassasiyetleri nelerdir?
Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türk siyasal hayatına adım attığı günden itibaren bu konuda yerleşik bir tutumu vardır. Genel Başkanımızın milletin ruh kökü ile alakalı yaptığı niteleme tam anlamıyla Anayasa’mızın başlangıç ve ilk üç maddesinde ifade edilen hususlardır. Özellikle Anayasa’mızın ilk üç maddesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu değerlerinin ifade edildiği ve bu değerler üzerinde herhangi bir tartışmanın, herhangi bir değişikliğin olmayacağına dairdir.
Dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisi’nin başlıca hassasiyeti elbette ki üniter Türk ulus devletinin kurucu değerlerinin korunmasıdır. Nitekim Genel Başkanımızın basın toplantısında yaptığı açıklama bunu bize bir kere daha net bir şekilde göstermiştir. Öbür taraftan milletin ruh kökü dendiğinde yine şunu da dikkatinize sunmak isterim. Türklerde devlet geleneği, kayıtlı olması bakımından birkaç bin yıl geriye uzanmaktadır. En az 2500 yıllık bir gelenekten bahsediyoruz. Bir topluluk eğer bir devlet geleneğine sahipse, devlet de hukuk kurallarıyla işliyorsa o zaman o milletin aynı zamanda hukuka uygunluk, hukuka riayet veya bugünkü kavramlarla bir hukuk devleti geleneği vardır. Türklerde tarih boyunca, en eski çağlardan itibaren ortaya çıkmış olan, Türk töresi dediğimiz bir hukuk kaynağımız vardır. Devlet ve toplum ilişkilerinin düzenlenmesi bakımından bugünkü Anayasa’mıza eş değerdir. Türklerin kurdukları bütün devletlerde, bütün coğrafyalarda bu hukuka bağlılık anlayışı her zaman hüküm sürmüştür. Mesela birtakım tarihi ifadeler vardır. Töre konuşunca han susar. Bu aslında Türklerde hukuka bağlılığın ne kadar önemli olduğunu, ne kadar köklü ve derin olduğunu gösterir.
‘CUMHUR İTTİFAKI’NA KAPILARI KAPATAN MUHALEFETLE UZLAŞMA OLMAZSA?
Her şeyden önce burada muhalefet partilerinin kapılarını kapatmaları ve dolayısıyla Mecliste halk oylamasına sunmak üzere gereken 360 sayısının en azından şu aşamada matematik olarak sıkıntıda görülmesi bizim için birtakım işaretler veriyor. Ondan daha önemli bir husus var. Milliyetçi Hareket Partisi burada bu önerisini somut olarak hayata geçirerek aslında bir tutum belirleme ve duruş sergileme göstermiştir.
Yani burada Milliyetçi Hareket Partisi 1876’dan itibaren tartışmaların konusu olmuş, öbür taraftan son dönemde özellikle 15 Temmuz sonrası süreçte zirveye çıkmış bu tartışmalara dair net, somut önerisini ortaya koymuştur. Bu öneriyi ortaya koyarken de milletin ruh kökünden kaynaklı, Türk devlet geleneğinden kaynaklı ve hukuk devletine bağlılıktan kaynaklı, öbür taraftan da Cumhuriyet’in kurucu değerlerine bağlılıktan kaynaklı bir tutum sergilemiştir.
Çünkü burada bazı kötü niyetli, istismar etmeye yönelik çevrelerin anayasanın yenilenmesi süreciyle ilgili olarak “Yeni bir devlet inşa ediyoruz veya etmeliyiz” gibi söylemlerine de kapıyı kapatmıştır. Genel Başkanımız burada devletin kurucu değerlerinin, Cumhuriyet’in değerlerinin, gerçek sahibinin de Milliyetçi Hareket Partisi olduğuna işaret etmiş ve tartışmaların da önünü almıştır.
Yorum Yazın