MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, TBMM grup toplantısında önemli açıklamalarda bulundu.
Muhterem Arkadaşlarım,
Değerli Basın Mensupları,
Partimizin bu haftaki olağan Meclis Grup Toplantısı’na başlarken yüksek heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımızı, gönül ve kültür coğrafyalarımızda nice zorluğa direnerek varoluş mücadelesi veren değerli kardeşlerimizi bu vesileyle selamlıyor, hepsini kucaklıyorum.
Dünyayı biçimlendiren, beşeriyeti etkileyen fikir akımları arasında en güçlü olanı, en göze batanı kuşkusuz insana bakış açısıdır.
Çağımızın zorlu ve çetin problemleriyle başa çıkabilmek için öncelikle yapmamız gereken ya durduğumuz yeri gözden geçirmek ya da bakış açımızı temelden kopmadan değiştirmektir.
Aynı yoldan giderek farklı bir yere ulaşamayız.
Veya aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar alamayız.
İnsansız siyaset, siyasetsiz insan, kansız damar, kalpsiz beden gibidir.
Yani yok hükmündedir.
Bu nedenle insana bakış açımızı devamlı surette müspet ve mümbit ölçülerde geliştirmeli, kanayan her yaraya merhem, kararan her geceye ışık olmalıyız.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyasetinde insan merkezdir, millet medeniyettir, bunlarla mündemiç sorun ve şikâyetlerin çözümü de mecburidir.
İnsandan kopuk, milletten ayrık bir siyaset bizim hayat ve fikir anlayışımıza hem uzak hem de yabancıdır.
Tek tek insanlardan mürekkep bir millet varlığı ve bu varlığın bekası ve selameti tartışma kabul etmez gayemizdir.
İnsanın olduğu her meskûn mahalde, yaşadığı her zemin ve saha içinde ya bir sorun ya da bir talep vardır.
Bu da son derece doğal ve beklenen bir durumdur.
Mühim olan sorunlara ciddiyetle eğilmek, insan onurunu zedelemeden, insan haysiyetini incitmeden köklü çözümlerle buluşturabilmektir.
Bu sağlandığı ve yapıldığı müddetçe insan-siyaset ilişkileri her zaman karşılıklı gelişmeyi canlı tutan denge ve tutarlılık içinde ilerleyecektir.
Bundan mülhem bozguncuların tuzakları işe yaramayacak, müfterilerin ve müflis zihniyetlerin komploları tutmayacaktır.
Geçen hafta TBMM’de önemli bir teklif kanunlaştırılmıştır.
280 sıra sayılı Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 65 Maddelik Kanun Teklifi CHP’nin, İP’in, HDP’nin ve diğerlerinin sorumsuz itirazlarına ve karşı duruşlarına rağmen kabul edilmiştir.
Zillet ittifakı havanda su dövmüş, Cumhur İttifakı aziz milletiyle kenetlenmiştir.
Bu kanunla birlikte mağdur insanlarımızın sesine kulak verilmiş ve hamd olsun gereği kararlılıkla yapılmıştır.
Vergi alanında mükelleflerimizi kollayan ve gözeten bir anlayış öne çıkmıştır.
Basit usulde vergilendirilen insanlarımızın elde ettikleri ticari kazançlarının gelir vergisinden istisna edilmesi temin edilmiştir.
Sayıları 850 bine ulaşan vergi mükellefi kardeşimizin talepleri karşılanmış, 50 bin işletmeye vergi muafiyeti getirilmiştir.
Esnaflarımıza deyim yerindeyse can suyu verilmiş, müşfik bir el uzatılmıştır.
Ayrıca çiftçilerimize yapılan destek ödemelerinden alınan vergiler kaldırılmıştır.
Geçmişi kapsayacak şekilde verilen bir önergenin kabulüyle birlikte bugüne kadar alınan vergiler de çiftçilerimize iade edilecektir.
Bu kapsamda çiftçilerimiz 4 milyar liralık bir kaynakla inşallah nefes alacak ve rahatlayacaklardır.
Cumhur İttifakı çiftçi dostudur.
Cumhur İttifakı esnaf sevgisiyle doludur.
Bir başka düzenleme de sosyal medya alanında gerçekleşmiştir.
Nitekim sosyal medyada belirli limitler altında gelir elde edenlere ilişkin mükellefiyetler sadeleştirilirken, ihtilafları engelleyen, bununla birlikte vergilerini ödemelerini sağlayan düzenlemeler de kanunlaşmıştır.
Elektronik vergi dairelerinden elektronik deftere kadar pek çok önemli gelişme dikkate alınarak ülkemizin yeni teknolojilere uyumu konusunda adımlar atılmış; çalışan, üreten ve vergi ödeyen insanlarımızın lehine yenilikler getirilmiştir.
Türkiye’de adaletli, bütünlük ve sadelik içeren, dolaylı vergi yükünü hafifleten kapsamlı bir vergi reformuna ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
Adaletli bir vergi sistemi aynı zamanda demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerin ayrılmaz bir parçasıdır.
Bildiğiniz gibi, toplanan vergilerin yüzde 67’si dolaylı, yüzde 33’ü de dolaysız vergilerden teşekkül etmektedir.
İki vergi türü arasında açılan makası kapatmak lazımdır.
Vergi sisteminin verimliliği ve etkinliği toplanan vergi gelirlerinin milli gelire oranıyla ölçülmektedir.
Vergi yükü oranı azalsa bile kayıt dışılıktaki artış, hedeflenen vergi gelirlerine ulaşmayı zorlaştırmaktadır.
Dar gelirli vatandaşlarımızı, asgari ücretle geçinen milyonlarca kardeşimizi, üreten, geliştiren ve istihdama destek veren insanlarımızı boğmayacak, bunaltmayacak adil bir vergi sisteminin varlığı kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Parti Programı’mızda vurgulandığı üzere;
“Kamunun elde ettiği gelirlerin harcamaları karşılaması esastır.
Kamu gelirlerinin tahakkukunda; kamu harcamalarının sağlam kaynaklardan karşılanması, yatırım, üretim ve ticaretin teşvik edilmesi gibi ekonomik politikaların yanı sıra, sosyal adaletin sağlanması, bölgesel gelişmişlik farklarının en aza indirilmesi, istihdamın artırılması gibi sosyal politikalar göz önünde bulundurulmalıdır.
Kaynak dağılımında adalet ve etkinlik, hizmet üretiminde verimlilik sağlanmalıdır.”
Herkesin malî gücüne göre vergi ödediği adaletli bir vergi sisteminin tesisi esas olmalıdır.
Vergiye ilişkin düzenlemelerde, kamu finansmanıyla ilgili önceliklerin yanında verginin üretim ve istihdam üzerindeki etkileri ile sosyal yönü birlikte değerlendirilmelidir.
Vergi sistemi, ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel yapısını dikkate alan dinamik bir yapıya kavuşturulmalıdır.
Bu çerçevede yatırım yapan insanlarımıza, istihdam, üretim ve ihracat artışı sağlayan müteşebbislerimize yönelik vergi indirim ve kolaylıklarını içeren bir program uygulanmalıdır.
Gelir vergisinin kişiselliği ve mali güce göre vergilendirme ilkeleri dikkate alınarak üniter vergilemeye ağırlık verilmesi kanaatimizce en uygun yoldur.
Düşüncemiz odur ki, vergi kanunları; verginin konusu, matrahı ve vergi çeşitleri itibarıyla tümüyle gözden geçirilerek uygulamada basitlik ve etkinlik vasat bulmuş olacaktır.
Millet ne diyorsa onu yapacağız.
İnsanımız neyi istiyorsa onu sağlayacağız.
Çünkü biz Cumhur İttifakı’yız.
CHP istismar eder, İP inkar eder, HDP ise mayasına ve meşrebine uygun şekilde ihanet üstüne ihanet eder.
Ancak istismarcılara izin vermeyeceğiz.
İnkarcılara prim vermeyeceğiz.
İhanetin de belini kıracağız.
Bildiğiniz gibi tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz.
Fakat kızarmayan yüzü, yaşarmayan gözü olan utanmazlar için bu söz elbette geçerli değildir.
Onlar harman yerinde fare deliği sayacak kadar pervasızdır.
TBMM’de sosyal gelişmeyi, ekonomik adalet ve özgürlüğü, insanımızın refahını ve ferahını amaçlayan kanuni düzenlemelere dudak büken, sırt çeviren, sürekli kavga ve kriz çıkarmakla meşgul olan siyasi partiler milletimiz tarafından not edilmektedir.
Demokratik hükmün icra günü geldiğinde, yani sandık er meydanına çıktığında bunlar dünyanın kaç bucak olacağını Allah’ın izniyle görecekler, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olacaklardır.
Selamsız ve sevimsiz bir siyaset devşirmesi şahsıma yönelik; “Bahçeli krizlerin ortağıdır” demiş, halt etmiş, küçük aklının dibini sergilemiş.
Ortada bir kriz yoktur, velev ki olsa bile, bundan memnun olamayız, eğer gerekiyorsa Cumhur İttifakı’nın bir ortağı olarak hesap vermemiz gerekiyorsa da seve seve veririz.
Ön kapıda Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığına destek imzası verip, arka kapıyı dolanınca Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı için kulis yapan siyaset kalpazanları bizi anlayamaz, bizi tanımlayamaz, bizi kavrayamaz.
Biz krizlerin ortağı değiliz, insanımızın dert ortağıyız, Cumhur İttifakı’nın yılmaz ortağıyız, milletimizin can beraberiyiz.
Ama selamsız sabahsız siyaset düşüklerinin emin olunuz, hangi mahfillerin, hangi mihrakların, hangi milliyetsizlerin ortağı olduğunu da gayet iyi biliriz.
Siyasetteki adını, sanını, unvanlarını ve müktesebatını borçlu olduğu partisine ve liderine vefasızlık yapan biliniz ki her türlü kepazeliği yapar, her türlü satışı yapar, her türlü dönüşü yapar, bugüne kadar da yapmıştır.
Alnı lekeli, vicdanı rehinli bir şahsın sözleri değersiz olmakla birlikte ayaklarımızın altındadır.
Varsın konuşsun siyasi fukara, konuşmakla çene eskimez, dil esnemez.
Onun ve beş yaşından beri Ülkücü olduğunu ileri süren Serok Ahmet’in acilen akıl ve ruh kontrolünden geçmeleri, durum vahimse uzun bir süre yatılı olarak tutulmaları siyaset ve toplum huzuru adına tavsiyemdir, temennimdir.
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Bir süredir İstanbul’un bazı ilçelerinde kağıt toplayan kardeşlerimizle ilgili arzu etmediğimiz müessif hadiselerin yaşandığını, bunu da özellikle CHP Genel Başkanı’nın kaşıyıp siyaset malzemesi haline getirmeye çalıştığını görüyor ve takip ediyoruz.
Kılıçdaroğlu’nun en iyi bildiği şey bulanık suda balık avlama merakıdır.
Bu merak başına çok işler açsa da dediğim dedik çaldığım düdük havasında ısrar etmektedir.
Kılıçdaroğlu garibanın yanında olduğunu söylüyor.
Bu söze kendisi bile inanmıyor, hiç kimseye de inandırıcı gelmiyor.
Sokak aralarında kağıt toplayan kardeşlerimize sosyal güvenliğiniz olacak diyor, hiç kimsenin onlara müdahale edemeyeceğini, üstelik toplama işini rahatlıkla yapacaklarını iddia ediyor.
Çalışmanın iyisi kötüsü olmaz.
Zira rızkın iyisi kötüsü olamaz.
Ne var ki, asıl mesele kağıt toplayıcı kardeşlerimizi rahatlatmak değil, onları daha huzurlu, daha güvenli, daha insani şartlarda çalışabilmelerinin önünü açmaktır.
Bunun yolu da ilk etapta eğitimdir.
Kılıçdaroğlu abuk sabuk vicdan hatırlatması yapacağına, cahilce konuşup gafilce hareket edeceğine öncelikle kağıt toplayıcı kardeşlerimizin kaynağına inmeyi, bu işe neden ve nasıl başladıklarını incelemeyi denemelidir.
Halbuki biz bu meselenin derinliğini 2010 yılında görmüş, imkanlarımız nispetinde inisiyatif üstlenmiştik.
“Okulsuz Her Köye Bir Eğitim Konağı” kampanyası başlatmış, ilk olarak da Aksaray ilimizin Dikmen Köyü’nde yavrularımızın geleceklerine hizmet maksadıyla “Oğuz Ata İlköğretim” okulunu yaptırmıştık.
Bu okulun temelini 2010 yılında atmış, 2011 yılında da eğitim ve öğretime başlamasını sağlamıştık.
Neden Dikmen Köyü, çünkü Hasan Dağı’nın eteğindeki bu köyümüzde yol, su, okul gibi temel ihtiyaçlar henüz karşılanmamıştı.
Çünkü köylünün geçim şartları çok ağırdı.
Çünkü bu köyün gençleri bilhassa İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerimize gidip kağıt ve atık malzeme toplayarak para kazanıyorlar, sonra da kazandıkları paralarla kısa süreliğine de olsa köylerine dönüyorlardı.
Evlatlarımız sokak aralarının karanlığında kağıt ve atık malzeme toplamak yerine, doktor olsun dedik, öğretmen olsun dedik, mühendis olsun dedik, polis olsun dedik, sorarım sizlere yanlış mı söyledik?
Kılıçdaroğlu bugün rahat rahat kağıt toplama vaadinde bulunduğu kardeşlerimize, biz kucak açarak okutmak, yetiştirmek, devletin ve özel sektörün farklı kademelerinde görevler almasını istedik.
İşte CHP zihniyetiyle bizim açık ara farkımız budur.
Biz yaparız, ama sessiz, gürültüsüz ve gönülden yaparız.
Biz yaparız, ama gösteriş budalalığına, istismar fırsatçılığına kapılmadan yaparız.
Yaparsak adam gibi yaparız, mertçe yaparız, ülkücüye yakışanı yaparız.
Kılıçdaroğlu muhtaç kardeşlerimize kağıt toplamaya devam edin diyerek boşa düşer, Milliyetçi Hareket Partisi ise milletimizin her ferdini nasıl güzel bir hayata, nasıl bir insani gelişmişlik seviyesine kavuştururuz diye mücadele eder.
Bizim için insan yaratılmışların en şereflisidir.
Bizim düşüncemizde sınıf ayrımcılığı, zümre farklılığı, kast sistemi yoktur.
İnsanımızın hepsini bir ve eşit gören muazzam ihlas ve irade zenginliği hücrelerimize kadar çok şükür nüfuz etmiştir.
Kılıçdaroğlu’nun sözü kaymak tabakanın sözüdür.
Kılıçdaroğlu’nun siyaseti dağda çobanı küçük gören, şehirde garibanı mahcup eden kokuşmuş bir siyasettir.
Bu zihniyet sahipleri sırça köşklerde samanlık türküsü söyler.
Biz okul yapalım diyoruz, gelecek nesillerimizin onuru için çalışalım istiyoruz.
Onlar engel çıkarmakla, iftirayla, izansızlıkla, yapılanı bozmakla, yıkımı tetikleyip genele yaymakla uğraşıyorlar.
Bizim yaptıklarımıza onların hayalleri yetişemeyecek, bundan rahatsızlar.
Başaramayacaklar, yükselişimizin önünde asla duramayacaklar.
Kılıçdaroğlu ve İP’çi yoldaşları garibanın değil gafletin, gaddarların, gaspçıların, hıyanet galerisinde teşhir edilen bölücülerin yanındadır.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
CHP yönetiminin sorunu karmaşıklaşarak kronikleşen kasvetli bir sorundur.
Kılıçdaroğlu geçen haftaki grup toplantısında millet adına adalet istediğini açıklamış.
Masum insanların hapishanelerde kin ve intikam duygularıyla tutulmasına karşı çıkmış.
Keşke konuşması bunlarla sınırlı kalsaydı.
Fren ve dikiş tutmayan Kılıçdaroğlu en sonunda karanlık niyetini hain isimleri peşpeşe sıralayarak ifşa etmiştir.
Kılıçdaroğlu utanmadan, sıkılmadan sormuş; Osman Kavala neden hapiste? Selahattin Demirtaş neden hapiste?
Her soru kendi içinde bir cevap barındırır, ama akıl dağılması yaşayan bu şahıs için bunun bir önemi yoktur.
Osman Kavala Sorosçu’dur, Selahattin Demirtaş teröristtir, teröristin yeri de hukukun üstün olduğu tüm demokratik ülkelerde demir parmaklıkların arkasıdır.
Sayın Kılıçdaroğlu, Demirtaş’ın niye hapiste olduğunu grup toplantısında milletvekillerine değil, cesaretin varsa şehit analarına sor, yiyorsa şehit babalarına sor, mertsen dul ve yetim kalan vatan evlatlarının gözlerinin içine baka baka sor.
Bir teröristin niye hapiste olduğunu sormak teröristin müdafaasıdır.
Bir teröristin neden hapiste olduğunu sorgulayan kim olursa olsun şahsını ve siyasetini onunla eşitlemiş ve özdeşleştirmiş sayılacaktır.
Yani, Kılıçdaroğlu terörist Demirtaş’ın CHP’nin başına çökmüş gölgesidir.
Sayın Kılıçdaroğlu, kimin tarafındasın? Kimin kılıcını sallıyorsun?
Şehidin mi, katilin mi?
Gazinin mi, caninin mi?
Milletin mi? Melanetin mi?
Sana bu aklı kimler veriyor? Kimler seni kukla gibi oynatıyor? Kimin nam ve hesabına konuşuyorsun?
CHP’ye oy veren tertemiz vicdanlı kardeşlerim, bu rezilliği nasıl hazmedecekler?
Atatürk sevdalısı kardeşlerim istiklal düşmanlarına nasıl göz yumacaklar?
Diğer yandan İP’e oy veren kardeşlerim, HDP’yle, teröristlerle ittifakı nasıl içlerine sindirecekler?
Kılıçdaroğlu siyasi ahlak ve onur sahibiyse bugün şu muammayı açıklığa kavuşturmak zorundadır? PKK’yı terör örgütü olarak görüyor mu, görmüyor mu?
Terörle mücadeleyi destekliyor mu, desteklemiyor mu?
Bizim boş söze karnımız toktur.
Bir siyasetçinin ilk başta duruşu olacak, dengesi olacak, tavrı açık olacak, çizgisi berrak olacak, ya milli olacak ya da zilletin çukurunda olacak.
Arası yoktur, ortası yoktur, orası burası yoktur.
Kılıçdaroğlu amcalığa, ağabeyliğe soyunmuş, bu defa da bürokrasiye ayar vermeye kalkışmış.
Şu konuşana bakın hele, diyor ki:
“18 Ekim Pazartesi itibarıyla bu düzenin illegal isteklerine verdiğiniz tüm desteğin sorumluluğu size de ait olmaya başlayacaktır. 'Emir almıştım' diyerek bu kirli işlerden sıyrılamazsınız. Size kanun dışı ne yaptırılıyorsa pazartesi itibarıyla durun. Bu illegal paralel sistemlerden elinizi eteğinizi çekin.”
Süre doldu, üstelik bir gün de geçti.
Sayın Kılıçdaroğlu, ne oldu, heyben doldu mu? Attığın taş yerini buldu mu? Başın göğe erdi mi?
Senin hukuka bakışın bu mudur? O tarihe kadar yapan yaptı, kapan kaptı, 18 Ekim’den sonra sorumlusunuz demek mi istiyorsun?
CHP Genel Başkanı kendi içinde vahim çelişkilerle maluldür.
Kılıçdaroğlu’nun bürokrasiyi tehdit mesajı vesayetçi bir söylemdir.
Bürokraside hata yapan çıkacaktır, bunlar tespit edilip ayıklanır.
Ancak şerefli Türk bürokratını tehdit etmek müstevli üslubudur.
Bu üslubun faili ateş olsa cürmü kadar yer yakacaktır.
FETÖ stratejileri CHP’yi kavramış, İP’i kasnağa çevirmiştir.
Okyanus ötesinde zillet ittifakının lobi çalışmasını üstlenen, Türkiye husumetini kamçılama arayışında olan vatan hainlerinin itibarsız dayanışmasıyla siyaset yapanlar, PKK’nın kanlı emelleriyle rota tayin edenler bu milletin şamarını eninde sonunda kafalarına yiyeceklerdir.
Tıpkı Humeyni gibi, Türkiye’ye gelmesini bekledikleri Fetullah Gülen’e fazla umut bağlamasınlar, çünkü teröristbaşı Gülen’in geldiği gün öldüğü gün olacaktır.
İkazla söylemek isterim ki, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bürokratlara değil, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na kafa yormalı, onu fazla serbest bırakmaktan sakınmalıdır.
Sadece boş zamanlarında belediye binasına ve İstanbul’a uğrayan bu şahsın gezmediği, gitmediği yer neredeyse kalmamıştır.
Gözümüzden kaçtığı sanılmasın, sipariş bir senaryo devrededir.
Görev sahası İstanbul’la sınırlı olan bu belediye başkanının il il, ilçe ilçe gezmekteki amacı nedir? Varmak istediği yer neresidir?
Hatta Yunanistan ziyaretine niye ihtiyaç duymuştur?
Neyin hazırlığı içindedir?
Kimlerin dolduruşuna gelmiştir?
Başbakanlık hülyaları eşliğinde eve dönme kulvarına giren İP Başkanı, Fatih benzetmesiyle taltif ettiği şahsı nereye, hangi girdaba çekmeyi planlamıştır?
CHP ve İP oyun içinde oyundur.
Birbirlerine güvenmeyen bir ittifaka bu millet hiç güvenir mi?
Birbirlerine çalım atmak için fırsat kollayan fikirsiz, hedefsiz, ruhsuz ve samimiyetsiz curcuna ittifakına Türkiye teslim edilir mi?
Cumhur buna asla tamam demez, millet kökü dışarıda, özü yabancı başkentlerde olan CHP’sinden İP’ine, HDP’sinden diğerlerine kadar zilletin bütün ortaklarına demokrasiyle direnir, geldikleri gibi de yollamasını mutlaka bilir.
Değerli Milletvekilleri,
Yunanistan’da yayımlanan 127 yıllık Estia isimli bir gazetenin İngiltere’nin Ankara Büyükelçisine atfen yaptığı haberde, “Erdoğan’ın günleri sayılı, yeni bir duruma kansız bir geçiş ihtimal dışı değil” iddiaları eğer doğruysa, karşımızda büyük bir sorun var demektir.
Bu açıklamayı tekzip veya teyit edecek kişi öncelikle söz konusu büyükelçinin bizatihi kendisidir.
Şayet böyle bir sorumsuz açıklama yapılmışsa, büyükelçinin gözünün yaşına bakılmadan istenmeyen adam ilan edilmesi hem diplomasinin teamülü hem de milli onurun şaşmaz bir gereğidir.
Türkiye çadır devleti, İngiltere’nin sınır aşan sömürge ülkesi değildir.
Sayın Cumhurbaşkanımızı hedef alan sapkın haberin Yunanistan menşeli olması bir başka altı çizilmesi, üzerinde durulması gereken şaibeli bir konudur.
Az sonra temas edeceğim üzere, Yunanistan artık her meselede karşımıza çıbanbaşı olarak çıkmaktadır.
Unutulmasın ki, Türkiye’nin siyasi geleceğini, iktidarın akıbetini belirleme hak ve yetkisi yalnızca büyük Türk milletine aittir.
Bunu tanımayanı biz tanımayız, bizi takmayanı hiç takmayız, dönüp de arkamıza bile bakmayız.
Sandıkta bulamadıklarını zorla elde etmeye niyetlenenler önce bizim bedenlerimizi çiğnemek durumundadır.
Türkiye’yi dışarıdan yönetmeye ve yön vermeye tevessül eden küstahlar tarihi bir yanılgının pençesindedir ve pis hevesleri kursaklarında kalmaya da mahkûmdur.
Türkiye güdümlü ve güdülen bir ülke olamaz.
Bize parmak sallayanların parmağını kırarız, kumpas hazırlayanların tezgahını başlarına geçiririz, bedelse de öderiz, ama vatanı, milleti ve demokrasimizi ölüme terk etmeyiz.
Çıkarları gereği terk etmeyi düşünenlerin de alnını karışlarız.
Değerli Arkadaşlarım,
Yeni bir dünya paradigmasının kurulma sancıları, yeniden tasarımı yapılmış bir uluslararası denge arayışları kutuplaşmış ülkeleri, anlaşmazlıkla mühürlenmiş coğrafyaları da beraberinde getirmektedir.
Bir yanda Japonya askeri yoğunluk içendeyken, diğer yanda Çin ile Tayvan savaşın eşiğindedir.
Hint-Pasifik bölgesi her türlü gelişmeye açıktır.
İran-Azerbaycan arasındaki ihtilaflar ise güncelliğini korumaktadır.
14 Ekim 2021 tarihinde Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta düzenlenen bir gösteri esnasında, kimliği belirsiz şahıslar tarafından göstericilerin üzerine ateş açılması ve sonucunda can kayıplarının yaşanması ülkeyi tekrar dehşet sarmalına çekme riski taşımaktadır.
Liman faciasından sonra Lübnan’ın bir kez daha kanlı provokasyona sahne olması etnik ve mezhep temelli tansiyon yükselişine yol açarak bölgesel gelişmeleri de menfi düzeyde etkileyecektir.
Ne üzücüdür ki, Afganistan’da her hafta bir cami bombalanmaktadır.
15 Ekim 2021 Cuma günü, bu defa da Kandahar vilayetinde bir camiye Cuma Namazı esnasında bombalı terör saldırısı gerçekleştirilmiş, çok sayıda din kardeşimiz hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır.
Bu hunhar saldırıyı gene DEAŞ üstlenmiştir.
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin hitamında camilere düzenlenen saldırıların seriye bağlanması vandal bir planlamanın saat gibi işlediğini göstermektedir.
Şiileri hedef alan bombalı suikastların asıl gayesi bize göre, Afganistan’ı bir iç çatışmaya, bir iç kargaşaya, etnik ve mezhep gerilimiyle beslenen bir kaos girdabına sürüklemektir.
Karşımızdaki bu kanlı manzara bildik ve tanıdık bir emperyalist senaryodur.
Taziyelerimizi ve baş sağlığı dileklerimizi paylaştığımız dost ve kardeş ülke Afganistan’ın bu oyuna düşmemesi samimi dileğimizdir.
Türkiye olarak, Afganistan’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve egemenlik haklarını savunmanın yanı sıra, sosyal ve ekonomik gelişmesine de destek vermeliyiz.
Taliban yönetiminin başta kız çocuklarının okutulması olmak üzere, insan hak ve özgürlüklerine saygılı olması, her insanını kucaklayan, her insanını Allah’ın bir emaneti gören manevi duyarlılıkla hareket etmesi tarihi önemdedir.
Geçtiğimiz hafta ülkemizi ziyaret eden Taliban temsilcilerine bu çerçevede lazım gelen düşünceler aktarılmış, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi hususunda görüş birliği sağlanmıştır.
Özellikle vurgulamalıyım ki, Afganistan’ın huzuru Türkiye’nin huzuruyla yakından ilgilidir.
Ankara ile Kabil arasında kurulan diyalog köprüsünün sağlıklı ve sağduyulu şekilde devamı, işbirliği kanallarının açık olması kanaatimizce çok yararlı sonuçlar doğuracaktır.
Düzensiz göçün kaynağında durdurulması hususunda iki ülkenin ortaklaşa çalışması tarafların çıkarınadır.
Düzensiz göç konusu milli beka meselesidir.
Türkiye göçmen kampı, sığınmacı merkezi olmamalıdır, kaldı ki olmayacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi sınır aşan göçler konusunda hazırlıklıdır, stratejilerini belirlemiş, partimizin AR-GE bünyesinde kurulan bir komisyon marifetiyle de müstesna bir çalışmayı önce hazırlamış, sonra da güncellemiştir.
Bu vesileyle Sınır Aşan Göçler Komisyonu’muzda görev alan, değerli analiz ve araştırmalarını bizimle paylaşan saygıdeğer akademisyenlerimize ve gönül insanlarımıza huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi, her konuda olduğu gibi, bu konuda da heyecanla çalışmış, raporunu tamamlamış, zillet partileri dedikodu yaparken, hedeflerini geçekleştirmiştir.
Türk milleti ne istiyorsa bizim de istediğimiz odur.
Türk milleti neyi özlüyorsa bizim de özlemimiz aynısıdır.
Millet birdir, adı Türk’tür.
Devlet tektir, adı Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Zaferle değil seferle mükellefiz.
Kaderin gayrete aşık olduğunun bilincindeyiz.
Yine biliyoruz ki, yiğidin bakışı korkağın kılıcından keskindir.
Her insanımız müsterih olsun, hiçbir sorun çözümsüz bırakılmayacaktır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Yunanistan Ege ve Doğu Akdeniz’de ittifaklar kurarak Türkiye’ye karşı cephe oluşturmaktadır.
Şu anda Yunan kamuoyunda en çok tartışılan mesele “Büyüyen Türkiye”nin tehdit olarak yorumu ve okumasıdır.
Yunanistan, 2021 yılında silahlanmaya hız vermiş, ikili askeri ve savunma işbirliği anlaşmalarını peş peşe hayata geçirmiştir.
Bu yılın Ocak ayında, Fransa ile anlaşma imzalayarak 18 savaş uçağı satın almış, ardından bu sayıyı 24’e çıkarmıştır.
Yunanistan Ege ve Akdeniz’deki askeri güç dengesini aklınca bozmanın, lehine çevirmenin amacındadır.
19’uncu yüzyıla hakim olan askeri ittifak ve kamplaşmalar, anlaşıldığı kadarıyla yeniden tezahür etmektedir.
Yunanistan 28 Eylül 2021 tarihinde, Fransa ile “Savunma ve Güvenlik İşbirliğine Yönelik Stratejik Ortaklık Anlaşması”imzalamıştır.
İkisi de NATO üyesi olan ülkeler, taraflardan birinin saldırıya uğraması halinde diğer ülkenin askeri yardımda bulunmasını tasdik ve tescil etmişlerdir.
Bu anlaşma NATO’nun dokusuna, doğasına, ilkelerine ve ittifak kültürüne karşı bir hamle değil midir?
Hem NATO üyesi olup hem de mikro ölçekte savunma ve güvenlik anlaşması imzalamak kime mesajdır?
Böyle bir ortamda NATO’nun hukuki ve siyasi tutarlılığından nasıl bahsedilecektir?
Yunanistan Başbakanı bahse konu anlaşmayı; “Tarihimizde ilk defa, olası bir saldırı anında kıtamızın en güçlü, BM Güvenlik Konseyi ve AB’nin yegane nükleer gücü olan Fransa’nın askeri katkısı da dahil yanımızda yer alacağını taahhüt ettiği bir anlaşmadır” şeklinde özetlemiştir.
Bu sinsi ve gizli maksatlı bir anlaşmadır. Ve NATO şemsiyesi yırtılmış, ittifak fiilen ve fikren bölünmüştür.
Hal böyleyken NATO’nun kurucu anlaşmasının 5’inci maddesinde ifade edilen, “üye ülkeye yönelik saldırı halinde diğer ülkelerin silah kullanma dahil her türlü tedbiri almalarını” içeren hükmün bağlayıcılığı nasıl korunacaktır?
Yunanistan ile Fransa arasındaki anlaşmanın NATO Genel Sekreteri tarafından eleştirilmesi cılız ve yetersiz bir tepkiden başka bir manaya gelmemiştir.
14 Ekim 2021 tarihinde bir diğer anlaşmanın süresi manidar şekilde uzatılmıştır.
ABD ile Yunanistan dışişleri bakanları 6 Kasım 2021 tarihinde bitecek olan “İkili Savunma İşbirliği Anlaşması”nı beş yıl daha uzatan imzaları atmışlardır.
Bu anlaşma kapsamında, Trakya’dan Girit’e kadar bazı kara, hava ve deniz üsleri ABD’nin askeri faaliyetlerine açılacaktır.
Şu anda Dedeağaç’ta Kara Üssü, Larissa’da Hava Üssü, Araksos Hava Üssü, Siroz Hava Üssü, Girit’te Suda Hava Üssü ve Deniz Üssü ABD’nin kullanımındadır.
Açık açık söylüyorum, NATO içinde Türkiye’ye karşı siper kazılmaktadır, Ege ve Doğu Akdeniz’e mayın döşenmektedir.
Türkiye’ye gözdağı verilmektedir, Türkiye tehdit edilmektedir.
Pasifik’te ters düşen ABD ile Fransa, şu işe bakınız ki, Ege ve Akdeniz’de Yunanistan’ın arkasından ülkemize silah göstermektedir.
ABD Dışişleri Bakanı, Yunanistan’ı “bölgede istikrarın direği” olarak tanımlamıştır.
Ya bir akıl tutulması ya da bir nevroz nöbeti bu bakanı muhtemelen ele geçirmiştir.
Yunanistan istikrarın değil, itibarsızlığın, istila emellerinin, kriz siyasetinin, Türkiye husumetinin ıslah ve terbiye edilmesi gereken yüzüdür.
Hiç kimse bize hikaye anlatmasın, ABD’nin de, Yunanistan’ın da, diğer muhasım güçlerin de teşebbüs ve taşeronlarını biliyor, görüyor, alayına birden hodri meydan diyoruz.
Fransa-Yunanistan, ABD-Yunanistan savunma ve askeri işbirliği anlaşmalarına baktığımızda, Atina yönetiminin bu anlaşmalara dayanarak Türkiye’ye karşı hava ve deniz sahası üzerinden Ege ve Akdeniz’de daha da düşmanlıkla bezenmiş politikalar izleyeceği anlaşılacaktır.
Bunların yanında, ABD, Çin’in Kuşak-Yol ile Rusya’nın enerji akım projelerini engelleyecek ara istasyonlardan birisi olarak Yunanistan’ı belirlemiş, bu ülkeye askeri yığınak yapmış, Türkiye’yi de kuşatma altında tutmayı amaçlamıştır.
Bu jeopolitik bir kumardır.
Yunanistan sanal tehditleri bahane ederek, ileri karakol işleviyle dış politikasını askerileştirmenin ve agresif bir hale getirmenin peşindedir.
Güney sınırlarımız boyunca tesis edilen mütecaviz hamleler, aynısıyla Ege ve Akdeniz’i de tesiri altına almıştır.
ABD dostluk ve müttefiklikle bağdaşmayan her ilişki ağının içindedir.
Yunanistan’ı kışkırtan bu ülke, eşzamanlı olarak PKK/YPG/PYD’yi de silahlandırıp Türkiye’yi hedef göstermektedir.
Irak’ın kuzeyiyle Suriye’nin kuzeyi artık mutlak surette temizlenmeli, terör saldırıları son bulmalıdır.
22 Ekim 2019 tarihinde Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında imzalanan mutabakat muhtırasına göre, Münbiç ve Tel Rıfat’taki bütün YPG’li teröristler bu alanları silahlarıyla birlikte terk edeceklerdi.
Teröristler, Türkiye-Suriye sınırından itibaren 30 km’nin dışına çıkacaklar, bu işlem 150 saat içinde tamamlanmış olacaktı.
Ne çıkan olmuş, ne de çıkmaya niyetlenen görülmüştür.
Türkiye ile ABD arasında yapılan 17 Ekim 2019 tarihli anlaşmaya göre de, “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” anlayışıyla NATO topraklarını ve halklarını tüm tehditlere karşı koruma taahhütleri paylaşılmıştır.
Ne var ki, bu vaatler yalnızca kağıt üstünde kalmıştır.
Teröristler ayrılmaları gereken bölgelerden ayrılmamış, bilahare vatan evlatlarımızı şehit etmişlerdir.
Türkiye tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır.
Milli güvenliğimizin temini ve tecellisi için aracı ülkeleri bir kenara bırakarak terör örgütlerinden her nerede iseler bulup hesap sormak, sınır ötesi askeri bir operasyonla hainleri etkisiz hale getirmek milletimize karşı mukaddes bir vazifedir.
İradesi prangalı olan CHP sözcüsünün, “harekâtı davul zurnayla yapamazsınız. Mehmetçiğe zarar verirsiniz” değerlendirmeleri, bir bakıma terörle mücadele etmeyin, buna kalkışmayın demenin şifreli ifadesidir.
CHP yönetiminin aklı bu işlere ermez, kafası basmaz, ufku almaz, çünkü onlara göre terörle mücadele değil, müzakere ve mütareke yapılmalıdır.
Madem teröristler gitmiyor, madem sınırlarımızdan çekilmiyor, o zaman canileri yuvalandıkları alanlardan söküp atacak kudret ve kuvveti devreye sokmak devletin hükmü şahsiyetinin, milletin şan ve şerefinin ana fikri olmalıdır.
Bu fikir bizim bekamızdır, beraberliğimizdir, bağımsızlığımızın güvencesidir.
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bütçe süreci başlayacaktır.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Fuat Oktay, 20 Ekim 2021 Çarşamba günü Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi'nin sunumunu yapacaktır.
Sizlerden beklentim, bütçe görüşmelerini komisyon safhasından genel kurul aşamasına kadar dikkatle takip etmeniz, devamlılığı sağlamanız, konulara hakim olmanız, hazırlık içinde bulunmanız, soğukkanlı ve vakar taşıyan siyasi vasfınızı titizlikle muhafaza etmenizdir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın ahlaki ve siyasi ilkelerine bağlı kalarak zillet ittifakının tahrik ve tuzaklarına kapılmadan milletimize yakışan bir bütçe sürecine aktif katılmanızı ümit ediyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.
Yorum Yazın