MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Feti Yıldız, TBMM'de Plan Bütçe konuşması gerçekleştirdi.
MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Feti Yıldız Yıldız konuşmasında, "3 maddeden oluşan 1921 Anayasası klasik manada bir anayasa değildir. Esasen Kurtuluş Savaşımızın strateji belgesidir. 1961 ve 1982 Anayasaları askeri darbeler ürünüdür." ifadelerini kullanırken şunları kaydetti;
"Türkiye’de modernleşme, batıdakinden farklı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Batı’da modernleşme, uzun bir gelişim sonucu aşağıdan kitlenin geleneksel toplumu değiştirmesi şeklinde olmuştur. Türkiye’de ise devletin ve aydın bir zümrenin hareketi olarak yukarıdan aşağıya doğru gelmiştir. Bu durum toplumsal ve siyasal gelişmemizde siyasi darbe girişimlerinde ve buhranlarımızda büyük rol oynamıştır.
Anayasalarımız ve kanunlarımızın yapılması aşamalarında bu gerçek açıkça görülür. 23 maddeden oluşan 1921 Anayasası klasik manada bir anayasa değildir. Esasen Kurtuluş Savaşımızın strateji belgesidir. 1961 ve 1982 Anayasaları askeri darbeler ürünüdür.
Anayasaların temel iki işlevi vardır: Birincisi, bireyin sahip olduğu temel hak ve özgürlükleri güvence altına almak, ikincisi, devlet teşkilatının otorite ve gücünün sınırlarını belirlemektir.
İsviçre’den aldığımız Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, İtalya’dan aldığımız Ceza Kanunu, Fransa’dan aldığımız İdare Hukuku, yakın bir zamana kadar kelimesine dokunmadan yürürlükte kalmıştır. Bu bile, modernleşmenin yukarıdan aşağıya doğru geldiğinin bariz göstergesidir.
Modern Demokrasiler; yasama, yürütme, yargı güçlerinin ayrılığına dayanır. Geleneksel tarihin doğruladığı İbni Haldun; ‘’Devleti Nesep kurar, sebep devam ettirir’’ derken buradaki sebebin adalet olduğu bilinir.
Devletin temeli adalettir. Adaleti, Türk Milleti adına Türk yargısı tesis eder. Anayasanın 138. maddesinde yazılı olduğu gibi;
Hiçbir makam, mercii veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Kuvvetler ayrılığı ilkesi; demokrasinin, hukuk devletinin, insan haklarının teminatıdır.
Türk adaleti Uzun bir zaman diliminde bünyesine sızmış hain bir yapılanmayı kısa sürede söküp atmıştır. Devletin kılcallarına kadar sızmış bu terör örgütü mensubu 99 bin kişi tutuklanmıştır. Bu gün itibariyle FETÖ’den 22 bin 340 hükümlü ve tutuklu vardır. Annesiyle beraber cezaevinde kalan çocuk sayısı 48, sair adli suçlardan 330’dur. PKK terör örgütü mensubu 7092 kişi bu gün itibariyle cezaevlerinde bulunmaktadır.
Bilindiği gibi ByLock, terör örgütünün haberleşme aracıdır. Örgüt üyeliğinin somut delilidir. Yüz bine yakın ByLock kullanıcısı tespit edilmiştir.
CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, listesinin kendisinde bulunduğunu söylediği,
120 - 160 arasında milletvekillerinin listesini Cumhuriyet Başsavcılığına teslim ederse örgüte bir büyük darbe daha vurulacaktır.
Bu mücadele yapılırken,Terör örgütlerinin ve Türkiye düşmanlarının lobi faaliyetleriyle, yargı bağımsızlığına ilişkin endeks puanı, Afrika’nın ortasındaki Kabile devletlerinden bile düşük gösteriliyor. Bu düzmece belgeleri kimlerin hazırladığını biliyoruz. Bu paçavralar bazı mandacılar ve yerli işbirlikçileri tarafından da hararetle destekleniyor.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi çeşitli şekillerde zedelenebilir. Bunlardan biri de “yargısal aktivizmdir.” Yargısal aktivizm, bazen, yasama organının etkisizleşmesine, bazen, yasama kararlarının iptaline, bazen, yargının, yasama organının yerine geçmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette yargısal aktivizm, yargı yetkisinin kötüye kullanılması ile bir değildir. Ancak Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarıyla, üyelerinin bazı eylemleriyle güncel siyasete taraf olduğu bilinen bir husustur.
Demokrasi; millet egemenliğine dayanan bir sistemdir. Vatandaşlık; birey ile devlet arasındaki hukuki bağı ifade eden siyasal bir aidiyet biçimidir. Mahkeme kararları bu bağı bozmamalıdır.
Anayasa Mahkemesi, milletin seçtiklerinin kararlarına karşı devamlı surette karar alıyorsa, orada, millet egemenliğinden çok yargıçlar yönetimi hâkimdir. Türban ve 367 kararlarında olduğu gibi. Anayasa Mahkemesi önüne gelen konularda yetkisini oldukça geniş tutmaya çalışmaktadır. Esasen mahkemenin, hukuk kuralı koyma konusunda teorik olarak demokratik meşruiyeti yoktur. Mahkemenin ideolojik kararlarına karşı kontrol mekanizması bulunmaması önemli bir eksikliktir.
Hukuk normu koymanın, muhakeme meselesi değil irade ve iktidar meselesi olduğu unutulmamalıdır. Hukuk normu koyma iradesi, Anayasa Mahkemesi üyelerinin değil milletin seçilmiş temsilcilerine aittir.
Anayasa Mahkemesi, bazı kararlarıyla seçilmiş organlar üzerinde tahakküm kuran “kürsüden yasa yapan” mahkeme konumuna düşmektedir. Anayasanın geçici 20. maddesi ile ilgili yorumu bunun en açık uygulaması olmuştur. Anayasa Mahkemesi ihlalin yapısal bir sorundan kaynaklandığını tespit ederse, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne doğrudan çağrıda bulunarak ihlale sebep kanunun değiştirilmesi ve gereğinin yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisine kararın suretini gönderebilir. Yetki bununla sınırlıdır. Yargı organı ile demokrasi arasındaki bu çatışma sadece bizim ülkemizde görülen bir sorun değildir.
Anayasa Mahkemesi kararları gerekçesi hariç bağlayıcıdır. Kanun koyucunun iradesine aykırı şekilde yorum yoluyla karar kurulamaz. Özellikle tutukluluk haline ilişkin değerlendirme yaparken açıkça delil takdirine giderek, delil değerlendirme yasağını çiğniyor. Zaman zaman politik saflaşmaların bir parçası haline geliyor. Anayasa Mahkemesinin ‘’tutukluluk için gerekli gerekçe yok’’ dediği bazı durumlarda Yargıtay, açıkça mahkûmiyet için yeterli delil olduğuna hükmediyor.
Anayasa Mahkemesi, CHP'nin 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından çıkartılan 8 Kasım 2016 tarihli 6755 sayılı OHAL yasasının bazı maddelerinin iptali istemini karara bağladı. Bu kararda: 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün bastırılması, adli ve idari önlemler ile kanun hükmünde kararname kapsamında karar alan ve görevlerini yerine getiren kamu görevlilerinin hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun olduğuna hükmetti. 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından FETÖ ile mücadelede önemli kararlara imza atan kamu görevlilerine tazminat ve rücu davalarının açılmasının yolu açıldı.
Bireysel başvuru ile ihlal edilen hakkın onarılması ve gerekli önlemlerin alınması için Anayasa Mahkemesi'ne verilen yetki, mahkeme kararlarına yönelik bir denetim mekanizması değildir. Anayasa Mahkemesine 23 Eylül 2012 – 30 Eylül 2021 tarihleri arasında toplam bireysel başvuru sayısı 335 bin 324 ‘tür. Sonuçlandırılan başvuru sayısı ise 276 bin 307’dir. Matematik problemleri aynı şekilde çözülür ve aynı sonuç alınır. Matematikte olduğu gibi hukuk ilkeleri de açık olmalı, benzer davalarda sonuçlar aynı olmalıdır.
Bireysel başvurularda, başvurucunun unvanına göre davanın öncelikle ele alınarak sonuçlandırıldığı yakınmalarını hepimiz duyuyoruz. Yine, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruda 30 günlük başvuru süresini evrakın UYAP’tan açıldığı tarihten itibaren başlattığı bilinmektedir. Bu sürenin katı yorumlanması mağduriyetlere sebep olmakta, Anayasa Mahkemesi’ne erişim hakkını ihlal etmektedir.
Anayasa Mahkemesi bir başka kararında, kimi haber sitesi ve sosyal medya platformlarına sulh ceza hakimlerince verilen erişim engeli kararlarının pilot karar usulünü kullanarak; “ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yasada bir yıl içinde değişiklik yapılması için Meclis ve Adalet Bakanlığına gönderdi. Gerçek dışı bir haber yıllar sonra engellenirse bunun kamu yararı ve genel ahlakı, kişi onurunu koruyucu yanı kalır mı…?
Bir hukukçunun dile getirdiği gibi, Anayasa Mahkemesi, özelleştirme kararlarında ekonomist, Siyasi Parti kapatma davalarında siyaset bilimci, Laiklik kararlarında din uzmanı gibi kendine göre tespitlerde bulunup karar verebilmiştir.
Mahkemeler, Türk Milletinin hukukunu, vatandaşın hakkını korurken politik rüzgârların tesirinden uzak durmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin bu kadar çok farklı konulardaki davalara bakması doğru değildir.
Türkiye, 1954’den beri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraftır. 1987 yılından itibaren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisine dâhil olmuştur. Ancak; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de kararlarında bir standart yoktur.
Türkiye’mizin yeni, sivil, nitelikli, geniş katılımlı, milli ve manevi hayatımızın esaslarını kavramış, gerekçeleriyle gerçekleri yakalamış bir Anayasaya ihtiyacı vardır. 1982 Anayasasında 19 defa, toplam 184 değişiklik yapılmış, sistematiği tamamen bozulmuştur.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin hazırladığı Anayasa teklifinin bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Anayasa önerimiz; Başlangıç,
Genel Esaslar, Temel Hak ve Ödevler, Cumhuriyetin Temel Organları
Son Hükümler şeklinde dört kısım ve 100 maddeden oluşmaktadır.
Başlangıca, “Allah’ın lütfu, kardeşlik ruhu ve vatan sevgisiyle varlık bulmuş biz Türk Milleti” düsturu ile giriş yapılmıştır.
“Devletin şekli ve nitelikleri” aynen korunarak birinci maddede ele alınmış, maddenin son fıkrasında “Bu madde değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” hükmü konulmuştur. Anayasa’nın ikinci kısmında “Temel Hak ve Ödevler” düzenlenmiş, en geniş şekilde güvenceye kavuşturulmuştur. Hakları düzenleyen tüm maddelerdeki sınırlama sebepleri kaldırılmıştır.
Temel hak ve hürriyetlerin kapsamı, taraf olduğumuz insan hakları sözleşmeleri baz alınarak kanunla belirlenmesi öngörülmüş,
Hürriyetin esas, sınırlamanın istisna olduğu yaklaşımı gerçek anlamıyla buluşturulmuştur.
Anayasa’nın üçüncü kısmında, üç bölüm halinde “Cumhuriyetin Temel Organları”, yasama, yürütme ve yargı başlıkları ile düzenlenmiş, yasama organı için “Milli birliği sağlama”, yürütme için “Kurumsallaşmış başkanlık sistemi”, yargı için “Bağımsız ve tarafsız yapılanma” anlayışı ön plana çıkarılmıştır.
Bu kapsamda TBMM Başkanı’na “Tarafsız konumuyla” milli uzlaşmanın sağlanmasında ve siyasi krizlerin çözümünde arabuluculuk işlevi yüklenmiştir. TBMM’nin yetkileri; kanun yapımında, antlaşmaların onaylanmasında ve sona erdirilmesinde, bütçenin kabul edilmesinde, anayasal kurum ve kuruluşlara üye seçmede, meclis soruşturması açılmasında kuvvetlendirilmiştir. Milletvekillerinin dokunulmazlığıyla, milletvekilliğinin düşme sebeplerine dair belirsizlikler giderilmiştir.
Yürütme organı “Başkan” ve “İdare” şeklinde iki başlık altında düzenlenmiştir. Başkanlık Sistemi, yeni anayasa bütünlüğü içinde “kurumsal yapıya” kavuşturulmuş, Başkan ile birlikte iki Başkan Yardımcısının seçilmesi öngörülmüş, Başkanlık Kabinesi anayasal statüye dahil edilmiştir.
Başkanlık Hükümet Programı’nın Meclise sunulması yöntemi getirilmiş, Başkanlık Kararnameleri ile kanunların münhasır yetki alanları çatışmayacak şekilde belirlenmiştir. Türkiye’nin üniter yapısına uygun olarak, idarenin kuruluşunda “kanunilik ilkesi” sağlam ve sağlıklı bir içeriğe taşınmıştır. Üniter devlet ilkesine anayasada açıkça yer verilerek, idari yapılanmada “il esası” korunmuştur.
Anayasal kurumlardan Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Kurumu varlığını sürdürmüş, Diyanet İşleri Başkanlığı “Türkiye Diyanet Kurumu” olarak yeniden yapılandırılmış, Yükseköğretim Kurulu’nun oluşumunda TBMM’nin yetkileri artırılmış, yeni bir kurum olarak “Türkiye Liyakat Kurumu” önerilmiş ve Türkiye Merkez Bankası anayasal kuruluş haline getirilmiştir.
Yargı organının yapılanmasında, “Yargı ayrılığı sistemi” devam ettirilmiş, Hakimler ve Savcılar Kurulu, “Yargı Yüksek Kurulu” adıyla yeniden ele alınmış, Avukatlık ve arabuluculuk mesleklerine anayasal statü tanınmış, Anayasa Mahkemesi yüksek mahkeme değil, özel bir statüde düzenlenmiş, Yüce Divan yargılaması ve siyasi parti kapatma davaları “Yüce Divan” adıyla oluşturulan yeni bir mahkemeye verilmiştir.
Yüksek Mahkemeler başlığı altında Sayıştay ve Yüksek Seçim Kurulu’nun statüsü açıklığa kavuşturulmuş, yargıya ilişkin üye seçiminde TBMM’nin yetkileri genişletilmiştir, Osmanlı-Türk Anayasacılığında, parlamenter sistem, yüz yılı aşkın bir süre uygulanmış, ancak Türkiye’de başarılı sonuçlar vermemiştir.
Türk milletinin beklentisi, Cumhuriyetin 100. yılında “Parlamenter sistemle geriye gidiş” değil, gelecek yüzyılı milli ve vizyoner bir bakışla kavrayan “Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nin kökleşmesi, bunun yanı sıra huzuru, refahı, birlik ve kardeşlik bağlarını tahkim edecek yeni bir anayasadır.
Sosyal medya, ifade özgürlüğü için önemli bir alandır. Ancak, bir hakkın teslimi için, hakikati bulmak için insan haysiyeti için, adil ve yasal olanı korumak için ahlaki bir erdem olan adaletin sosyal medya üzerinden aranması yargıyı olumsuz etkilemektedir. Masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkı zarar görmektedir. Bu mecralarda Polis ve mahkemelere yol gösterilmekte, kampanyalar düzenlenmektedir. Hatta tehditkâr bir dille tutuklama ya da serbest bırakmalar bile talep edilmektedir.
Son yıllarda toplumsal şiddet ve tahammülsüzlük giderek artıyor, çok sayıda kadın ve çocuk vahşice öldürüldüğünü görüyoruz. Kadın cinayetleri, cinsiyet belirtmenin ötesinde insanlığı öldüren bir vakıadır. Bu olaylarda genel olarak suç failler tanıdık olup çoğunlukta koca ya da eski kocadır.
Tecavüzden sonra öldürmelerde ise cani genellikle başkalarıdır. İki hafta önce Mimar Başak Cengiz’in hiç tanımadığı bir cani tarafından sokak ortasında samuray kılıcı ile vahşice öldürülmesi ve cinayetin ardından vermiş olduğu kan donduran ifadesi toplumu derinden sarsmıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin hazırlayıp sunduğu, Ruh Sağlığı Kanun teklifi Sağlık Komisyonunda beklemektedir. Bu yasa ile; ruh sağlığı alanında gelişimi koruyucu, destekleyici, önleyici, tedavi edici, iyileştirici hizmetlerin, eğitim ve sosyal desteklerin usul ve esasları ile ilgili kuruluş ve bakanlıkların yetki ve sorumlulukları belirlenmektedir. Bir an önce komisyonda görüşülerek Genel Kurula getirilmelidir.
5275 sayılı Kanun'un geçici 9. maddesi kapsamında, 14 Nisan 2020'den itibaren, açık ceza infaz kurumlarında bulunanlar ile kapalı ceza infaz kurumunda bulunup da açık ceza infaz kurumlarına ayrılmaya hak kazanan hükümlüler ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak, Kovid-19 iznine gönderildi.
Söz konusu hükümlülerin izin süreleri, yasa gereği 30 Kasım'dan itibaren 6 ay daha uzatılacaktır. Bu hükümlülerin izin süresi infazdan sayılmaktadır. Aynı hukuksal durumda olan kişilerin aynı kurallara bağlı tutulması eşitlik ilkesinin gereğidir. Aynı suç tipinden kapalı Cezaevinde bulunanların da infazından izin süresi kadar düşüm yapılması adaletin gereğidir.
İnsan iradesinin arkasında çeşitli etkiler vardır. Dini, ahlaki, sosyal, kültürel, zihni ve ekonomik faktörler bilinmeden insanı anlayamayız. Önce insanı anlamalıyız."
Yorum Yazın