© Tüm hakları saklıdır © 2020 Bizimbasin.com

MHP'li Levent Bülbül: "Milliyetçi Hareket Partisi olarak görüşülmekte olan Bütçe Kanun Teklifini desteklediğimizi ifade etmek istiyorum"

MHP Grup Başkanvekili Levent Bülbül, 2021 yılı bütçe görüşmelerine dair konuşma yaptı.

MHP Grup Başkanvekili Levent Bülbül, 2021 yılı bütçe görüşmelerine dair konuşmasında şunları kaydetti:

"17 Ekim 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan Bütçe ve Kesin Hesap Kanun teklifleri, Plan Bütçe Komisyonunda 21 Ekim 2020 tarihinde görüşülmeye başlamış, 27 Kasım 2020 tarihinde görüşmeler tamamlanmıştır.

Kovid-19 salgınının en tehlikeli döneminde gerek Bütçe Kanun Teklifinin hazırlanmasında, gerekse görüşülmesi sürecinde emek veren, katkı sağlayan ve hizmet sunan herkese teşekkürlerimi sunuyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak görüşülmekte olan Bütçe Kanun Teklifini desteklediğimizi ifade etmek istiyorum.

2021 yılı Bütçe Kanun Teklifi ile 40 genel bütçeli kamu idaresi, 127 üniversite, 45 özel bütçeli kamu idaresi, 11 düzenleyici ve denetleyici kamu idaresi olmak üzere 223 kamu idaresinin bütçesi genel kurulda görüşülecektir.

Yapılan kanun değişikliği sonucunda 2021 yılı bütçesi ilk kez Program Bütçe esasları çerçevesinde hazırlanmıştır.

2021-2023 dönemini kapsayan Yeni Ekonomi Programındaki hedeflerle uyumlu olarak hazırlanmış olan bütçe kanun teklifi; kamu dengelerinin iyileştirilmesi, kamu maliyesi alanında elde edilmiş olan kazanımların korunmasını amaçlamaktadır.

2021 yılı bütçe giderleri 2020 yılına göre yüzde 22,9 artışla 1 trilyon 346,1 milyar lira, bütçe gelirleri ise yüzde 15.1 artışla 1 trilyon 101,1 milyar lira olarak teklif edildiği, bütçe açığının ise 245 milyar lira olarak öngörüldüğü anlaşılmaktadır. 2021 yılı toplam vergi gelirlerinin 922,7 milyar olmasının hedeflendiği görülmektedir.

Belirtmek gerekir ki; 2021 yılı merkezi yönetim bütçe kanunu; küresel ekonomide büyük bir şoka ve ardından sarsıntıya sebep olan Kovid-19 salgınının etkili olduğu şartlarda hazırlanmıştır.

Kovid-19 salgınının küresel ekonomide kısa vadede meydana getirdiği tahribatın boyutları yeni yeni kendini göstermeye başlamış olsa da, asıl etkinin uzun vadede küresel ekonomide yaşanacak büyük değişimlerle ortaya çıkabileceği öngörülmektedir.

2020 yılında küresel ekonomide, üretim ve talepte çok büyük gelişmeler yaşanmıştır. Salgın etkisi ile küresel ölçekte büyüme tahminleri aşağı yönlü revize edilmiştir.

2020 yılında dünya ekonomisinin yüzde 4,4 oranında daralması beklenmektedir. Bu oran 2009 küresel finans krizinden bu yana yaşanan en büyük daralma olarak kabul edilmektedir.

Gelişmiş ülkelerin aynı değerlendirmede, yüzde 5,8 daralacağı, 2021 yılında ise yüzde 3,9 büyüyeceği tahmin edilmektedir.

2020 yılının ilk çeyreğinde yıllık yüzde 4,4 oranında büyüyen Türkiye Ekonomisi, ikinci çeyrekte dünya çapında yaşanan daralmaya rağmen uygulamaya konulan normalleşme planıyla, ekonomide toparlanma Haziran ayından itibaren kendini göstermiştir.

Ekonomimiz üçüncü çeyrekte yüzde 6,4 oranında büyüyerek ‘’ V ‘’ tipi güçlü bir performans göstermiştir. Salgının etkisini azaltması ile birlikte 2021 yılında ekonomimizin yüzde5,8 oranında büyümesi hedeflendiği görülmektedir.

2020 yılında özellikle ikinci çeyrekte yaşanan daralmaya rağmen diğer çeyreklerde yakalanan ihracat artışı ile 165,9 milyar dolar seviyelerinde olacağı, 2021 yılında ise 184 milyar dolar olması öngörülmektedir.

2020 yılında işsizlik oranının yüzde 13,8 oranında gerçekleşmesi beklenmekte iken, 2021 yılında bu rakamın yüzde 12,9 seviyelerine gerilemesi beklenmektedir.

TÜFE’nin 2021 yılında yüzde 8’e gerilemesi ve 2023 sonuna kadar kademeli olarak yüzde4,9 seviyelerine inmesi öngörülmektedir.

Belirsizlik ve tereddütlerin arttığı, ticari rekabet yerine ticari savaşların yaşandığı böyle bir dönemde yeni ekonomi paketi ile belirlenen politikalar ve hedeflenen stratejik reformlar sayesinde güçlü tedbirler alındığı kanaatindeyiz.

2021 yılı bütçe kanunu ile Milli Eğitime ayrılan bütçenin 211,4 milyar liraya çıkarıldığı ve bununla bütçe giderlerinin yaklaşık 15,7 sinin eğitime ayrıldığı anlaşılmaktadır.

2021 yılında, Sağlık Bakanlığı ve Yükseköğretim kurumları döner sermayeleri ile Sosyal Güvenlik kurumundan yapılacak sağlık harcamaları göz önüne alındığında, sağlık alanına ayrılan kaynak 238 milyar lirayı bulmaktadır.

Yine 2021 yılında bütçeden tarıma 42.4 milyar lira ayrılmıştır. Tarıma ayrılan bütçenin yarıdan fazlası yani 22 milyar lirasının tarımsal desteklemelere ayrıldığı anlaşılmaktadır.

Tarımsal sulama yatırımlarına ayrılan pay, 3.7 milyardan 2021 yılında 9 milyar liraya çıkarılmıştır.

Reel kesim destekleri için ise 50,6 milyar lira kaynak ayrıldığı görülmektedir.

Bütçede faiz giderlerindeki artışın önceki yıla göre 0.4 puan artışla Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranla 3.2 düzeyinde olması beklenmektedir.

Küresel ekonominin olumsuz bir seyir içerinde olduğu göz önüne alındığında, sıkı para politikası ile maliye politikaları ve diğer araçların etkili bir şekilde kullanılacağı bir düzen içerisinde enflasyonla mücadele edilmesi büyük önem arz etmektedir.

Yine üretime dayalı ihracata yönelen, ithalat bağımlılığını azaltan, yatırımı ve istihdamı artırmayı hedefleyen bir üretim ekonomisine sahip olmak suretiyle refah seviyemizin hedeflenen ve arzu edilen seviyelere ulaşması mümkün olacaktır.

Türkiye Ekonomisi dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke ekonomisine nazaran salgın sürecinin getirdiği sarsıntılardan minimum hasarla çıkacak direnci ve toparlanma emarelerini göstermektedir.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımız tarafından ekonomi ve hukuk alanında atılacağı ifade edilen adımlarla, demokrasi, insan hakları ve sosyal refah yönünden olumlu gelişmelerin yaşanmasını beklemekteyiz.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye’de gerçekleşen en stratejik yönetim reformudur. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin kurum ve kuralları ile kökleşmesi hayati önem arz etmektedir.

Bu nedenle; Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları, Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü, Milletvekili Dokunulmazlıkları, siyasi etik düzenlemeleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yönelik çalışmaların neticelenip, hayata geçirilmesi, sistemin kökleşmesine büyük katkı sağlayacaktır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye’nin stratejik kuvvetidir. Güçlü devlet, güçlü yönetim, demokratik istikrar üçlü sacayağı üzerine yerleşen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile devletimiz daha hızlı ve etkili karar alma kabiliyetine kavuşmuş çok daha esnek hareket edebilme imkânına sahip olmuştur.

Türkiye içerde vesayet ve terör odaklarının nefesini keserken, dışarıda etkili ve insan merkezli diplomasisi ve caydırıcı silah gücü sayesinde mahkûm değil hâkim bir devlet olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.

Türkiye’nin Libya, Adalar Denizi, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Suriye, Irak, Kafkasya, Batı Trakya ve Balkanlar üzerinden büyük bir kuşatma ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yönetiminde hiçbir şekilde istikrarsızlık yaşanmaması ve bekasını ilgilendiren bu tehdit ve saldırılarla kararlı bir şekilde mücadele etmesi gerekmektedir.

Yakın siyasi tarihimiz incelendiğinde, ülkemiz ne zaman milli menfaatlerimiz doğrultusunda önemli bir adım atmaya kalksa veya emperyal bir gücün faaliyetlerine engel olmaya çalışsa, bir anda ülkeyi yöneten hükümetlerin siyasi operasyonlarla veya ekonomik darbelerle karşılaştığını çok iyi bilmekteyiz.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi işte tam bu noktada, yürütmenin sandıktan çıkması sayesinde, tartışmasız bir meşruiyetle yönetim krizlerine imkân vermeyen, her türlü tehdit ve manipülasyona karşı tavizsiz mücadele imkânı veren stratejik güç çarpanı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ekonomi, enerji, teknoloji, savunma sanayii, tarım, eğitim ve kültür gibi alanlarda atılan milli adımlar ancak güçlü ve istikrarlı bir yönetim anlayışı ile mümkün olmaktadır.

Türk Milletinin yapısına ve Türk Devletinin ihtiyaçlarına daha uygun olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, planlanan reformların hayata geçmesi sonrasında çok daha güçlü hale gelecektir.

23 Nisan 2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 100. Yılını idrak etmiş bulunmaktayız. Milli iradenin tecelligahı, milli mücadelemizin karargâhı olan gazi meclisimiz, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen hain darbe girişiminde gösterdiği kararlılık ve kahramanlıkla ikinci kez gazi unvanını almayı hak etmiştir.

Dünyada başka hiçbir parlamentonun sahip olamadığı gazi unvanına sahip olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 100. yılı münasebetiyle önemli programlar ve faaliyetler gerçekleştirilmiştir.

Kovid-19 nedeniyle tedbirler çerçevesinde gerçekleştirilen bu faaliyetlerin en sonuncusu ‘’Milli Egemenlik ve Temsil uluslararası sempozyumu’’ olmuştur.

16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşen referandum neticesinde kabul edilen Anayasa değişikliği ile gerçekleşen yönetim reformu kuvvetler ayrılığını daha da belirgin hale getirmiştir.

Temsilde adalet prensibine uygun olarak meclis daha demokratik ve güçlü hale gelmiştir. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde 12 siyasi parti temsil edilirken, 5 siyasi partinin de grubu bulunmaktadır. Bu haliyle meclisin temsiliyette en üst seviyede olduğu görülmektedir.

Bu kadar çeşitli ve seçmen iradesinin en yüksek oranda yansıdığı bir meclis tablosunda, eğer parlamenter sistem olsa idi, son derece kırılgan koalisyonlardan bahsetmemiz gerekecekti.

Oysa bugün Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sayesinde bu kadar fazla siyasi partinin mecliste temsil edilmesi, yönetimde istikrarsızlığa sebep olmamakta, yönetim istikrarlı bir şekilde faaliyetine devam ederken, mecliste daha adaletli ve daha demokratik bir temsil söz konusu olabilmektedir.

Yeni sistem sonrasında meclis yoğun bir yasama performansı ortaya koymuştur. Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi yürütmenin elinden alınınca, kanunlarla meclisin yasama yetkisi mutlak hale gelmiştir. Kanunlar milletvekillerinin teklifi ile meclise sunulmakta ve kanunlaşmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin kurum ve kurallarıyla yerleşik hale gelmesi için meclis içtüzüğünde ihtiyaç duyulan değişikliklerin yapılmasının gerekli olduğu kanaatindeyiz. Meclisin yasama kapasitesini ve kalitesini artıracak olan içtüzük değişikliklerine Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu katkı sağlamaya hazır olduğumuzu bir defa daha dile getiriyoruz.

Bununla birlikte; yasama ve denetim süreçlerinde komisyonların etkili hale gelmesi, kanun tekliflerinin etki analizlerini yapacak ve raporlayacak sistemin oluşturulması, kesin hesap ve denetim raporlarının görüşüleceği ayrı bir daimi ihtisas komisyonu kurulması gerektiğini düşünmekteyiz.

Yargıya olan güvenin artırılması, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının geliştirilmesi, adalete erişimin kolaylaşması, makul sürede yargılanma hakkının gözetilmesi son derece önemlidir. Bu ilke ve değerler çerçevesinde meclisimizde bugüne kadar 3 ayrı paket halinde düzenlemeler yapılmıştır.

24 Ekim 2019 tarihinde birinci yargı paketi, 15 Nisan 2020 tarihinde ikinci yargı paketi, 28 Temmuz 2020 tarihinde de üçüncü yargı paketi yasalaşıp yürürlüğe girmiştir.

Bu süreçte yapılan kanuni düzenlemelerle, hapis cezası beş yıla kadar olan ve bölge adliye mahkemesinde kesinleşen belirli suçlara ilişkin davalarda Yargıtay’a temyiz imkânının verilmesi, tutuklama sürelerinin soruşturma sürecinde ciddi bir sınırlamaya tabi tutulması, uzlaşmanın, ön ödemenin, basit yargılama usulünün ve seri yargılama usulünün getirilmesi, Adalet Akademisinin yeniden teşekkül ettirilmesi, çocuk veya mağdurların ifade ve beyanlarının özel ortamda, adli görüşme odalarında alınması önemli gelişmeler olarak uygulamaya konulmuştur.

Yine tüketici mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklar ile ticari uyuşmazlıklarda, arabulucuya başvuru dava şartı olarak zorunlu hale getirilmiş, ticaret mahkemeleri fikri ve sınai haklar mahkemelerinin il merkezleri ile birlikte büyük ilçelerde kurulabilmesi sağlanmıştır.

Hukuk muhakemeleri kanununda değiştirilmesi beklenen ve yargılama süreçlerini tıkayan hususlarda önemli düzenlemeler yapılmıştır.

Terör, uyuşturucu, ticaret, cinsel saldırı ve istismar, kasten öldürme, işkence ve eziyet suçları hariç olmak üzere, diğer suçlarda cezanın infaz oranı 1\2 ye düşürülmüş, geçici madde ile 30 Mart 2020 tarihine kadar işlenen Terör, uyuşturucu, ticaret, cinsel saldırı ve istismar, kasten öldürme, işkence ve eziyet suçları ile özel hayatın gizliliğine ilişkin suçlar hariç olmak üzere diğer suçlar bakımından 1 yıllık denetimli serbestlik süresi, 3 yıla çıkarılmıştır.

Covid-19 salgını nedeni ile terör suçluları hariç olmak üzere, açık cezaevinde bulunan hükümlüler izinli sayılarak açık ceza evlerinden geçici olarak tahliye edilmişlerdir.

Yapılan diğer bir yargı düzenlemesi ile hukuk mesleklerine giriş sınavı getirilmiş, avukat sayısı 5 binden fazla olan illerde en az 2 bin avukatın imzası ile yeni bir baro kurulabilmesi mümkün hale gelmiştir.

En az 15 yıl kıdemi bulunan avukatlara pasaport verilmesi düzenlenmiş, baro aidatlarının, mesleğe yeni başlayan avukatlardan yarı oranında alınması kararlaştırılmıştır.

Bu düzenlemelerin yanında Adalet Bakanlığımız tarafından yapılan idari düzenlemelerle yargı reformu kapsamında son derece faydalı uygulamalar faaliyete geçirilmiştir.

Hukuk alanında, atılacak yeni adımların, yargı reformu stratejisi çerçevesinde, ortaya çıkacak kanuni düzenlemelerin, devletimizin demokratik hukuk devleti vasfını daha da güçlendireceği, ekonomiye, yatırımlara ve nihayetinde ülkemizin istikrarına katkı sağlayacağı muhakkaktır.

15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında, yargı camiamız fetöye ve diğer terör örgütlerine karşı, amansız bir mücadele sergilemiştir.

Fetö’nün yargı ve adalet sistemimizde meydana getirdiği tahribat göz önüne alındığında, bugüne kadar fetö ile mücadele konusunda soruşturma ve yargılama aşamalarında insanüstü emek harcayarak, korkusuzca görevini yerine getiren yargı camiamızın gösterdiği büyük fedakârlık her türlü takdire layıktır.

Son dönemde karara bağlanan dosyalarla fetö yapılanmalarının tamamına yakın kısmının yargılamalarının sonuçlandırıldığını ve fetöcülerin hak ettikleri cezaları aldıklarını memnuniyetle takip etmekteyiz.

2019 yılının Aralık ayında Çin’in Wuhan bölgesinde ortaya çıktığı bilinen ve ilk dönemde Sars, domuz gribi, ebola virüslerinde olduğu gibi belli bir zamanda ve belli bir coğrafyada etkili olacağı zannedilen Covid-19 isimli yeni tip koronavirüs kısa süre içinde dünyaya yayılarak küresel bir salgın haline gelmiştir.

Covid-19 salgını, tüm dünyayı etkisi altına almış ve güçlü-güçsüz devlet ayrımı yapmaksızın bütün devlet yönetimlerini hazırlıksız yakalamıştır. Salgın hastalığın etkisi yalnızca sağlık alanıyla kalmamış, küresel ekonomide, uluslararası ilişkilerde, toplumların psikolojilerinde ve sosyal hayatlarında derin sarsıntılar meydana getirmiştir.

Sahip oldukları devasa ekonomik, askeri ve teknolojik güce güvenerek dünyada hâkimiyet kurmaya çalışan devletler, mikroskobik ölçekte bir düşmana karşı teslim olmuş durumdadırlar. Aşının yaygın bir şekilde kullanılmasıyla önlenebileceği kesinleşmiş olan Covid-19 virüsünün, aşı uygulamasına kadar, daha ne kadar can kaybına ve zarara sebep olacağı bilinmemektedir.

Türkiye sağlık sistemi birçok ülkeden farklı olarak pandemiye karşı hazırlıksız yakalanmamıştır. Ocak 2020’de kurulan operasyon merkezi ve oluşturulan Koronavirüs Bilim Kurulu ile proaktif bir anlayışla hareket edilmiştir.

Türkiye; sağlık hizmetleri altyapısı, sosyal güvenlik sistemi, gıda güvenliği gibi alanlarda mevcut imkânları ile birlikte sürecin yönetiminde attığı adımlar ve aldığı tedbirlerle kendine yeterli olmakla kalmayıp, başka birçok ülkeye yardım edebilmiş olan bir devlet olarak ön plana çıkmıştır.

Salgına karşı verilen mücadelede, Dünya Sağlık Örgütü ve birçok ülke Türkiye’yi takdir eden ve başarılı bulan yayınlar yayınlamış ve açıklamalarda bulunmuştur.

Türkiye’nin teklifi ile Dünya Sağlık Örgütü 2021 yılını sağlık çalışanları yılı olarak kabul etmiştir. Sosyal güvenlik şemsiyemizin toplumumuzun tamamını kapsayacak şekilde, Covid-19 salgın hastalığının, test ve tedavisinin ücretsiz yapılması ve son olarak aşının bütün vatandaşlarımıza ücretsiz olarak uygulanacağının açıklanması, Türkiye’nin birçok ülkeden pozitif yönde ayrıştığını göstermektedir.

Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulan filiasyon ekipleriyle temaslı takibi başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Yine bu süreçte hizmete açılan şehir hastaneleri ile birlikte, çok kısa bir süre içinde hizmete açılan 1000 yataklı 2 acil durum hastanesi ile Türkiye sadece Covid-19 salgını ile sınırlı olmaksızın, sağlık alanında gücünü dünya çapında ortaya koymuştur.

Bu süreçte, kısa bir zaman zarfında, yerli ve milli imkânlarla solunum cihazının üretilmiş olması son derece önemlidir. Yine Koronavirüs’e karşı ilaç ve aşı çalışmalarında ülkemizde başarı elde edilmesi ve 2021 Nisan ayında yerli aşının uygulanmaya başlanacağının Sağlık Bakanımız tarafından açıklanmış olması son derece memnuniyet vericidir.

Bununla birlikte yerli aşımız kullanılmaya başlanana kadar dünyada üretilen aşılardan ilk etapta 20 milyon doz aşı 11 Aralıkta ülkemizde olacak ve vatandaşlarımıza ücretsiz olarak uygulanacaktır.

Salgınla mücadelenin başladığı ilk günden bu yana adeta seferberlik ilan etmiş olan sağlık ordumuza, doktorundan, hasta bakıcısına, yardımcı personeline kadar bütün sağlık personelimize şükranlarımızı sunuyoruz.

Sağlık Bakanlığımız tarafından yapılan açıklamada 12 bin yeni sağlık personelinin alınacağı ifade edilmiştir. Bu alımları memnuniyetle karşılamakla birlikte kalan sağlık personeli açığının en kısa sürede kapatılması ve kamuda istihdam edilmeyi bekleyen sağlıkçılarımızın bir an önce hak ettikleri kadrolarına kavuşmalarını arzu etmekteyiz.

Ülkemiz çok boyutlu ve çok katmanlı güvenlik tehditleri ile karşı karşıya bulunmaktadır. Uluslararası sistemdeki dalgalanmalar, yakın çevremizde bulunan coğrafyalarda yaşanan kaos ve çatışmalar, küresel rekabetin yerini düşmanlıklara bırakması ve ülkemizde yaşanan terör eylemleri ve darbe girişimleri karşı karşıya olduğumuz tehdit ve tehlikenin beka seviyesinde olduğunu açık bir şekilde göstermektedir.

Uluslararası kuruluşların ve uluslararası hukukun felç olduğu, adeta kuralsızlığın kural olduğu bir süreçte, Türkiye kendisine yönelen tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmek üzere bütün imkânlarını seferber edecek ve var gücü ile mücadele edecektir.

Bu çerçevede ülkemiz Libya’dan, Doğu Akdeniz’e, Kıbrıs’tan, Ortadoğu’ya, Ortadoğu’dan, Kafkaslara çok önemli ve çetin mücadelelerin içinde bulunmaktadır.

Ülkemiz uluslararası hukuk açısından son derece haklı nedenlerle vermiş olduğumuz bu beka mücadelelerinde ne yazık ki batının özellikle ABD ve AB’nin çifte standartlı tavırlarına muhatap olmaktadır.

Türkiye’nin ordusuyla, ekonomisiyle, diplomasisiyle güçleniyor olması, kendi imkânları ile karar alıp bunu uygulayabiliyor olması, insan merkezli adalet ve merhamet anlayışıyla meselelere yaklaşması büyük güçler açısından Türkiye’nin tehdit olarak algılanmasına neden olmaktadır.

Covid-19 salgınının baş göstermesi ile birlikte Türkiye,  156 ülkeye sağlık malzemesi yardımında bulunmuş,  dünyanın farklı ülkelerinde bulunan 100 binden fazla vatandaşımızı ülkemize getirmiştir.

Dünya 5’ten büyüktür parolasıyla uluslararası sistemi, özellikle uluslararası hukuku işlevsiz kılan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin yapısının değişmesi ile ilgili olarak Türkiye’nin ortaya koyduğu görüşler bugün dünyada birçok ülke tarafından kabul görmekte ve dile getirilmektedir.

Türkiye’nin bölgesindeki ve dünyadaki kaos ve çatışma alanlarında etkin rol oynayarak barışa katkı sağlaması, insani yardımlarla zarar gören insanlara kol kanat germesi ve hatta ülkesinin kapılarını açarak sığınmacıları insan onuruna yakışır bir şekilde misafir etmesi, bölgemizde ve dünyada Türkiye’nin itibarını artıran etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye; bölgesinde yaşanan gelişmelerde her zaman hesaba katılması gereken önemli bir güç olduğunu bütün dünyaya açık bir şekilde göstermektedir. Meşru hak ve menfaatlerimiz noktasında ülkemizin ortaya koyduğu milli politikalar, sadece bugünümüzü değil geleceğimizi de derinden etkileyecek niteliktedir.

Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve Kıbrıs Türk’ünün menfaatleri yok sayılmaya çalışılmaktadır. Bölgede var olan hidrokarbon kaynakları nedeniyle, ABD, Fransa, İngiltere, Rusya gibi Doğu Akdeniz’e kıyıdaş olmayan devletlerde bu gerginliğin içinde yerini almış bulunmaktadır.

İsrail-Mısır ve Yunanistan’ın Türkiye ve Kıbrıs Türk’ünün haklarını gasp etmeye yönelik faaliyetlerine karşı Türkiye kararlı bir şekilde Doğu Akdeniz’de varlık göstermeye devam etmektedir.

Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan ülkemizin, Uluslararası Hukukta hiçbir bağlayıcılığı olmayan Sevilla haritası adlı harita üzerinden Antalya Körfezine hapsedilmeye çalışılması hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu ucube tezler bizim açımızdan yok hükmündedir ve ayaklarımızın altındadır.

Kıbrıs, Türkiye’nin uluslararası hukuktan ve kurucu antlaşmalardan kaynaklanan hakların yanında milli bağlarımız dolayısı ile en mühim milli meselelerimizdendir. Türkiye, Kıbrıs Türk’ünün menfaatleri hür ve bağımsız bir şekilde yaşayabileceği iki devletli çözümden yana olduğunu isabetli bir şekilde ifade etmektedir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle iki devletli çözümden yana olan Sayın Ersin Tatar’ın seçilmiş olmasından ötürü memnuniyetimizi bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Türkiye, dünyada tarih boyunca en çatışmalı ve kargaşalı 3 bölge olan Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu'nun tam ortasında yer almaktadır. Böyle önemli bir coğrafyada yaşamanın büyük fedakârlıklar gerektirdiği tartışmasızdır.

Bu topraklarda var olabilmek için tarih boyu nice şehitler vermiş olan Türk milleti, bugün hâlâ bu toprakların kan bedelini, can bedelini ödemektedir. Orta Doğu'da yaşanan gelişmeler, yüzyıl önce emperyalist güçler tarafından çizilen sınırların değiştirilmesine, bizzat komşumuz olan ülkelerin parçalara ayrılmasına yönelik gayretler sonunda bu ülkeleri yangın yerine çevirmiş, yaşanan iç savaşlarda emperyalist devletlerin etkisiyle milyonlarca masum insan hayatını kaybetmiş; Suriye, Irak gibi ülkeler yaşanılamaz hâle gelmiştir.

Bu devletlerde ortaya çıkan otorite boşluğu, terör örgütlerinin bu topraklarda yuvalanmasına ve güçlerini arttırmasına neden olmuştur. Özellikle, ülkemizin sınırlarına yerleşen ve yerleştirilen bu terör örgütlerince bir terör koridoru oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu örgütler, vatandaşlarımıza saldırılar düzenleyerek insanlarımızın yaralanmasına, hayatlarını kaybetmesine neden olmuşlardır.

Bu terör örgütleriyle sınır ötesinde mücadele etmek mecburiyeti doğmuş, 2016 yılında gerçekleştirdiğimiz Fırat Kalkanı Harekatı’yla yaklaşık 3 bin kadar DEAŞ'lı terörist etkisiz hâle getirilmiş, 2018 yılında Zeytin Dalı Harekatı’yla 4.500 civarında PKK/PYD-YPG'li terörist etkisiz hâle getirilmiştir.

9 Ekim 2019 tarihinde başlatılan Barış Pınarı Harekatı’yla bugüne kadar 1.200 kadar PKK/YPG-PYD'li terörist etkisiz hâle getirilmiştir. Bahar Kalkanı harekâtıyla birlikte büyük insani dramların yaşanmasının önüne geçilmiş, Türk Ordusuna yapılan saldırının ve şehitlerimizin hesabı sorulmuştur.

Türkiye, bu harekâtlarda Birleşmiş Milletler Şartı'nın 51'inci maddesi gereğince meşru müdafaa hakkını kullanmıştır.

Yine bu kapsamda, Irak'ın kuzeyinde gerçekleştirdiğimiz Pençe Harekâtlarıyla, ülkemiz sınırları içinde gerçekleştirilen iç güvenlik harekatlarıyla PKK terör örgütüne büyük darbe vurulmuştur. Türkiye, gerçekleştirdiği bu harekâtlarla ve sahip olduğu yerli ve milli silah ve mühimmatlarla terörü kaynağında yok etme stratejisini başarı ile uygulamakta, bu başarılar dünya çapında ses getirmektedir.  

Yaklaşık 30 yıldan bu yana terörist Ermenistan’ın işgali altında olan Dağlık Karabağ ve yedi rayon 27 Eylül günü Ermenistan’ın saldırısı neticesinde azad olmuş ve işgalden kurtarılmıştır. 9 Kasım’da yapılan ateşkes ilanıyla çatışmalar sona ermiş, Ermenistan büyük bir bozguna uğramıştır.

Çatışmaların sürdüğü günlerde Ermenistan sivil yerleşim alanlarına, Azerbaycan’ın şehirlerine 500 kg, 1 ton ağırlığında harp başlığı taşıyan füzelerle saldırarak savaş ve insanlık suçu işlemiştir.

Nihayetinde Azerbaycan Ordusu Türkiye’nin de büyük desteği ile şanlı bir zafer kazanmıştır. Bu vesileyle çatışmalarda şehit düşen Azerbaycanlı askerlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize hayırlı ömürler diliyoruz.

30 yıldır sona erdirilemeyen işgal Azerbaycan Ordusunun mücadelesi ile ortadan kaldırılmıştır. İşgali diplomatik yollarla sona erdirme iddiasında olan ABD, Fransa ve Rusya’nın eş başkanlığında çalışan Minsk grubunun hiçbir işe yaramadığı, tarafsız olmadığı bu süreçte çok daha iyi anlaşılmıştır.

Özellikle Fransa’nın tutumuyla Azerbaycan’ın haklarını yok saydığını, Karabağ’ın Ermeni teröristlerince işgalini haklı gördüğü açık bir şekilde anlaşılmıştır. Fransa her zeminde Türk ve İslam düşmanlığını sürdürmekte ve bunu yaparken hiçbir hukuki ve ahlaki kaideye riayet etmemektedir.

Fransa ve diğer batılı ülkelerde ortaya çıkan İslam ve Türk düşmanlığı vahim noktalara varmakta, dünya çapında Müslümanların ve Türklerin haklarının ihlal edilmesine taciz ve saldırılara muhatap olmasına, hatta hayatlarını kaybetmesine yol açmaktadır.

Türkiye her koşulda güçlü olmak ve hakkaniyet duygusuyla dünyada adaletli ve merhametli olarak da kudretli olunabileceğini göstermek durumundadır.

Ne yazık ki dünyada bunu gösterebilecek karaktere sahip başka bir millet ve başka bir devlet bulunmaktadır.

Türkiye 2023, 2053, 2071 vizyonlarıyla bu hedefe büyük bir kararlılıkla yürümektedir.

Cumhur İttifakı; milli ve yerli anlayışla Türk Devletine yönelen bütün tehdit ve tehlikeleri bertaraf ederken Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetlerin üzerine çıkma hedefini yakalama azmi ile milli ve üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Milletini yaşatmak ve ülkemizi küresel güç haline getirecek adımları atacak milli, ahlaki ve tarihi bir birlikteliktir. Türk Milletinin, İslam dünyasının ve bütün mazlumların umudu Cumhur İttifakıdır.

Bu düşüncelerle görüşülmekte olan Bütçe ve Kesin hesap kanun teklifini desteklediğimizi yeniden belirtiyor, yüce meclisi ve Büyük Türk Milletini saygıyla selamlıyorum"

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER